Sadece MHP’lilerin ve diğer muhafazakâr-milliyetçi kesimlerin değil, Gülen Cemaati’nin de sıcak bakıp desteklediği görülen İhsanoğlu’nun CHP’deki iç kırılganlıkları derinleştireceği muhakkak. Birden fazla paralel yapılanmanın CHP içerisinde olgunlaşmaya başlayacağını söyleyebiliriz MHP ile birlikte Ekmeleddin İhsanoğlu’nu ‘çatı aday’ olarak açıklayan CHP’de sular durulmuyor. CHP’deki iç gerilimlerin ve tartışmaların Köşk seçimiyle sınırlı kalmayacağı ortada. Başka aday gösterilmiş olsaydı […]
Sadece MHP’lilerin ve diğer muhafazakâr-milliyetçi kesimlerin değil, Gülen Cemaati’nin de sıcak bakıp desteklediği görülen İhsanoğlu’nun CHP’deki iç kırılganlıkları derinleştireceği muhakkak. Birden fazla paralel yapılanmanın CHP içerisinde olgunlaşmaya başlayacağını söyleyebiliriz
MHP ile birlikte Ekmeleddin İhsanoğlu’nu ‘çatı aday’ olarak açıklayan CHP’de sular durulmuyor. CHP’deki iç gerilimlerin ve tartışmaların Köşk seçimiyle sınırlı kalmayacağı ortada. Başka aday gösterilmiş olsaydı da tartışmalar bitmeyecekti. Zira parti, yapısal açıdan içsel ve dışsal bir senkronizasyon sorunu ile karşı karşıya. Yapısal krize dönüşen bu sorunun hem tarihsel sosyolojik boyutu hem de ideolojik boyutu bulunuyor.
Sosyolojik açıdan partinin iç örgütlenmesi ile dışsal gerçeklik arasında bir kopukluğun olduğu çok açık. Kapalı bir labirentte hem çıkış arayan hem de birbirleriyle mücadele eden CHP’lilerin siyaset yapma-etme biçimlerinin sosyolojik ve ideolojik doğalarına yakından baktığımızda bunun hiç de yeni olmadığını, bilakis kendine has bilişsel-nesnel yapının bir devamı olduğunu görürüz.
Kılıçdaroğlu, bir grup CHP’liyle Aralık 2013’te, Washington’a resmi bir ziyarette bulunmuştu. Hürriyet’te Tolga Tanış (08.12.2013) ziyaretle ilgili şu ilginç gözlemini not etmişti: “Delegasyonun genelinde herkesin birbirinin arkasından konuştuğu, korkunç bir kakofoniyle karşılaştım… Bir sürü gazetecinin arasında delegasyondaki bir CHP’linin başka bir CHP’linin arkasından hakarete varan sözler söylediğine tanık oldum.”
Jön Türkler’den bugüne…
Türkiye’de siyasal akımların toplumsal temellerini ve tarihini yakından takip edenler için bu durum hiç de şaşırtıcı sayılmaz. Hele ki CHP için. Zira 100-150 yıl geriye gittiğimizde de benzer bir manzarayla karşılaşıyoruz. CHP’nin siyasal köklerini de içinde barındıran Jön Türk hareketi buna en iyi örneklerden biri. Türkiye’de siyasal ve sosyal bilimlerin tarihsiz ve felsefesiz olduğunu belirten Şerif Mardin, Jön Türkler üzerine yaptığı çalışmada bu hareketin sistemli bir düşün geleneğinden yoksun olduğunu fark ediyor ve nedenini de şöyle izah ediyor: “Topladığım bilgiler o zamana kadar Jön Türkler hakkında yazılan eserlerin niçin sistemden yoksun olduğunu açığa vuruyordu: Oldukça idealist gayelerle ortaya çıkan bir hareket, az zamanda inanılmaz derecede yoğun bir entrika, karşılıklı itham ve dedikodu havasına bürünmüştü. Kişisel uğraşılar Jön Türkler arasında öylesine yoğundu ki, sanki birbirlerini tökezleme stratejisi siyasi fikirlerinin gerçek içeriğini oluşturuyor, teorik program ise bu gerçek amacın kamuflajı, paravanası ve maskesi olarak ortaya çıkıyordu.”
Tanış’ın gözlemleri ile Mardin’in ifadelerinden yola çıkarak bu sosyal formun bugünün CHP’sinde de tecessüm etmeye devam ettiğini söyleyebiliriz. CHP’liler dışarıya yansıyan bu iç çekişmeleri/tartışmaları ‘bizde biat kültürü yok diğerleri gibi’ diyerek savunup övünebilirler. Oysa görmeleri gereken nesnelleştirmiş kültürel bir gerçeklik var. Eğer demokratik tartışma imkânından söz ediliyorsa bunun Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterme biçiminde de hayata geçirmeleri beklenirdi. Lakin öyle olmadı. Kılıçdaroğlu’nun partinin onayını almadan İhsanoğlu’nun adaylığına karar vermiş olması ile Tayyip Erdoğan’ın kendini aday göstermesinin modeli arasında biçimsel bir fark görünmüyor.
Kaldı ki İhsanoğlu’nun tercih edilmesi bile ideolojik tutarlılık bakımından izaha muhtaç zaten. Erdoğan’ı Köşk’e çıkartmamak adına her yolun mubah görülmesi bu yöndeki ilkesizliğe bir kanıttır. Sadece MHP’lilerin ve diğer muhafazakâr-milliyetçi kesimlerin değil, Gülen Cemaati’nin de sıcak bakıp desteklediği görülen İhsanoğlu’nun CHP’deki iç kırılganlıkları derinleştireceği muhakkak. Buna bir de Selahattin Demirtaş faktörünü eklediğimizde birden fazla paralel yapılanmanın CHP içerisinde olgunlaşmaya başlayacağını söyleyebiliriz.
Soma’daki işçi katliamı üzerinden daha iki ay bile geçmemişken, Şişe-Cam’daki grevi ‘milli güvenlik’ adına erteleyen hükümetin tavrı ortadayken CHP’nin ideolojik dümenini muhafazakâr bir isim etrafında muhafazakâr çevreye kırmış olması partinin toplumsal yörüngesi hakkında da hâlâ hiçbir şeyin değişmediği fikrini veriyor. CHP’nin bu açılımını, farklı çevrelere yayılması, daha esnekleşmesi ve yenilenmesi bakımından olumlu görenler de var. Ancak CHP henüz kimliğini, ideolojisini, gelecek amentüsünü netleştirmemişken muhafazakârlık denizine yelken açması onu belirsiz bir girdaba doğru sürüklüyor. Partide Kılıçardoğlu’nun Alevi olmasını bile sindirememiş bir kitlenin var olduğu ortadayken farklı kesimlere yeni bir politik vizyonsuz açılımın, pusulasız denize açılmak olduğu da ortada. Kaldı ki hâlâ sol adına ne solculuğun, Aleviler adına ne Aleviliğin, halk adına ne halkın mücadelesi verilebildi ne de bu yönde bir ideolojik yönelime girilebildi. Ulusalcılık desek ulusalcılar da durumdan memnun değil. Dolayısıyla parti bir memnuniyetsizler partisine dönüşmüş durumda. Partinin, zorunluluktan dolayı oluşan ortak bir ruh hali var gibi. Böylece mecburiyetin geçici siyaseti güdülmüş oluyor.
Siyasetsiz siyaset
İhsanoğlu’nun tercih edilmesinin sebebi siyasetler üstü olduğu kanaatine dayandırılmak istenmesi biraz da Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan karşısında küçük bir farkla kaybedecek bir adayın potansiyel olarak muhalefetin lideri olacağı endişesine dayanıyordu. Siyasi geçmişi olan birinin tercih edilmesi durumunda ise yeni bir lider yaratılmış olacaktı. Bunun kılıfını ise Kılıçdaroğlu, “Değerler, bilgiler, kültürler yarışacak. Bir partiye genel başkan seçmiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’nı seçeceğiz” sözleriyle ördü. İhsanoğlu’nu destekleyenler her ne kadar “Cumhurbaşkanı siyasetler üstü olmalıdır” dese de, gerek yapılan tercih gerekse çalışmanın muhtevası tamamen siyasettir. Nitekim Erdoğan bu fırsatı kaçırmayıp, bunun siyaset olduğunu, muhalefetin kendi siyasetine güvenmediği için bu yolu tercih ettiğini şimdiden bir propaganda aracına dönüştürerek önemli bir manevra alanı yakalamış oldu.
Bütün bunlar CHP’nin siyaseti devletle özdeş gören klasik anlayışın darlığını sürdürme ısrarının bir neticesi esasında. Meydanlarda hâlâ “biz devleti kuran partiyiz” övgüsüyle dolaşması, CHP’nin siyasetin doğasının devletle özdeş olmadığını bir türlü kavrayamadığının itirafıdır. Oysa siyaset devlet olmadan da mümkündür. Çünkü devletsiz toplumlar da mümkün. ‘Siyaset adamı’ yerine ‘devlet adamı’ vurgusunun yapılması da devlet fetişizminin bir yansımasıdır. Oysa bugünkü koşullarda siyasal başarı, devleti kurmaktan ziyade toplumu kurabilmektir, toplumda siyaseti yönlendirici kılabilmek ve bireysel özgürlüğün toplumsal temellerini inşa edebilmektir. Oysa CHP, hâlâ geçen yüzyılın tepeden inmeci mantığıyla, yukarıdan aşağıya devlet eliyle toplumu kurma nostaljisinin ötesine bir türlü geçemiyor. “Türkiye’nin Birleştirici Gücü”nün mahiyeti bu yüzden anlaşılamıyor. Zira devlet de birleştirici güç olma iddiasıyla var oluyor. “Daha çok halka gitmeliyiz artık” sözü de CHP’nin bu yöndeki kopukluğunun bir işareti aslında.
CHP yönetiminin siyaset anlayışı böyleyken en sıradan bir üyesinin siyasetini tahmin etmek zor olmuyor. Nihayetinde 30 Mart’taki yerel seçimde sandık tutanaklarını internetten arayan, sandıklara müşahit bile atayamayan bir parti var karşımızda. Daha da önemlisi, seçim zamanı dışında siyaset üretemeyen bir ruh hali var. Bu yüzden Köşk seçiminde bile CHP, siyasetiyle, siyasal alanının içindeyken bile siyaseti dışsallaştırarak ne kendi tabanına ne de halka umut olabiliyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.