Taksim için çatışıp, Kızılay için oldukça tuhaf ve geçmiş Taksim eleştirilerini taklit etmekten başka bir şey yapmayan gruplar, çok değil kısa süre sonra Kızılay iradesiyle buluşacaklar “Bu başlık da ne demek oluyor?” diye düşünmeye başladıktan sonra burada kullanılan zaman makinesi metaforunun nasıl bir anlam taşıdığını anlayabilmek için kısa bir tarih turuna çıkalım: BÖLÜM 1: Bilimsel […]
Taksim için çatışıp, Kızılay için oldukça tuhaf ve geçmiş Taksim eleştirilerini taklit etmekten başka bir şey yapmayan gruplar, çok değil kısa süre sonra Kızılay iradesiyle buluşacaklar
“Bu başlık da ne demek oluyor?” diye düşünmeye başladıktan sonra burada kullanılan zaman makinesi metaforunun nasıl bir anlam taşıdığını anlayabilmek için kısa bir tarih turuna çıkalım:
BÖLÜM 1: Bilimsel Yöntem
Büyük Gökbilimciler Kopernik, Bruno, Galilei gibi isimlerin peşinden giden ve bulunduğu çağdaki Aristo felsefesinin ve Hıristiyan dininin egemenliğine ölümcül darbeyi indiren Newton, güneş ve gezegenler arasında bir çekim kuvveti olması gerektiğini düşündü. Kendinden önce Joannes Kepler, gezegenlerin eliptik hareketlerini matematiksel olarak açıklamıştı ama büyük bir soru vardı: Neden yörüngede kalıyorlardı? İşte Newton, bunu kütle çekimiyle açıklamıştı. Hatta bunun matematiksel ilkelerini de yazdı. Cisimlerin kütleleriyle doğru orantılı, mesafeleriyle ters orantılı olarak birbirlerini çektiğini açıkladı.
Einstein ise, genel görelilik ve özel görelilik kuramlarıyla 200 yıldır etkili olan Newton görüşlerinin hakim olduğu uzay anlayışında devrim yarattı. E = mc2 formülüyle kütle-enerji eşdeğerliliği üzerine çalıştı. Ancak bizim yazımız için ilgileneceğimiz şey uzay-zamanda hızın önemi. Einstein’in çalışmalarında ve kendinden sonra yapılan yüzlerce farklı deneyde kanıtlandığı gibi doğa yasalarımızda hız sınırımız ışık hızıdır. (Saniyede 300.000 km) Bu hızı bildiğimiz evrende geçmek mümkün değildir. Ancak bu değere yakın bir hıza ulaşmak birçok şeyi değiştirir. Bu hıza ulaşıp bir süre kaldığınızda ve normal dünyaya geri döndüğünüzde yıllarca ilerlemiş bir zamanla karşılaşabilirsiniz. Zaten bu teoremlerin kendisi zamanda “geleceğe” doğru yolculuğun mümkün olabileceğini gösteriyor. Şimdi ise kısa tarih turumuzu bitirip bugüne doğru gelelim.
BÖLÜM 2: Bilimsel Olmayan Yöntem
Doğa yasaları ve bilimsel buluşlarımız geleceğe doğru zamanda yolculuk yapmanın mümkün olabileceğini gösteriyor. Ancak bugünkü bilimsellikle geçmişe doğru yolculuk yapmanın imkansız (Her ne kadar aksi durumu çalışan fizikçiler olsa da) olduğunu da söylüyor.
Ama sıkı durun! Bu yasaları alt-üst eden birileri ortaya çıktı. Hem de hiçbir bilimsel çalışma yapmadan. Soyut dünyanın dayanılmaz hafifliği içerisinde bugüne geçmişten bakabiliyorlar. Daha önce yüzlerce kez denenen bu yöntemi en geliştirilmiş haliyle ortaya sürenler “Sıhhiyeciler” adını alıyor. Ve bilimsel olmayan bu yöntemlerle tarihe damga vuruyorlar. Şimdi bu durumun ayrıntılarına bir bakalım:
2013’ün mayıs sonunda başlayan Türkiye tarihinin en büyük ayaklanmasının Ankara’daki hedefi Kızılay’dı. Bu rastgele alınmış bir karardan ziyade iktidar erkinin doğrudan egemenliğini temsil eden ve yıllardır açık hava karakoluna çevrilmiş vaziyette olan meydanı geri alma kararıydı. Ve ilginçtir “apolitik” olarak nitelendirilen toplulukların kendiliğinden kararını temsil ediyordu. Ankara siyaseti adına muhalefetin ve iktidarın yeni cephesi, siyasal gücü de temsil eden bu meydanı verip vermeme meselesi oldu. Bir meydan, siyaset söz konusu olduğunda asla bir meydan değildir. Örneğin Kızıl Meydan’a, Tahrir’e, Puerta Del Sol’a, Taksim’e, Bastille’e baktığınızda bunu sadece bir meydan olarak görmek mümkün mü? Buralar açıkça sanayi toplumlarının iki büyük kampını oluşturan işçi ve burjuva sınıflarının mücadele merkezleridir. Ve kentsel bir mekan olarak doğrudan siyaseti ve kültürü temsil eder. İktidar ve muhalefet de bu meydanlar üzerinden bütün bir toplumsal algı, yaşam ve siyaset biçimleri kurar. İşte bu meydanlardan biri de ülkemiz açısından Kızılay Meydanı’dır.
Kızılay, tıpkı Taksim gibi bir süre önce siyasi tarihimizde bir mücadele merkezi olarak unutulmuştu. Egemen sınıfın kesin üstünlüğü altında kalarak hedef konusu haline bile getirilemiyordu. Ancak Gezi direnişiyle birlikte (ki direnişler tarihsel bir devamlılığı ve hafızayı da temsil ederler) tarihin bu döneminde tekrar yukarıda anlattığımız mücadeleler açısından hatırlandı. Nasıl Taksim bundan önceki pratik mücadele sayesinde sınıf mücadelesi adına sorgulanamaz bir hale geldiyse Kızılay da o haldedir. Ve muhalefet eylemlerinin bu tür meydanlarda yapılması, mekansal sıkışmışlıktan çok daha ötede siyasal bir açılımı ifade eder. Eğer bir miting Kızılay’da yapılıyorsa bu politik açıdan Ankara’nın her yerinde yapılmış olur. Meydanı zapt eden siyasal akım Ankara’nın bütün hücrelerine de yayılma imkanı bulur. Gezi’yi de Gezi yapan ve yaygınlaştıran bu iddiadır. Bu durumu “Gezi’yi mekana sıkıştırmak” olarak okumak ancak ve ancak siyaset körlüğüdür.
1 Mayıs’ı Sıhhiye’de yapmak istemek en basit tabiriyle Gezi direnişi tarihimizde hiç yaşanmamış gibi ya da çocuklarımıza anlatacağımız güzel bir anıydı gibi düşünmektir. Fransa’da yapılan Hollande ve Sarkozy seçimlerinde ikisini ayıran temel politik olaylardan birinin ta 68 direnişi olması şaşırtıcı değildir. Bu tür ayaklanmalar ve eylem tarzları siyaseti bir daha eskisi gibi olmayacak biçimde dizayn ederler. Asla bu direnişlerden sonraki siyaset yapış tarzınız eskisi gibi olamaz.
Aynı doğrultuda siyasal tarihimiz adına işçi sınıfının en büyük mücadele günü olarak tescillenmiş 1 Mayıs’ı eski alışkanlıklarla kutlamak istemek aynı sonuçları verecektir. Einstein’a yine kulak verelim: “Aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktır.” Ancak görülen o ki aynı şey daha defalarca kez denenecektir. Çünkü zaman makinesinde geçmişe saplı kalıp yaşanarak bugünü anlamlandırmak mümkün değildir
BÖLÜM 3: Sonuç Yerine
Biraz Google arama motorunu kullandığımız takdirde ilk Taksim iradesi ortaya çıktığında ve senelerce bu iradenin arkasında durulduğunda yazılan eleştirilerle, şimdi Kızılay için yazılanlar aynıdır: “Alan fetişizmi yapılıyor, meydana sıkıştırılamaz.” Ancak Taksim için bu eleştirileri yapanlar artık sorgulanamaz biçimde Taksim kararlılığı gösteriyor. Taksim için çatışıp, Kızılay için oldukça tuhaf ve geçmiş Taksim eleştirilerini taklit etmekten başka bir şey yapmayan bu gruplar da çok değil, kısa süre sonra Kızılay iradesiyle buluşacaklar. İşin garip tarafı acaba yakın dönemde yine bir halk ayaklanması patlak verdiğinde Kızılay’a yürümekten utanmayacak mı bu arkadaşlar? Koskoca ayaklanmayı Kızılay’a sıkıştırmak istemezler herhalde?
Aslında her şey yine somut verilerce özetleniyor. Sıhhiye Meydanı’na, var olan sendika ve örgütlerin dışında katılım neredeyse sıfır noktasındayken ve bu katılımların kortejleri de düşerken, Kızılay’a bağımsız katılım yüksekti. Üstelik Kızılay’a yönelik marjinal, terörist yaftalamaları hükümet ve bazı Sıhhiyecilerle ortak propaganda ediliyorken bu durum böyleydi.
Umuyorum ki sol siyasetler açısından siyasetin kendisi bir zaman makinesi olma özelliğini kaybeder. On yıllardır sürekli politik noktanın ve somut koşulların gerisinden gelen, ona geçmişten bakan bu gruplar yazının başlığında verilen metaforu yıktıkları takdirde belli bir noktaya gelebilirler. Tersi durumda maalesef hiç ummadıklar bir zaman dilimde yok olmaya (ki eğilim de onu gösteriyor) mahkumlar. Ancak biz onları gene de “Kendi hallerine bırakmayı” tercih etmiyoruz. Çünkü tarihi değiştirme sorumluluğu alıyorsanız eğer bugünden başlarsınız. Ve bugün var olan ana-akım siyaseti de muhalefeti de değiştirmek iddianız olmak zorundadır. Zaten bu iddiaya dahi sahip olmayanların gideceği yer gene Sıhhiye Meydanı’dır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.