Çanakkale Savaşı’na M.Kemal komutan diye, olmadık ilerici misyonlar yükleyenler büyük bir çelişki ve açmaz içindedirler. Bu kesimler, M.Kemal sevgisi adına Kurtuluş Savaşı’nı ve Osmanlı-Cumhuriyet kopuşunu önemsizleştirdiklerinin farkında değiller midir? İnsanların yaşamında olduğu gibi ulusların da yaşamında kritik yol dönemeçleri vardır. O dönemeçte alınan kararlar, gösterilen azim ve kararlılık daha sonraki hayatın nasıl, ne yönde, ne […]
Çanakkale Savaşı’na M.Kemal komutan diye, olmadık ilerici misyonlar yükleyenler büyük bir çelişki ve açmaz içindedirler. Bu kesimler, M.Kemal sevgisi adına Kurtuluş Savaşı’nı ve Osmanlı-Cumhuriyet kopuşunu önemsizleştirdiklerinin farkında değiller midir?
İnsanların yaşamında olduğu gibi ulusların da yaşamında kritik yol dönemeçleri vardır. O dönemeçte alınan kararlar, gösterilen azim ve kararlılık daha sonraki hayatın nasıl, ne yönde, ne şekilde gelişeceğini de belirler.
Çanakkale Savaşı, bir tarihsel kavşaktır. İngilizlerin, Fransızların, Rusların, Almanların tarihi açısından da böyledir; ama asıl olarak Anadolu’nun kaderi ve tarihi açısından böyledir.
Çanakkale büyük bir trajedidir. Bu büyük savaş, tarihin gördüğü en kanlı muharebelerden biri olmuştur. Her ki tarafında aşağı yukarı eşit kayıp verdiği 600 bin civarında cana malolan bu savaşta, yaşanan acılar o kadar büyüktür ki, arkasında sayısız söylenceler, destansı anlatımlar ve ağıtlar bırakmıştır.
Çanakkale öncesi siyasal duruma baktığımızda, bu süreçte bir zamanların kıtalararası emperyal imparatorluğu Osmanlı’nın ciddi bir gerileme ve hatta çöküş sürecine girdiğini görmekteyiz. Balkan Savaşları’ndan sonra Osmanlı, Avrupa kıtasındaki tüm topraklarını yitirmiş, güç ve itibar kaybetmiş, bir zamanların güçlü imparatorluğu o günlerde büyük güçlerin paylaşım hesaplarının konusu haline gelmişti.
Tarih yeni bir paylaşım savaşına doğru ilerlerken, gerileme sürecindeki Osmanlı ve her şeyden önce de Boğazlar, yeni paylaşım hesaplarının baş sırasında yer almaktaydı.
Çanakkale’de Anadolu insanının, kendi ata ve dedelerinin yaşadığı toprakları düşman işgalinden korumak gibi çok halisane duygularla savaştığı bir gerçektir. Ama Çanakkale Savaşı’nı tarihsel gerçekler ve siyasal kriterler ekseninde nasıl değerlendireceğiz. Çanakkale Savaşı ile ilgili yapılan pek çok yoruma ve paylaşıma bakıldığında bu savaşın Anadolu’yu bölmek, parçalamak ve paylaşmak için gelen saldırgan İngiliz emperyalizmine karşı Anadolu insanının vatanının korumak amacıyla verdiği soylu ve büyük bir direniş anlatımının hakim olduğunu görmekteyiz. Hatta Çanakkale Savaşı’nı tarihin gördüğü en büyük anti-emperyalist savaşlardan biri olarak takdim eden pek çok yoruma da rastlamaktayız.
Doğrudur eğer, Çanakkale’de bu büyük direniş gerçekleştirilmemiş olsaydı, yalnızca Osmanlı çökmüş olmayacak, Anadolu da muhtemelen o tarihlerde paylaşılmış olacaktı. Ve büyük olasılıkla ondan sonraki tarihin seyri de bambaşka gelişecek ve yazılacaktı. Mustafa Kemal ve arkadaşları, daha sonra aynı emelle Anadolu’yu işgale gelen büyük devletlere karşı Kurtuluş Savaşı’nı örgütlerken, Çanakkale’de ve Conkbayırı’ndaki büyük mücadelenin maddi ve manevi gücünü de arkalarına almış olmanın büyük faydasını gördüler. Daha sonraki yıllarda Kurtuluş Savaşı başarıyla sonuçlandırılabilmişse Çanakkale Savaşı’nın çok önemli ve yol açıcı bir rolü olmuştur.
Bu niteliği ile ama yalnızca bu niteliği ile Çanakkale Savaşı bir “ön Kurtuluş Savaşı”dır.
Çanakkale’den Conkbayırı’na uzanan coğrafyada verilen bu savaş yalnızca Türkiye ulusal kurtuluş savaşı açısından değil diğer mazlum ulusların bağımsızlıkları açısından da esin ve güç kaynağı olmuştur. Zira kritik önemdeki bu savaş son derece yetersiz asker ve silah sayısına karşın, kendi topraklarını savunmak isteyen Anadolu halkının azmiyle, teriyle, tırnağıyla ve kanıyla kazanılmıştı. O tarihte İngiliz Donanma Bakanlığı’nı yapan Churcill’e göre, itilaf devletlerinin büyük gücü karşısında Türklerin gücü çok yetersizdi ve Çanakkale’de olacak savaş, büyük bir savaş olarak değil, basit ve sınırlı bir cezalandırma hareketi olarak tarihe geçecekti.
Büyük emperyal güçlerin her zaman ve müzmin şekilde tekrarladıkları bir hata vardır. Onlar vatanı işgal edilen bir halkın büyük manevi direnme gücünü hesaba katmazlar ve küçümserler. İşte bu aynı hatayı Churcill de tekrarlıyordu ve tarih çok geçmeden bu küçümsemenin ağır ve trajik faturasını Churcill’in de önüne koyacaktı. Çok eşitsiz asker ve silah güçleriyle karşı karşıya gelmelerine karşın İngiliz ve Fansız kuvvetleri Çanakkale’yi denizden geçme emellerinde başarıya ulaşamadılar. İşte bu nedenle bu savaş yalnızca Türkiye ulusal kurtuluş savaşı açısından değil diğer mazlum ulusların bağımsızlıkları açısından da esin ve güç kaynağı olmuştur.
Ama bütün bunlar Çanakkale Savaşı’nın aynı zamanda bir anti-emperyalist savaş olduğunu gösterir mi?
Çanakkale savaşı temelde bir yurt savunması (anti emperyalist) savaşı değildir…
Bu savaşın Anadolu’yu bölmek, parçalamak ve paylaşmak için gelen saldırgan İngiliz emperyalizmine karşı Anadolu insanının vatanını korumak amacıyla verdiği soylu ve büyük bir direniş olduğu anlatımı, tablonun kendisini değil, yalnızca bir bölümünü yansıtmaktadır.
Bu konudaki en büyük yanılgı Çanakkale Savaşı’nın sanki kendi içinde bağımsız bir savaşmış gibi sunulmasından kaynaklanmaktadır. Yine öyle anlatımlara rastlanmaktadır ki, savaşın tarafları sanki Mustafa Kemal ve İngiliz emperyalizmi… Oysa savaşın tarafları Osmanlı İmparatorluğu ve İngilizler… Ama tam olarak bunlar da değil… Hiç unutulmaması gerekiyor ki Çanakkale Savaşı, iki emperyalist kutbu tarifleyen İttifak Devletleri ile İtilaf Devletleri’nin genel emperyal paylaşım savaşımının bir halkası yalnızca. Çanakkale Savaşı’na M. Kemal’in komutanlık yapması, ya da ikincil etmen olarak Osmanlı monarşisine karşı burjuva ulusalcı çizgiyi, yani ilerici bir siyasal pozisyonu temsil ettiği düşünülen İttihat Terakki iktidarının o yıllarda Osmanlı iktidarı üzerinde etkili olması –ve savaşa da zaten onların marifetiyle girilmiş olması da- yanılgıya yol açan temel faktörlerden biridir. İnsanların yaşamında olduğu gibi ulusların da yaşamında kritik yol dönemeçleri vardır. O dönemeçte alınan kararlar, gösterilen azim ve kararlılık daha sonraki hayatın nasıl, ne yönde, ne şekilde gelişeceğini de belirler.
Oysa Çanakkale iki emperyalist gücün savaşıydı ve ölen İngiliz ve Osmanlı askerleri de bu savaşın kurbanlarıydı. 1915’teki Çanakkale Savaşı’nın 1920’lerdeki Kurtuluş Savaşı ile aranırsa muhakkak ki bağlantıları kurulabilecektir. Ama bu bağlantıların iki savaşı eşit nitelikte gösterilmek amacıyla kullanılması, ne tarihsel, ne siyasal açısından anlamlı ve doğru olmayacaktır. 1915’teki Çanakkale Savaşı ile 1920’lerdeki Kurtuluş Savaşı birbirinden çok farklı amaçları, hedefleri ve önderlikleri olan iki ayrı savaştır. Biri, Çanakkale Savaşı, emperyalist güçler arası bir savaş iken, Kurtuluş Savaşı yok olmaya yüz tutmuş bir emperyalist Osmanlı’nın külleri üzerinden, hem Osmanlı’ya hem de emperyalist güçler ve onlarla işbirliği içindeki Yunan ordularına karşı verilmiş bir anti emperyalist bağımsızlık savaşıdır.
Çanakkale Savaşı sürecinde Osmanlı’nın emperyal bir güç olmaktan uzaklaşan ve Alman emperyalizminin denetiminin ağır bastığı bir “hasta adam” olması veyahut da Çarlık Rusya’sı tarafından yutulma tehdidine karşı böyle bir savaşa biraz da zorunlu olarak sürüklenmiş olması, tabloyu yalnızca daha net ve bütünlüklü biçimde anlamamıza yol açar. Ama 1. Dünya Savaşı’nın aktif taraflarından biri olan Osmanlı’yı, ülkesinin işgal girişimine karşı yurt savunması veren bir ülke statüsünde ele almak gibi yanlış ve çarpık bir yaklaşımı haklı kılmaz.
Elbette emperyalist savaşların karşı tarafı bölmek, yıkmak, hegemonya altına almak gibi amaçları vardır…Ve elbette ki Osmanlı da gerileyen bir güç olarak karşı emperyalist blokun iştahını kabartan bir coğrafya idi. Bunlar doğru da; peki tersi de doğru değil mi? Osmanlı’nın dahil olduğu emperyalist blokun amaçları da aynı değil miydi? Onlar da karşı güçleri yenip, bölmek, yıkmak ve kendi egemenlik alanına dönüştürmek istemiyorlar mıydı? Osmanlı kendi vatanının savunmanın çok ötesinde, bu emperyalist amaç ve heveslerin de bir parçası değil miydi 1. Emperyalist Savaş’ta…
Eğer böyle değilse, savaş Çanakkale’ye gelip dayanmadan önce Osmanlı orduları Kafkasya’dan Hicaz ve Yemen’e kadar geniş bir coğrafyada emperyalist heveslerle değil de yurt savunması için mi savaşmaktaydı?
Anti emperyalist bağımsızlık savaşı veren bir ülkenin, aynı zamanda başkalarının toprakları üzerinde hegemonya tesisi güden bir savaşın içinde aktif bir taraf olması olanaklı mıdır? Böyle bir şey bağımsızlık ve anti emperyalizm kavramının içeriği gereği olanaksızdır…
Osmanlı bu tarihlerde gerçekten de çöken bir emperyalist güç ve elbette bu “hasta emperyal güç” gerçek bir yarı sömürgeleşme süreci de yaşıyor… Ama Osmanlı emperyal niteliğini korumaya ve kendine yeni bir çıkış yolu da bulmaya çalışıyor bu savaşla.
Sonuçta Osmanlı tüm bu karmaşık nedenlerle bu savaşın temel bloklarından birine yaslanarak emperyalist savaşın açık bir tarafı olmuştur. “Açık bir paylaşım savaşının açık bir aktörü” olan Osmanlı’nın, bu paylaşım savaşının halkalarından biri olan Çanakkale Savaşı’ndaki konumunun, salt savaşın kendi ülke sınırlarına dayanmış olması nedeniyle, anti emperyalist olarak nitelendirilmesi asla söz konusu olamaz. Böyle bir değerlendirme özü itibariyle, 2. Dünya Savaşı sonunda yenilmeye başlayarak Berlin’i savunmak zorunda kalması nedeniyle Hitler’i, bir yurtsever olarak nitelendirmek kadar saçmadır. Ya da örneğin Türkiye 2. Dünya Savaşı’na Almanya’nın tarafında girmiş olsaydı –ki girmesine ramak kalmıştı– ve İsmet Paşa’nın liderliğindeki Türkiye, İngiltere, ABD, SSCB güçleriyle değişik cephelerde savaşsaydı ve yenilerek geri çekildiğinde savaş doğal olarak kendi sınırlarına gelip dayanmış olsaydı, bu savaşı salt bu nedenle anti emperyalist bir yurt savunması olarak mı niteleyecektik? Elbette ki hayır.
Tam da bu nedenle Çanakkale Savaşı, garip biçimde hem eski Osmanlı Monarşisi’nin taraftarları hem de Cumhuriyetçi Kemalistler tarafından aşağı yukarı aynı heves ve heyecanla savunulagelmiştir. Osmanlı monarşisinin taraftarlarını anlamak olanaklıdır ama Çanakkale Savaşı’na M.Kemal komutan diye, olmadık ilerici misyonlar yükleyenler büyük bir çelişki ve açmaz içindedirler. Bu kesimler, M.Kemal sevgisi adına Kurtuluş Savaşı’nı ve Osmanlı-Cumhuriyet kopuşunu önemsizleştirdiklerinin farkında değiller midir? Bu bir cehalet midir? Yoksa Cumhuriyet kopuşunu (devrimi) önemsizleştirmek ve Cumhuriyet-Osmanlı barışını yeniden tesis etmek için bilinçli bir çaba mıdır? Niyet ne olursa olsun sonucun ikinciye çıktığı açıktır..
—
Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’nda Çanakkale dışında savaştığı cepheler…
* Kafkasya Cephesi (1914-1918), Rusya’ya karşı.
* Sina ve Filistin Cephesi (1914-1918), İngiltere’ye karşı.
* Irak Cephesi (1914-1918), İngiltere’ye karşı.
* Hicaz-Yemen Cephesi, İngiltere ve Araplara karşı.
* Çanakkale Cephesi (1915), İngiltere, Fransa ve Commonwealth (İngiliz Milletler Topluluğu) güçlerine karşı.
İkinci Dereceden Cepheler;
* İran Cephesi (1914-1918), Rusya ve İngiltere’ye karşı.
* Galiçya Cephesi (1916-1917), bir Osmanlı kolordusu 1916-17’de Berezhany kasabası çevresinde Rusya’ya karşı Avusturya-Macaristan safında savaşmıştır.
* Makedonya Cephesi (1916-1918), 10. ve 20. Osmanlı Kolordusu Alman ve Bulgar birliklerinin yanında İngilizlere, Fransızlara ve Sırplara karşı savaşmıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.