Köksüz, atasız, cedsiz değiliz, üstelik bunda kan bağı, din bağı falan da aramayız. Yüzyıllar içinde ekmeğinin hakkı için, insanca yaşamak için, eşitlik için kim mücadele ettiyse onların torunlarıyız
Ne yazık ki bu ülkenin çocuklarına gerçek atalarının tarihi anlatılmadı, “Sizin ceddiniz bu coğrafyada hüküm sürmüş Osmanlı hanedanıdır” dendi. Ama köksüz, atasız, cedsiz değiliz, üstelik bunda kan bağı, din bağı falan da aramayız. Yüzyıllar içinde ekmeğinin hakkı için, insanca yaşamak için, eşitlik için kim mücadele ettiyse onların torunlarıyız
Osmanlı’yı yeniden diriltme hayalleri kuranlar için yüzlerce yıl öncesine öykündüğünüz Osmanlı’da kimse açısından özenilecek bir durum yok.
Başta iktidar mensupları olmak üzere, herkes, tarihimizi iyi öğrenmemiz, geçmişimize yakışan bir millet olmamız gerektiğinden bahsediyor. Bazen devletin en tepesindekiler, bazen sokakta rastladığımız bizim gibi sıradan insanlar “yüksek tarih şuurunu” gözümüze sokuyor. Kürsülerde, miting meydanlarında ecdadımızın yüceliği anlatılıyor. Devletin resmi kanalına diziler yaptırılıyor. Biri “Diriliş Ertuğrul” Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi’nin, Oğuzların Kayı boyunun lideri olmasını ve Bizans’la olan mücadelesini ön plana çıkarıyor, diğeri “Payitaht: Abdülhamid” Osmanlı’nın çöküş dönemindeki 2. Abdülhamit’i. Diriliş’te öğreniyoruz ki meğer Ertuğrul ve aşireti neredeyse bugünkü cihatçı anlayışa yakın biçimde yorumlamış İslam’ı. Peki bu gerçek mi? Elbette hayır. Payitaht Abdülhamit ise çöküşe doğru giden Osmanlı’nın boyun eğmemiş padişahı, “Ulu Hakan’ı”. Peki, bu doğru mu? Elbette yine hayır.
Resmi tarih hep böyleydi fakat son dönemde olayları çarpıtma aşamasını çoktan geçti. Bildiğimiz yeniden yazılan masallar, tarihi gerçekmiş gibi kabul ettirilmeye çalışılıyor. Çünkü iktidardakiler durup durup Osmanlıcılık hamasetini ortaya sürüyor. İslamcısından milliyetçisine bu hayal hoş geliyor. Mehter marşıyla coşanlar, evine, işyerine, arabasına tuğralar asanlar, coşturdukça coşturan bir şovenist histeri sürekli pompalanıyor. Sosyal medyada izledik; belediye otobüsünde referandum tartışması oluyor ve birisi “16 Nisan’da işiniz bitecek, Osmanlı gelecek alayınızı kılıçtan geçirecek” diyor. Tarihin derinliklerinden bir Yavuz bekleniyor ya da birilerinin Yavuz olabileceği sanılıyor.
Ne yazık ki bu ülkenin çocuklarına gerçekten atalarının tarihi anlatılmadı. “Sizin ceddiniz bu coğrafyada hüküm sürmüş Osmanlı hanedanıdır” dendi. Peki nasıl oluyor? Mesela bundan yüzlerce yıl sonra bu topraklarda yaşayacak insanlar, bugün ülkeyi yönetenlerin mi torunları olacak?
Uzatmayalım, söz konusu olan; Selçuklu’nun yıkılmasından sonra beylik, devlet ve sonrasında da imparatorluk haline gelen, Roma’nın, Bizans’ın, Selçuklu’nun mirasını da bünyesinde birleştiren, ama kendine özgü bir yapı kuran, Doğu Avrupa, Güneybatı Asya, Kuzey Afrika ve Atlas Okyanusu’na kadar uzanan ve 600 yıl süren bir imparatorluk, Osmanlı. Padişah ve hanedanıyla, sarayıyla, ulemasıyla, kapıkullarıyla, toplumsal yapısıyla, eyaletleriyle, fetihleriyle, toplumsal yaşamıyla, sınıf çelişkileriyle, halk isyanlarıyla, sanatıyla kısacası her şeyiyle incelenmeli, öğrenilmeli.
Hakkında ciltler dolusu eserler yazılmış ve hala her açıdan incelenmesi, tartışılması gereken koskoca bir tarih bir yazıya sıkıştırılamaz. Bu yazının yazarının böyle bir iddiası yok. Anlatmak istediğim şu; insanlık tarihinin ve ülkemizin geçirdiği hiçbir aşamayı hesaplamadan Osmanlı’yı yeniden diriltme hayalleri kuranlar için yüzlerce yıl öncesine öykündüğünüz Osmanlı’da kimse açısından özenilecek bir durum yok. Çünkü tıpkı çağdaşları ve öncekiler gibi Osmanlı savaşmadan ayakta kalamayan, taht kavgalarının eksik olmadığı, iç savaşların bitmediği kısacası kimsenin huzurlu olamadığı bir büyük devlet. Biz şimdilik bu duruma üç kesime göz atarak değinelim. Padişah ve hanedan, vezirler, halk.
“Her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola, kardeşlerini nizâm-ı âlem içün katl etmek münâsibdir. Ekser ulemâ dahi tecviz etmiştir. Ânınla amil olalar.”
Fatih Sultan Mehmet
Osmanlı’da tahta sahip olmak için çetin mücadeleleri kazanmak zorunluydu. İktidar hanedanın malı, taht şehzadelerin doğal hakkıydı. Tahta sahip olmak için rakibi yok etmeye ilk örnek Osman Bey oldu, amcası Dündar’ı öldürerek beyliğin başına geçti.
Orhan zamanında taht mücadelesi olmadı, oğlu 1. Murat ise oğlunu ve kardeşlerini katleden ilk hükümdardır. Kardeşleri Halil ve İbrahim’i, sonrasında kendisiyle taht mücadelesine girişen Savcı Bey’i katletti. Ardından kendisi Kosova’da savaş meydanında öldüğünde oğlu Yakup, tahta geçecek olan Yıldırım Beyazıt tarafından öldürtüldü.
Y. Beyazıt Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilince başlayan Fetret Devri’nde, oğlu Süleyman diğer şehzade Musa Çelebi tarafından, Musa Çelebi de Mehmet Çelebi tarafından katledildi, devlet yeniden kuruldu. 2. Murat tahta ilk çıktığı dönem “Düzmece” olarak bilinen Mustafa’yı, daha sonrasında küçük kardeşi Mustafa’yı, amcası Mustafa Çelebi’yi ve diğer kardeşleri Mahmut ve Yusuf’u ortadan kaldırdı.
2. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) ilk tahta çıktığında küçük yaştaki kardeşleri Ahmet ve Hasan’ı boğdurttu. Fatih aynı zamanda bu katliamları kanun haline getirdi.
2. Beyazıt kardeşi Cem’le girdiği mücadeleyi kazandı ve Cem’i öldürttü. 2. Beyazıt, oğlu 1. Selim’e tahtı bırakmak istemedi, Selim babasıyla girdiği mücadeleyi kazandı. 1. Selim’in babasını öldürüp öldürmediği tarihçilerin ortaklaşamadığı bir konu fakat sonrasında Yavuz diye anılacak Selim, 8 kardeşini, eşlerini ve çocuklarını katletti.
Osmanlı’nın zirve döneminin padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın taht kavgasına girişecek rakibi yoktu ama oğlu Mustafa’yı ve karısını boğdurttu. Süleyman sağken ayaklanan Şehzade Beyazıt ise Şehzade 2. Selim tarafından yenildi ve tüm ailesi katledildi. Onun ardından gelen 3. Murat 6 kardeşini katletti. 3. Mehmet tahta çıkar çıkmaz 19 kardeşini boğdurttu. Osmanlı tarihinin bu en kanlı taht kavgası halk tarafından da tepkiyle karşılandı. Ondan sonra padişah olan 1. Ahmet’in bu olaya tepkili olduğu söylenir. Ahmet şehzade katlini resmi olarak ortadan kaldırdı ama iktidar için kanlı mücadeleler sürdü.
Bu dönemde taht için tehlike arz eden şehzadeler için kafes dönemi başlamıştır. Devlet, Kanuni’den sonra duraklamış ve bir süre sonrada gerileme dönemine girmiştir. Padişahlar açısından da niteliğin oldukça düşmesi söz konusudur. Örneğin 1. Ahmet’ten sonra padişah olan 1. Mustafa delidir ve 3 ay tahtta kalmıştır. 2. Osman 12 yaşında padişah olmuş, kardeşi Mehmet onun iktidarı için katledilmiştir. Kendisi de yeniçeriler tarafından tahttan indirilmiş ve katledilmiştir. Osmanlı tarihinde ilk kez yeniçeriler tarafından bir padişah öldürülmüştür. 4. Murat 11 yaşında padişah olmuş, kardeşleri Süleyman, Beyazıt ve Kasım’ı öldürtmüştür. Ardından gelen İbrahim “deli” diye bilinir, 8 yıllık iktidarı boyunca kafes hayatının etkisinden kurtulamamıştır.
4. Mehmet zamanında da Kösem Sultan katledilmiştir. 2. Süleyman 39 yıllık kafes hayatının ardından padişah yapılmış, kısa süre sonra ölmüştür. 2. Mustafa en beceriksiz padişahlardandı ve çok sayıda vezir idam ettirdi. 3. Ahmet dönemi “Lale Devri” olarak da bilinir. Patrona Halil İsyanı’yla tahttan indirildi, isyan sırasında ise isyancıların istedikleri yöneticilerin idamını kabul etti, kendisi de kafeste öldü.
1. Mahmut 14 yıl sefersiz, savaşsız bir padişahlık yaptı, çocuğu olmadığı söylenir ama bir iddiaya göre çocukları öldürülmüştür. 51 yaşında kafes hayatından çıkartılıp padişah yapılan 3. Osman’ın akli dengesi bozuktu. Aynı şekilde 40 yıllık kafes hayatının ardından tahta oturtulan 3. Mustafa, 3. Osman’ın 3 çocuğunu katletti.
1. Abdülhamit de kafesten çıkıp padişah oldu, kısa iktidarı ölümüyle son buldu. Yerine geçen 3. Selim reform çabalarına girişti ancak yeniçeri ayaklanması sonucu tahttan indirildi ve tahta geçen 4. Mustafa tarafından boğduruldu. 4. Mustafa’nın katletmeyi başaramadığı 2. Mahmut devlet içi çatışma nedeniyle bıçak sırtında bir iktidar sürdü ve yeniçeri ocağını kanlı bir şekilde ortadan kaldırdı.
2. Mahmut’un ardından Abdülmecid, onun ardından Abdülaziz tahta geçti. Abdülaziz, meşrutiyet isteyenlerce tahttan indirildi ve intihar etti. Yerine getirilen 5. Murat’ın akli dengesinin yerinde olmadığı anlaşıldı, yerine 2. Abdülhamit getirildi. O da 31 Mart Ayaklanması’nın ardından İttihatçılar tarafından sürgüne gönderildi. 65 yaşındaki Sultan Reşat tahta oturdu, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin denetiminde yaşadı. Son padişah Vahdettin, İngiliz gemisiyle ülkeden ayrıldı.
Osmanlı’da hanedan üyeleri gibi padişahtan sonraki en yüksek makama sahip olan vezirler için de yaşamak kolay değildi. Gerçekten işlenmiş suçların, bazen padişahla çelişmenin, birçok zaman da uydurma bahanelerin sonucu ölümdü. Aynı şehzade katli gibi vezirlerin de katledilmesi bir devlet geleneği haline geldi.
İlk olarak Osmanlı’nın devlet olmasında çok büyük bir paya sahip Çandarlı ailesinden gelen, 24 yıl sadrazamlık yapan Çandarlı Halil Paşa, doğruluğu şüpheli gerekçelerle idam edildi. Bu, Osmanlı yönetici sınıfı içindeki kapıkulları (devşirme) ile ulema arasındaki çekişmenin kapıkulu sınıfı tarafından kazanılmasını da simgeler. Devletin ilk kurulduğu dönemden itibaren ulema içerisinden seçilen vezir ve diğer yöneticilerin yerini Fatih’ten sonra küçük yaşta devşirilen ve sarayda yetiştirilen kapıkulları almaya başlar.
F. Sultan Mehmet, Halil Paşa’nın ardından Rum Mehmet Paşa ve Mahmut Paşa’yı idam ettirmiştir. Fatih’in vezirlerinden Gedik Ahmet Paşa, oğlu 2. Beyazıt tarafından boğdurulmuştur. Yavuz Sultan Selim; Koca Mustafa Paşa, Dukakinoğlu Ahmet Paşa ve Yunus Paşa’yı idam ettirmiştir. Yavuz’un idam dışında yöneticileri tekme tokat dövdüğü de bilinir ve halk arasında “dilerim Yavuz’a vezir olasın” sözü buradan gelmektedir. Kanuni Sultan Süleyman ise çocukluktan beri beraber olduğu, aynı zamanda kız kardeşini evlendirdiği Pargalı İbrahim Paşa’yı boğdurtmuştur.
3. Mehmet döneminde Ferhat Paşa, Hadım Hasan Paşa, Yemişçi Hasan Paşa; 1. Ahmet döneminde Derviş Paşa ve Nasuh Paşa idam edilmiştir. 4. Murat 6 vezirini; Mere Hüseyin Paşa’yı, Kemankeş Kara Ali Paşa’yı, Hadım Mehmet Paşa’yı, Boşnak Hüsrev Paşa’yı, Topal Recep Paşa’yı ve Tabanıyassı Mehmet Paşa’yı idam ettirdi. Deli İbrahim; Kemankeş Kara ibrahim Paşa, Hersekli Salih Paşa’yı boğdurtmuştur. Yerine geçen 4. Mehmet (Avcı), Sofu Mehmet Paşa, Torhoncu Ahmet Paşa, İbriş Paşa, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Kara İbrahim Paşa ve Sarı Süleyman Paşa’yı idam ettirmiştir. 2. Ahmet, Arabacı Ali Paşa’yı; 2. Mustafa, Dimetokalı Sürmeli Ali Paşa ve Daltaban Mustafa Paşa’yı; 3. Ahmet, Çorlulu Ali Paşa, Gürcü Yusuf Paşa, Hoca İbrahim Paşa, Silahtar Süleyman Paşa ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı; 1.Mahmut, Kabakulak İbrahim Paşa’yı; 3. Osman, Bıyıklı Ali Paşa’yı; 3.Mustafa, Bahri Mustafa Paşa ve Yağlıkçızade Emin Mehmet Paşa’yı; 1. Abdülhamit, Halil Hamit Paşa’yı; 3. Selim, Rusçuklu Şerif Hasan Paşa’yı; 2.Mahmut son olarak Benderli Ali Paşa’yı idam ettirmiştir.
“Şalvarı şaltak Osmanlı / Eğeri kaltak Osmanlı / Ekende yok biçende yok / Yiyende ortak Osmanlı”
“Akşam olur yiyiciler derilir / Fukara kulların kusurun bulur / Haftada hem üç yüz kuruşun alır / Keyfiyet halimiz bilin efendim”
“Yürü bre Hızır Paşa / Senin de çarkın kırılır / Güvendiğin padişahın / O da bir gün devrilir”
“Köroğlu’yum kayaları yararım / Halkın kılıcıyım hakkı ararım / Sultan padişahtan hesap sorarım / Uykudan uyanan katılır bana”
Farklı yüzyıllardan birkaç halk deyişine daha onlarca örnek sıralanabilir. Bunlar Osmanlı’yla halk, özellikle de Türkmenler arasındaki ilişkiyi net olarak gösteriyor. Osmanlı’da mülk devletin yani padişahındı. Ancak Sultan adına görevlendirilmiş tımar, zeamet gibi görevleri ele geçiren yöneticiler çeşitli statülerde bu topraklarda çalışan köylülerin vergilerini doğrudan sultan adına topluyorlardı. Halk Osmanlı için gelir getiren vergi kaynağı, yeri geldiğinde asker, yeri geldiğinde sürgün, fethedilen yerlere sürülecek insan topluluğuydu.
Resmi tarih yönetenlerin tarihini anlatır. Orada bize anlatılan muhteşem bir imparatorluktur. Üç kıtaya yayılmış muazzam bir güç, saraylar, sarayların ganimet dolu kasaları vs. Osmanlı bu güç ve kudretini fetih siyasetine borçluydu ve fetih siyasetinin doğal sınırına dayanınca düşüş başladı. En temel ekonomik girdi savaşlardan elde edilen ganimet, eyaletlerden gelen vergi, ticaret yollarına hakim olmanın getirisi, toprak üretiminin artı ürününe el koyma, şehirlerdeki esnaftan alınan vergiydi. Toprak başta olmak üzere bütün mülk devlete-padişaha aitti. Buna rağmen devletin en güçlü olduğu zamanlarda dahi ekonomik kriz yaşanabiliyordu. Ve yaşanan ekonomik sıkıntı elbette halkın boğazına sarılarak gideriliyordu. Topraktan alınan vergiyi doğrudan devletin atadığı görevliler topluyor, çoğu zaman bu vergileri kendi kasalarını da doldurmak için arttırabiliyorlardı. Bu nedenle imparatorluğun en güçlü dönemlerinde dahi iç savaşlar, ayaklanmalar eksik olmadı. Resmi tarihe göre bu isyanlar yönetim boşluğundan, sadece mezhep ayrılığından, dış kışkırtmalardan ya da kötü niyetli yerel yöneticilerden kaynaklandı. Halbuki yüzyıllar boyu süren halk isyanlarının pek çoğu baskıcı devlete karşı eşitlikçi toplumsal yaşamı talep eden, sınırsız sömürüye karşı çıkan yoksul köylü halk isyanlarıydı. Bu eşitlikçilik aynı zamanda bir halk dini formuyla ifade ediliyordu. Anadolu Aleviliği’nin kökenleri buralarda bulunabilir.
Anadolu’da yaşanan onlarca isyanın kökeni ise Selçuklular dönemine kadar gider. Selçuklu’nun son döneminde yaşanan (1240) Babailer Ayaklanması, merkezi devlet yapısıyla hiç uyuşamamış, komünal, eşitlikçi yaşama isteğini İslam’ı da bu şekilde yorumlayarak genelleştirmeye çalışan hareketlerin kalkışmasıydı. Amasya, Sivas, Adıyaman, Malatya civarında on binlerce insan bu harekete katıldı. Sonuçta yenildi ama Anadolu’da yüzyıllar boyu devam edecek halk hareketlerinin tohumlarını da ekti. Osmanlı’da 1400’lü yıllarda “Fetret Dönemi’nde” gerçekleşen 1413 Şeyh Bedrettin ayaklanması da bunun bir başka örneğidir.
Kısacası bizim dedelerimizin, ecdadımızın tarihinde de yoksulluk, sömürü, baskı ve isyan var. Hem de Anadolu’nun her köşesinde. Osmanlı torunuyuz diyen birçok insan, defalarca isyan etmiş Anadolu insanının torunu ama ne yazık ki bunun farkında değil. Ve biliyoruz ki Osmanlı yüzyıllar boyu yalnızca Müslüman olmayanlara karşı değil aynı zamanda Anadolu’daki Türk beyliklerine karşı da savaştı ve böyle teslim aldı. Hakimiyet sağladıktan sonra da kendisine devamlı sorun çıkartan Türklerle uğraştı. Balkanlar, zorla hakimiyet altına alınan ve batıya sürülen Türklerle dolduruldu.
16 ve 17. yüzyılda yaşanan, Anadolu’da Yavuz Sultan Selim döneminde başlayan ve 4. Mehmet dönemine kadar süren ayaklanmalar, Osmanlı toprak düzenine isyan eden, yoksul köylülerin ve göçebelerin isyanlarının adıdır. Bu isyanlara, ayaklanmalara kalkışan halklar, mal ortaklığına dayalı yeni bir toplum modelini dinsel bir biçimde ifade ediyordu ve hedefleri sultanın kendisiydi. Yavuz gibi padişahların, Kuyucu Murat Paşa gibi vezirlerin bu isyanlara verdikleri cevap eşi görülmemiş katliamlar ve Sünnileştirme oldu. Ve ne yazık ki kendisini bugün Sünni İslam’ın ve padişahın torunu olarak gören birçok insan esasında bu isyanlarda katledilenlerin soyundan geliyor.
Birkaçını Osmanlı yönetici sınıfından gelen kişilerin de, kişisel çekişme, çıkar için başlattığı ama yoksul halkın taraf olduğu bu isyanların Anadolu’da yaşanmadığı yer çok azdır. 1511 Şahkulu Ayaklanması: Antalya, Burdur, Isparta, Kütahya, Sivas. 1512 Nur Ali Halife Ayaklanması: Amasya, Tokat, Çorum, Yozgat. 1518 Bozoklu Celal Ayaklanması: Tokat. 1525 Baba Zünnun Ayaklanması: Yozgat, Sivas, Kayseri ve İçel’i içine alan havza. 1526 Domuzoğlan ve Yenicebey Ayaklanması: Tarsus, Adana. 1527 Kalender Şah Ayaklanması: Sivas, Amasya ve Tokat. 1527 Veli Halife Ayaklanması: Tarsus, Adana. 1530 Şeyh Seydi Ayaklanması: Adana’da başlayıp Kars’a yayılıyor. 1598 Karayazıcı Abdülhalim Ayaklanması: Malatya, Sivas, Urfa, Maraş, Çorum. 1605 Tavil Ahmet Ayaklanması: Karaman, Seydişehir ve Harput. 1606 Kalenderoğlu Mehmet Ayaklanması: Ankara, Bolu, Geyve, Manisa, Burdur, Isparta. 1607 Yusufpaşa Ayaklanması: Aydın yöresi. 1607 Canboladoğlu Ayaklanması: Kürt beyinin başlattığı ayaklanmadır. Şam, İskenderun, Halep civarında etkili olmuştur. 1625-27 Abaza Mehmet Paşa Ayaklanması: Halk ayaklanması değil, Mehmet Paşa’nın emrindeki askerlerle yapılmış ayaklanmadır. 1625 Cennetoğlu Ayaklanması: Balıkesir, Aydın ve Manisa dolayları. 1632 İlyas Paşa Ayaklanması: Balıkesir civarı. 1647 Kara Haydaroğlu Ayaklanması: Söğüt ve Afyon. 1646 Katırcıoğlu Ayaklanması: Beyşehir, Akşehir ve Seydişehir. 1647 Vardar Ali Paşa Ayaklanması: Sivas valisi tarafından tetiklenmiştir. 1649 Gürcü Abdünnebi Ayaklanması: İstanbul’da kişisel nedenlerle başlatılan ayaklanma Anadolu’dan da destek görmüştür. 1659 Abaza Hasan Paşa Ayaklanması: Köprülü Mehmet Paşa’dan memnun olmayan sipahileri etrafında toplayan Hasan Paşa, Bursa ve Konya yöresini bir süre denetimi altına almıştır. 1730 Patrona Halil Ayaklanması: Patrona Halil yeniçerileri ve halkı yanına alarak ayaklanmış, Damat İbrahim Paşa’nın idamını sağlamış, 3. Ahmet tahtı bırakmıştır. 1750 Şer Himmet Ayaklanması: Manisa ve Aydın civarında olmuş, yoksul halk isyana katılmıştır. 1807 Kabakçı Mustafa Ayaklanması: Nizamı Cedid’e tepki duyan yeniçerilerin, cebecilerin, topçuların ve halkın katıldığı isyandır. 3. Selim’i tahttan etmiştir. 1816 Tuzcuoğlu Memiş Ayaklanması: Rize, Trabzon, Hopa, Akçaabat dolaylarında merkezi yönetime başkaldırı hareketidir. 1826 Atçalı Kel Mehmet Ayaklanması: Aydın ve Nazilli civarında yoksul Türkmen yörüklerin ayaklanmasıdır.
Osmanlı’nın en “şanlı” dönemlerde bile bizim ceddimiz yani emeğiyle geçinen insanlar yoksulluk içindeydi ve yüzyıllar öncesinde de hakça, eşitlik içinde yaşama özlemleri vardı. Fakat ne Osmanlı’da ne de benzeri başka devletlerde yaşayan insanların böyle yaşama şansları oldu. Osmanlı’nın son yüzyılları; hem bağımlı olan eyaletlerde hem Balkanlar’da hem de Anadolu’da büyük felaketleri beraberinde getirdi. Ulusların bağımsızlaşmaları kanlı savaşlarla mümkün oldu. Milyonlarca Anadolu insanı yıllar süren savaşlarda öldü. Yoksul Anadolu sefalete teslim edildi. Balkanlar’da Türkler, Anadolu’da Rumlar, Ermeniler tarihin en acı olaylarına maruz kaldı. Ve kimilerine kutsal gelen çınar, fiskeyle değilse bile can çekişerek ve can çekiştirerek devrildi. Sonra tarihin tekerleği ileriye doğru gitti gitmesine fakat yüzyılların içinden gelen insanca yaşama arzusuna ulaşamadık. Şimdi mesele madem atadan, cedden, tarihsel mirastan başlatılıyor bizim de bu hususta söyleyeceklerimiz var. Köksüz, atasız, cedsiz değiliz, üstelik bunda kan bağı, din bağı falan da aramayız. Yüzyıllar içinde ekmeğinin hakkı için, insanca yaşamak için, eşitlik için kim mücadele ettiyse onların torunlarıyız. Spartaküs’ün, Baba İlyas’ın, Baba İshak’ın, Şeyh Bedrettin’in. Mirasımız aynı zamanda Yunus’un, Kaygusuz’un, Karacoğlan’ın, Pir Sultan’ın, Dadaloğlu’nun bıraktıklarıdır. Hala türkülerini söyleriz…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.