Sonunda oldu. Günlerdir beklenen operasyon başladı. Devamının da geleceği konuşuluyor. Pazar sabah saatlerinde cemaat medyasının bilinen isimleri gözaltına alındı. Sanırım devlet geleneğinde değişen tek şey bu: Operasyon saatleri. Nazım’ın ilk kez bir şiiri boşa düşmüş görünüyor. Ne yazmıştı Nazım: “Saat sekiz/ Demek akşama kadar emniyettesiniz/ Çünkü teamülden değil/ Polis ev basmaz/ Güpegündüz.” Artık basıyor. Gerçi […]
Sonunda oldu. Günlerdir beklenen operasyon başladı. Devamının da geleceği konuşuluyor. Pazar sabah saatlerinde cemaat medyasının bilinen isimleri gözaltına alındı. Sanırım devlet geleneğinde değişen tek şey bu: Operasyon saatleri. Nazım’ın ilk kez bir şiiri boşa düşmüş görünüyor. Ne yazmıştı Nazım: “Saat sekiz/ Demek akşama kadar emniyettesiniz/ Çünkü teamülden değil/ Polis ev basmaz/ Güpegündüz.”
Artık basıyor. Gerçi bu basmalar basma değil, farkındayız. Bizler yadırgıyoruz işin doğrusu bu tarzı, değişen teamüllere alışmaya çalışıyoruz. Bizimkiler korku filmlerine benzerdi, şimdikiler “mağdurların” gövde gösterisi halinde geçiyor. Bizim gözlerimiz bağlanır, Renault marka arabanın arka koltuğa iki büklüm oturtulur, doğruca işkenceye götürülürdük. Öyle kelli felli koca koca adamlar da değildik, tıfıl delikanlılar, genç kızlardık. Ben ilk kez Renault arkasına atıldığımda 17 yaşındaydım. Ne TV kanalları vardı evden çıkartıldığımda, ne kalabalıklar ne de refakatçi milletvekilleri. İşkence de kalmadı pek. Şimdi teknoloji kullanılıyor, işkencede zorla kabul ettirilen suçlar, şimdi bilgisayar sahteciliği ile yükleniyor insanın üzerine. İşkencede alınan ifadeler nasıl iddianamelere konu ediliyorsa, şimdi de sahte cd’ler aynı işlevi görüyor. Sonuç değişmiyor ama. İki durumda da yatman gerektiği kadar yatırıyor seni devlet. Nihayetinde Ergenekon, Balyoz, şike davalarında yıllarca hapis yattı insanlar.
Bu kez hedefte cemaat medyası olunca, ister istemez gün boyu grubun denetimindeki TV kanallarını izlemeye koyulduk. Hayli canlı tartışmalara, yorumlara tanık olduk. Örneğin Samanyolu TV’nin sokağına bile sokulmayacak insanlar, ekranda durumun vahameti üzerine saatlerce yorum yapabildi. Cemaat kadrolarının kızgınlığın yanı sıra kamuoyunda oluşan tepki, sol aydınlardan sağlanan destek nedeniyle dudaklarındaki müstehzi gülümseme, diğerlerinde “biz haklı çıktık” halleri.
Sohbet sırasında bol bol sarı öküz hikâyesi anlatıldı. Bilmeyenler için kısaca özetleyelim hikâyeyi. Öküzler direndiği için aslanlar aç kalma tehlikesi karşı karşıya kalmışlar. Heyet kurup öküzlerle görüşmeye gitmişler. Özürler havada uçuşmuş (Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın gazeteci Ahmet Şık’tan özür dilemesi geliverdi aklıma), demişler ki, “Biliyoruz bugüne kadar sizlere zarar verdik. Ama inanın, bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç o sarı öküzde. Onun rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor, saldırganlaşıyoruz. Verin onu bize, barış yapalım. Öküzlerin aklına yatmış bu öneri. Bir tek benekli öküz karşı çıkmış, lakin sonucu değiştirememiş. Bir süre sonra aslan heyeti yine görüşmek istemiş. Bu sefer hedeflerinde uzun kuyruklu öküz varmış: “Kuyruğu sinirimizi bozuyor, verin onu bize, yine barış içinde yaşayalım”. Öküzler denileni yapmış, yine sadece benekli karşı çıkmış. Aslanların bahanesi hiç bitmemiş. Her gün aralarından birini alıp götürmüş aslanlar. Sayıları direnemeyecek kadar azaldığında, geçmişin muhasebesini yapmaya başlamışlar. “Nerede hata yaptık?” Aralarından en yaşlısı demiş ki, “Sarı öküzü vermeyecektik, savaşı o gün kaybettik işte”.
Cemaat ekranlarında bu hikâye anlatıldı anlatılmasına ama sarı öküz kimdi yanıtlanmadı. Ergenekon ve benzeri davalar geldi insanların aklına ama Türkiye’de gözaltı, hukuksuz yargılama, işkence, insan hakkı ihlali tarihinin Ergenokon davasıyla başlamadığını bilenler için sarı öküz hiç şüphesiz devrimcilerdi. TKP tevkifatlarından, 12 Mart’a, 12 Mart’tan 12 Eylül’e…
Biz “sarı öküzdük” kabul, bizden sonra kime sıra geldi, doğrusu hatırlamıyoruz. Çünkü gözlerimiz bağlıydı, işkencedeydik. Biliyoruz, bizlerin işkence görmesini sevinç çığlıklarıyla karşılayan, hakkımızdaki hükmü peşin peşin gazete manşetlerine taşıyanlara illa ki sıra gelecekti; vicdan sahibi aydınlar, tıpkı benekli öküz gibi uyaracaktı ama hikâyede olduğu üzere sonuç değişmeyecekti.
Bizi kırarak, bizi öldürerek aslında kendi sonlarını hazırladıklarını fark edememelerini salt “iktidar” ve “nema” ilişkisiyle açıklamak kifayetsiz kalmaz mı? Faşizmden beslenenlerin, faşizmden yakalarını kurtardıkları ne zaman görülmüştür.
Devlet üzerine kamyonla yazı okumuş, tartışmış bir kuşağın insanlarının, olup biteni bilgece karşılamaması, iktidar çatışmasının ne menem sonuçlara yol açtığını bilmiyor olması nasıl mümkün değilse, sarı öküz aslanlara atılırken ses çıkarmayanları, hatta yardım edenleri samimi bulmamız da o oranda mümkün değildir.
Çünkü bu ülkede vicdanın başka bir adresi yoktur. O adres devrimcilerin kalbini işaret eder. Temel insan haklarının tartışılmazlığı devrimcilerin garantisi altındadır.
Yapılan kötülükler unutulur mu? Elbette hayır. Ancak AKP’nin başlattığı operasyonu alkışlayarak manşete taşımanın da doğru olduğunu kimse iddia edemez. AKP’yi her kim ve hangi nedenle alkışlıyorsa alkışlasın, faşizmi alkışlıyor demektir.
Roboski katliamında içişleri bakanı olan zatı muhteremden demokrasi kahramanı çıkartılmasına, bırakalım bizleri, tarih izin vermeyecektir ki bu bizim, kırmızı çizgimizin en görünür kısmıdır. Açın bakın Zaman gazetesine, devrimciler hakkında neler yazılmış, basın özgürlüğü, hak, hukuk ile ilgili ne inciler dökülmüş.
Alman papaz kim?
Cemaate yakınlığı ile bilinen Taraf gazetesi operasyon haberini, Alman ilahiyatçı Martin Niemmöller’in tarihe geçen pişmanlığı ile verdi. Bilmeyenler için tekrarlayalım Alman papazın ne dediğini: “Önce Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü ben Yahudi değildim. Sonra komünistler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü ben komünist değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü ben sendikacı değildim. Sonra benim için geldiler ve artık ses çıkaracak kimse kalmamıştı.”
Aslında doğru bir parça, cemaat biraz da bu Alman ilahiyatçıya benziyor. Niemmöller önceleri sıkı bir Nazi’dir. Kiliseler arası çekişmeler, kavgalar derken, Nazi karşıtı olarak bulur kendini. Ama artık iş işten geçmiş, cezaevini boylamış ve tarihe geçen bu sözleri sarf etmiştir. Ekrem Dumanlı’nın Ahmet Şık’tan özür dilemesine yüklenilen anlam, Ahmet Şık’ın sevdiklerinden ayrı geçen günlerini ne karşılamaya yeter ne de Ekrem Dumanlı’nın özrü salt bununla sınırlı kalabilir. Sırada, AKP tahakkümünün başlangıcı olarak kabul edilen 2010 Anayasa Referandumu vardır ki, sadece Ekrem Dumanlı değil, kimi solcular da referandumda “evet” dedikleri için özür sırasında yerlerini ayırtmalıdır.
Arabacı Salih kim?
İkinci Dünya Savaşı arifesinde değiliz. Faşizmin egemenliği altındaki Almanya’da yaşamıyoruz. “İş işten geçti” demeyecek ve buna izin vermeyecek kadar faşizmi tanıyoruz.
Doğrudur, devrimciler “sarı öküze” benzetilebilir, cemaatçiler kendilerini Alman papaz gibi görebilir.
Cemaat medyasının sıkı sıkıya sarıldığı bu iki hikâye bizim için ne kadar geçerlidir bilinmez. Çünkü bizim hikâyemiz farklıdır. Türkiye topraklarında neredeyse 100 yıldır anlatılan ve anlatılmaya da devam edecek olan bir başka hikâyenin kahramanlarıyız biz.
Bu ülkeyi faşizme teslim etmeyenlerin ve dahi etmeyecek olanların hikâyesidir bu.
İlla hikâye lazımsa, ille birilerini bir şeylere benzetmek gerekirse, Nazım’ın “Arabacı Salih Dayı” şiirindeki Arabacı Salih’tir devrimciler. Çünkü “bildim bileli at koşarlar” bu memlekette ve hatta yeri geldiğinde, “at yerine kendilerini koşmayı” bilirler. Terkilerinde yoksullar, emekçiler, Aleviler, Kürtler ve bilcümle ezilenler…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.