Maraş’ta halkın direnişi yaşam alanlarına doğrudan saldırıya karşı, temel geçim kaynakları hayvancılığın mera alanının kamp alanına dönüştürülecek olmasına karşı sorun emperyalist çıkarlar uğruna Ortadoğu’dan sürülen mültecilerle birlikte yaşamakta değil
Maraş’ta halkın direnişi yaşam alanlarına doğrudan saldırıya karşı, temel geçim kaynakları hayvancılığın mera alanının kamp alanına dönüştürülecek olmasına karşı, yıllardır bu devletin asimilasyon politikalarına maruz kalmalarına karşı. Temel kaygı kültürel entegrasyon noktasında yaşanacak problemlerde. Emperyalist çıkarlar uğruna Ortadoğu’dan sürülen mültecilerle birlikte yaşamakta değil
Son birkaç yılda dokunma fiilini ne kadar çok kullanmaya başladık. Yaşam alanımıza, bedenimize, emeğimize, barınma, sağlık, eğitim gibi temel haklarımıza, kişisel hak ve özgürlüklerimize o kadar çok dokunan bir iktidarla karşı karşıyayız ki. Biz de sanırım savunma mekanizmasından ziyade direngenliğimize böyle isim verdik demek daha doğru aslında. Bir dokunmaya çalışma haline da bugün Maraş’ta şahit oluyoruz. Üç bin kişilik köye yirmi yedi bin kişilik mülteci kampı yapmayı, halkın temel geçim kaynaklarına saldırarak planlayan bir iktidar girişimine.
Tabi bunlardan bahsetmeden geçmişe azıcık göz gezdirmek faydalı olabilir. Geçmiş bellektir, bazen sırtını dayamak gerekir. Tabi ki hep egemenlerin değil direnenlerin tarihi şüphesiz ki bize ışık tutacaktır.
Tarih 31 Mayıs 1971. Nurhak dağı eteklerinde yedi genç ABD üssünde eylem yapmak için yola çıkıyor. Amaçları tutuklu bulunan arkadaşlarını yani Deniz’i, Yusuf’u ve Hüseyin’i almak. Yola çıkan gençler bir süre ilerledikten sonra köyün muhtarının jandarmaya haber vermesi sonucu yolda önleri kesilir. Şöyle bir ses yükselir Sinan Cemgil’den: “Jandarmalar dostuz biz!” Haklıdır da aslında. Yoksul halk çocuklarına kurşun sıkmayacaklarının en güzel özetidir bu cümle. Daha sonra yola çıkan bu yedi yiğit genç üzerine öyküler yazılır hikayeleri dilden dile dolaşır. Nurhak dağı eteklerinden Türkiye halklarına umut olma yoluna kadar uzun bir yolculuktur aslında bu. Bugün hala o dağın eteklerinde yaşayanların anlattığı direniş hikayelerinden sadece biridir. Aradan geçen zamanda o dağın eteklerinin sahibi Maraş, katliamlara tanık oldu. Direnişlere de aynı zamanda. Bugünlerde Aşağı Terolar (Sivrice Höyük) köyü de tarihten aldığı bu dirence dayanıyor olacak ki günlerdir direniyor. Neye karşı mı?
Hikaye bilindik aslında ama özet geçmekte fayda var. Bahsi geçen Aşağı Terolar köyündeki mera alanına yirmi yedi bin kişilik mülteci kampı yapılması planlanıyor. Köyün nüfusu üç bin. Yerleştirilmesi planlanan sığınmacıların beş bininin çalışma izni mevcut. Bu da demek oluyor ki kampa yerleştirilen mülteciler sürekli giriş çıkış yapacaklar. Halkın tedirginliği buradan gelmiyor. Direniş zaten kesinlikle mültecilere karşı değil. O bölgeyi bilenler bilir her ailede en az bir kişi mültecidir ve yurt dışında yaşar. Zorunlu göçün sosyolojik ve psikolojik etkilerini hayatlarının her alanında hissederler.
Halkın direnişi yaşam alanlarına doğrudan saldırıya karşı, temel geçim kaynakları hayvancılığın mera alanının kamp alanına dönüştürülecek olmasına karşı, yıllardır bu devletin asimilasyon politikalarına maruz kalmalarına karşı. Temel kaygı kültürel entegrasyon noktasında yaşanacak problemlerde. Emperyalist çıkarlar uğruna Ortadoğu’dan sürülen mültecilerle birlikte yaşamakta değil. Yaratılmaya çalışılan Alevi-Sünni, Kürt-Türk çatışmasının gerçekte var olmadığını biliyoruz. Halkların barınma, yaşam alanı, ekmek mücadelesinin ırk, din, mezhep gibi kavramların çok üstündür.
Tarih uzun. Bellek bir o kadar sağlam. Sırtımızı da dayandığımız yer zaten orası değil mi? Unutmadan sen yine de ovama dokunma olur mu? En son Cerrattepe’de yaşam alanıma dokunmaya çalıştığında ne olduğunu gördün. Eğitim paralılaştırıp gericileştirmeye çalışırken sana yumurtalarıyla üniversitelerini dar eden üniversitelilerin direncini gördün. Savaş çığırtkanlığına karşı barış talebini yükselten akademisyenlerin gür sesini duydun. Mafyanla, polisinle saldırdığın Dikmen Vadisi halkının on yıldır barınma hakkına nasıl sahip çıktığını gördün. Hayatına, kararına, bedenine, kürtaj hakkına saldırmaya çalıştığın kadınların hiç bitmeyen isyanını gördün. Taşeron ve güvencesizliğe karşı günlerce direnen Hacettepe işçilerinin hiç sönmeyen isyan ateşini gördün. Katlettiklerinizin cenazelerinde yürüyen milyonları gördün. Sen bizi tarihten iyi tanırsın. Mücadeleyi, inancı, direnişi ilmek ilmek ellerimizle nasıl ördüğümüzü gördün. Bizden söylemesi sen ovama dokunma!
Unutmadan mutlaka ki hakları için direnen halklar kazanacak!
Dayanışmayla!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.