Sizler alıştınız mı? Şu son birkaç yıl içinde medya mahallesinde olup bitenleri kanıksadınız mı? Gönderilen, gitmek zorunda kalan, gidecek yer bulamayan onca ismi hatırlıyor musunuz? Düşünün; (hadi kendimi saymayayım) Uğur Dündar, Hasan Cemal, Can Dündar, Derya Sazak.. Yani her biri birer marka gazeteciler.. Ve daha nicesi.. Marka isimler, perde arkasındaki kahramanlar, parlak beyinler.. Merkezde değiller […]
Sizler alıştınız mı? Şu son birkaç yıl içinde medya mahallesinde olup bitenleri kanıksadınız mı? Gönderilen, gitmek zorunda kalan, gidecek yer bulamayan onca ismi hatırlıyor musunuz?
Düşünün; (hadi kendimi saymayayım) Uğur Dündar, Hasan Cemal, Can Dündar, Derya Sazak.. Yani her biri birer marka gazeteciler.. Ve daha nicesi.. Marka isimler, perde arkasındaki kahramanlar, parlak beyinler.. Merkezde değiller artık.
İşte.. En son haber + 1 kanalından geldi. Can Dündar, Mirgün Cabas, Tahir Yurtseven, Yavuz Oğhan, Tuluhan Tekelioğlu, Koray Çalışkan.. Ve daha pek çok meslektaşım + 1’den istifa etti. Etmek zorunda kaldı.
Daha önce Tuncay Mollaveisoğlu’nun Genel Yayın Yönetmenliği’nde aynı şey yaşanmıştı. O zaman da Uğur Dündar, Haluk Şahin, Özlem Gürses, Mustafa Hoş ayrılmak zorunda kalmıştı.
Filmi tekrar izledik. İçimiz parçalana parçalana. Çünkü o isimlerin her birinin yokluğu, Türkiye’nin yoksulluğu anlamına geliyor. Milyonların yoksunluğu anlamına geliyor. Ne yazık!
“MAAŞ FALAN YOK”
+ 1’in ciddi bir ekonomik kriz içinde olduğunu biliyorduk. Başından beri öyleydi zaten. “Patronu” Altan Ertürk, önce Tuncay Mollaveisoğlu ve müthiş bir ekibin, sonra da Can Dündar ve arkadaşlarının büyük çabasıyla “televizyon patronu” olmuştu. Ama, bu son ekipteki arkadaşlarıma söylediği gibi “maaş falan ödeyecek parası” yoktu.
Üstelik, bugün olmadığı gibi, anlaşılan yarın da olmayacaktı.
Çünkü, istifa etmek zorunda kalan genç meslektaşlarımdan birine –onun anlattığı kadarıyla- şöyle demişti:
“Bıktım senin her ay maaş da maaş diye kapıma dayanmandan. Yeter artık. Programını kaldırıyorum, seni de kovuyorum. Tamam mı!”
Ne denir böyle bir durumda? Elbette hiçbir şey.
Çünkü devir, böyle bir devir.
Çalışanları –hiç değilse kilo hesabıyla değil ama- sayıyla devir ve satın alan havuz medyası patronları..
Çalışanlarına para ödememeyi “anlaşılabilir bir mazeret” sayan nevzuhur medya patronları..
Çalışanları “küçülüyoruz” diye sokağa atan.. Zira “bu kadar habere ne gerek var” diye düşünen.. Hatta zaten “olmasa daha iyi” Ankara haberlerine hiç gerek olmadığı için Ankara bürosunu kapatan (sözde) merkez medya patronları..
SURVİVOR DEVRİ
Her gazetecinin eksikliği, demokrasinin / Türkiye’nin ve dolayısıyla sizin eksikliğiniz.
O eksikliği dolduransa “açların yarışı”. Yani Survivor.
Elin formatını alıp size sattığı için adı “dahi televizyoncuya” çıkan Acun Ilıcalı’nın Survivor programı, hep zirvede. En çok o izleniyor.
Örneğin, geçtiğimiz pazartesi totalde her dört kişiden, AB (yani okumuş yazmışlar) grubunda ise her üç kişiden biri Survivor seyretmiş. Açların bir lokma ekmek için yarıştığı, kazananların “kaybeden açların gözü önünde” kırış kıyamet sevindiği bir program.. Gencecik insanların birbirini ispiyonladığı.. Birbirinin kuyusunu kazdığı bir yarışma.. Hayatta ve ayakta kalabilmek için her yolun mubah sayıldığı bir “format”!
Ekranda bu vahşi yarış akıp giderken medya ıssızlaşıyor. Sessizleşiyor. Gazeteciler birkaç liman dışında internet sitelerine sığınıyor. Başka meslekler denemeye başlıyor. Gencecik meslektaşlarım açlıkla, anne – baba evine sığınmayla imtihan ediliyor. Oysa seslerini cezaevindekiler kadar bile duyan yok.
ALÇAKLIK VE KORKAKLIK
Yurt’daşlarım Haluk Şahin ve Cüneyt Ülsever dün aynı konuda şahane birer yazı
Ahmet Altan, (uzun zaman sonra) geçenlerde konuştu. Gazeteciliğin tarifini yaptı:
“Bana sorarsanız yüzde doksan dokuzu alçaklık ve korkaklık, yüzde biri ise dürüstlük ve cesaret olan bir meslektir. Ve o yüzde birlik kısmıyla dünyayı da hayatı da değiştirmekte büyük rol oynar.”
Ahmet Altan’ın, kendisini o yüzde 1 içinde gördüğüne hiç şüphem yok. Oysa o ve arkadaşları TARAF Gazetesi ile medyanın en “ayıp” sayfasını yazdılar.
Bugün masumiyetlerini herkesin anladığı ve kabul ettiği insanları.. Gazetecileri.. Düşünce insanlarını haberleriyle itibarsızlaştırdılar. Yetmedi. İhbar ettiler.
Dün Haluk Şahin’in yazdığı gibi, aralarında benim de bulunduğum 137 kişiyi “darbe sırasında kullanılacak gazeteciler” diye isim isim verdiler.
NTV’yi ve Mirgün Cabas’ı “Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterini düşürmek” gibi akıl almaz bir suçla itham ettiler.
Kanal D Haber’de kısacık bir araştırmayla “tümüyle ilgisiz ve maksatlı” olduğunu anladığımız ve bu yüzden kullanmadığımız uydu görüntülerini kullandılar. Ve o görüntüler üzerinden “17 askerin şehit olduğu Aktütün baskını biliniyordu, ama önlenmedi” diye manşet attılar. Bu yüzden TARAF okuyucuları ve onun dümen suyunda giden medyanın izleyicileri, “o görüntülerin aslında Kuzey Irak’ta farklı birkaç yere ait olduğunu” öğrenemedi.
Hepsi bu değil elbette. Dahası, çok daha fazlası var.
Ama işte, o haberlere genel yayın yönetmeni olarak imzasını atan Ahmet Altan bize gazeteciliği anlatıyor. Hem de adı Bağımsız Gazetecilik Platformu olan bir yerde.. Ve “3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü”nde.. Peh peh peh!
Cüneyt Ülsever’in yazdığı gibi, “hicap” (utanma) diye bir şey kalmamış!
KİM TUTAR YİĞİT’İ!
Başbakanlık baş danışmanlarından.. Belli ki ekonomi konusunda danışılası bir deha.. Gazete yazarı.. Televizyon şahsiyeti.. AKP Gençlik Kolları’nın vazgeçilmez konuşmacısı.. Telekinezi konusundaki araştırmaları nedeniyle ödülü hak eden fizikçi..
Son olarak Türk Telekom’un (ayda yaklaşık 40 bin lira ücretle) yönetim kurulu üyesi..
Tanıdığım için rahatlıkla söyleyebilirim. Yiğit Bulut bunları fazlasıyla hak ediyor. Çok uğraştı çocuk. Ulusalcılıktan AKP’liliğe.. Erdoğan düşmanlığından “dünya lideri” güzellemelerine dönüş kolay mı! Rica ederim yani!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.