Postmodern savaşın Suriye cephesinde savaş bitecek mi? 29 Ocak’a ertelenen Cenevre-3 görüşmeleri bir uzlaşmayla sonuçlanabilir mi? Taraflar gerçekten bu savaşın bitmesini istiyor mu? Bu soruların yanıtlarını aramaya çalışalım. İlk elden söylenebilecek olan şey kimsenin masadan kaçıyor pozisyonuna düşmek istemediği. Fakat uzlaşmazlık noktalarının, özellikle kimler masada yer alacak meselesine kitlenerek, buradan da bir sonuç çıkmasına engel […]
Postmodern savaşın Suriye cephesinde savaş bitecek mi? 29 Ocak’a ertelenen Cenevre-3 görüşmeleri bir uzlaşmayla sonuçlanabilir mi? Taraflar gerçekten bu savaşın bitmesini istiyor mu? Bu soruların yanıtlarını aramaya çalışalım.
İlk elden söylenebilecek olan şey kimsenin masadan kaçıyor pozisyonuna düşmek istemediği. Fakat uzlaşmazlık noktalarının, özellikle kimler masada yer alacak meselesine kitlenerek, buradan da bir sonuç çıkmasına engel olunmaya çalışılacağı. Bu meselede kendini yenilmiş hisseden Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ittifakının(Bu pakta pekala İsrail’i de dahil edebiliriz.) çatışmaların sürdürülmesinde çeşitli beklentileri var. Rusya’nın sürece dahil olmasıyla sahada kaybetmeye başlayan bu kesim, masada da yenilme riskiyle karşı karşıya. Çünkü Esad rejiminin gitmesi bu savaşın sonucu olarak kendileri tarafından tanımlanırken, şimdi onunla konuşmaya başlamak zorundalar.
Suudilerin ısrarıyla Ceyşul İslam gibi gurupları bir biçimde görüşmelere dahil etmeye çalışması da bu süreçten istedikleri herhangi bir sonucu alamayacaklarına işaret ediyor. Ayrıca Esad rejimiyle siyasal diyalog başlatmak bu kesimlerin tabanında “rejimle uzlaşma” olarak görülüp erozyona yol açabilir. Kaldı ki Esad tarafı da sahada köşeye sıkıştırdığı çeteleri muhatap almayacağını ilan etmiştir.Öte yandan bu kesimler zaten rejimin ve Rusya’nın saldırıları nedeniyle yıpranmış ve ülkeyi terk etmenin yollarını arıyor durumdalar.
Türkiye’nin itirazlarına rağmen PYD’nin masada yer alması ise bu yenilgiyi pekiştirici bir rol oynayacaktır. Burada altı çizilmesi gereken durum Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ittifakının bu görüşmelerden her durumda zararlı çıkacağı. Bu nedenle süreci sabote etmek isteyeceklerdir. Daha da önemlisi sürecin gerçek çözümünün savaş alanı olduğu herkes tarafından bilinmesine rağmen bu “siyasi çözüm” parodisi oynanmasıdır.
Diyelim ki görüşmelerin sonucunda bir uzlaşma çıktı, bunun kendini “Sünni” blok diye niteleyen kesim tarafından sabote edileceği rahatlıkla ifade edilebilir.
Burada belirleyici olan sadece Suriye değil, Ortadoğu’nun genelinde kaybediyor oluşlarıdır. ABD ve AB’nin İran’la anlaşarak İran’a dönük ambargoyu kaldırmaları bu süreçte belirleyici önemde. Bu yüzden Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ve İsrail’den oluşan ittifakın gelişmeleri bölgede kendi lehlerine çevirecek yeni çatışma ve savaşlara ihtiyacı var. Bu savaş ihtiyacının arkasında aynı zamanda “iç” meseleler yatıyor. Örneğin İsrail Filistin’e yönelik saldırılarını kolayca perdeleyebiliyor, Türkiye devlet terörü ve iç savaş rejimini olağanlaştırıyor, keza bu durum Suudilerin iç muhalefet ve Yemen’deki katliamlarını da unutturuyor.
ABD’nin emperyal politikaları
Bu süreçte kritik rol ABD’nin. ABD süreçteki etkinliğini politik manevralarla kaybetmeme peşinde. “Sünni” blokla birlikte başından beri çetelerin silahlandırılması, katliamlara ön ayak olunmasında hep birlikte hareket ederken, Esad rejiminin kolay kolay düşmeyeceği ve yerine gelecekler konusunda duyduğu şüphe bazı konularda çark etmesine neden oldu. En azından Suudilerin her beklentisine olumlu yanıt vermiyor.
ABD’nin yürüttüğü politikalarda kendi çıkarlarını kollama zemininde çoklu bir yaklaşım içinde olacağı her zaman hesaba katılması gereken bir durum. Olayın bir yanını İran’la anlaşma(1), Afganistan’da Talibanla barış görüşmelerine başlanması ve eğer olursa Suriye zemininde politik çözüm arayışları yakın zamanda seçimlere gidecek olan ABD’de Demokratlar için yeterli olmasa da olumlu bir Obama karnesi olarak sunulabilir. Olayın diğer yanı ise bölgedeki geleneksel ittifakları Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan gibilerini küstürme riski, bölge ülkelerine yüklü silah satışları, petrol alanlarının uzun vadeli kontrol gereksinimi olarak görülebilir.
ABD’nin bu her ata oynayan yaklaşımı Türkiye’ye geçtiğimiz hafta gelen Joe Biden’ın ziyaretine de yansıdı. PKK’ye terörist nitelemesinde bulunurken PYD’ye sahip çıkması, ülkenin batısında insan hakları ihlalleri konusunda dile getirirken Kuzey Kürdistan’da olanlara değinmemesi buna örnek olarak gösterilebilir. Ama asıl can alıcı açıklama(2) ise Davutoğlu ile görüşme sonrası Biden, Suriye’de siyasi bir çözümün mümkün olmaması halinde Türkiye’yle birlikte Suriye’de askeri çözüme hazır olduklarını söylemesiyle geldi. Bu habere ilişkin henüz bir yalanlama gelmedi. Bu açıklamanın uzun vadeli sonuçlarını bir kenara bıraksak dahi ABD’nin(tarihinde bir çok kere yaptığı gibi) ortağı terörist bir rejim dahi olsa onunla birlikte çalışma sürdüreceğini gösteriyor.
Yeni koz: “bağımsız” Kürdistan
İsrail’in de dahil olduğu olduğu “Sünni” blokun Suriye savaşında “siyasi çözüm” yenilgisini kolayca kabulleneceğini düşünmek yanıltıcı olur. Çünkü böyle bir durumda bırakın bölgesel sonuçlarını, doğrudan kendi rejimlerinin kendi halkları tarafından sorgulanmasıyla karşı karşıya kalacaklar. Bu yüzden savaşı süreğen kılabilecek yeni girişimler içine gireceklerdir.
Bu durumda önemli bir koz olarak “bağımsız” Kürdistan(3) girişimi karşımıza çıkacak. Büyük oranda bu “Sünni” ittifakının desteğine sahip olan Barzani’nin girişimlerinin özellikle İran’a karşı bir koz olarak sahaya sürülmesiyle karşı karşıya kalınabilir. Böylelikle hem İran etkisindeki Bağdat yönetiminden koparılarak Güney Kürdistan’daki petrol bölgeleri kontrol altına alınmış olacak; hem de İranla Kürtler üzerinden yeni bir çatışma alanı tanımlanabilecek. Böylelikle bölgesel etkinlik kurma oyunlarını sürdürebilecekler. ABD ise “kazanan” a oynayacaktır.
(1)-İran ile yapılan nükleer müzakereleri sonrası ambargonun kalkması başta ekonomik krizdeki AB olmak üzere çeşitli ülkeleri rahatlattı. Bunlardan biri de İran’la yakın zamanda 600 milyar dolarlık ticari anlaşma yapan Çin oldu.
(2)-http://www.bbc.com/turkce/haberler 2016/01/160123_biden_askeri_cozum_turkiye?
(3) Bağımsız sözünü tırnak içine almamın nedeni, (bağımsızlık fikrine karşı olmam değil)Barzani’nin siyasi performansının bağımsızlık fikrinden alabildiğine uzak olması. Bölge petrolleri başta Türkiyeli Genel Enerji olmak üzere uluslararası tekellerin kontrolündeyken, petrolden başka üretimi olmayan ülke Türkiye’den yapılan ihracata bağımlı. Askeri açıdansa ABD ve Türkiye’nin insiyatifi altında. “Bağımsızlık” sonrası ise bu pozisyonu terk edeceğine dair bir belirti yok.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.