Bu analizi okuduktan sonra yediklerinizi bir kez daha gözden geçireceksiniz… Türkiye’nin kırsal yaşamı 30 Mart yerel seçimlerinden sonra yeni bir döneme girecek. Büyükşehir Yasası’yla birlikte köklü bir dönüşüm geçirecek olan kırsal nüfus için hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Bundan en çok etkilenecek olanlar ise tarım ve hayvancılıkla uğraşan, bir başka deyişle “geçimlik tarımla” yaşamını […]
Bu analizi okuduktan sonra yediklerinizi bir kez daha gözden geçireceksiniz…
Türkiye’nin kırsal yaşamı 30 Mart yerel seçimlerinden sonra yeni bir döneme girecek. Büyükşehir Yasası’yla birlikte köklü bir dönüşüm geçirecek olan kırsal nüfus için hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Bundan en çok etkilenecek olanlar ise tarım ve hayvancılıkla uğraşan, bir başka deyişle “geçimlik tarımla” yaşamını sürdüren aileler olacak. Ulusal gıda güvenliği için oldukça yaşamsal olan bu dönüşümün yaratacağı olumsuz sonuçlara değinen kimi uzmanlara göre Türkiye’nin gıda güvenliği küresel gıda kartellerinin denetimine geçecek.
BM, 2014’ü ‘aile çiftçiliği’ yılı ilan etti
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde 500 milyonun üzerinde ailenin geçimini çiftçilikle sağladığı belirtiliyor. Bu gerçeği gören Birleşmiş Milletler, 2014’ü “Uluslararası Aile Çiftçiliği Yılı” ilan etti. Bu kapsamda aile çiftçiliğinin açlık ve yoksullukla mücadele ve doğal kaynakların korunması açısından öneminin vurgulanması amaçlanıyor.
Küresel gıda oyununun sırları
Dünyanın pek çok ülkesinde geleneksel tarım yöntemleri konusunda araştırmalar yapan Araştırmacı Erhan Ünal, yaptığı çalışmalarda, kitlesel besi hayvancılığının ortaya çıkardığı dehçet verici sorunlara değinirken aile çiftçiliğinin önemine vurgu yapıyor. Beslenme ve gıda üretimi konusunda dünyanın bugün geldiği noktada küresel finans oligarşisinin denetiminde sürdürülen ekonomik modele ilişkin çarpıcı ayrıntılar aktaran Erhan Ünal, kitlesel üretim modeliyle yetiştirilen tavukların kanibalizm adı verilen bir tür yamyamlık hastalığına yakalandığını belirterek antidepresan ilaçlarla sakinleştirilebildiğini söylüyor ve uyarıyor: “Bu demektir ki sağlıklı insanlar hiç farkında olmadan yedikleri etlerle birlikte antidepresan ilaç artıklarına maruz kalmış bulunuyorlar.”
İşte Türkiye’nin kırsal nüfusunu hızla tasfiye etmeye hazırlandığı bir dönemde Araştırmacı Erhan Ünal’dan kitlesel besi hayvancılığı, genetik yönlendirme ve antibiyotik sarmalına dair çarpıcı bir değerlendirme…
Hayvancılık zıvanadan çıktı
“Kitlesel Besi Hayvancılığı’nı uygulanabilir kılmak için, öncelikli olarak bütün canlıların en temel yapı taşları, olan ‘genetiği’ ile oynayarak sisteme uyarlı hale getirilmesi gerekmektedir. Geçmişte hayvancılık, özellikle ırkların ıslahı, yetiştiriciliği ve dağıtımı genellikle devlet kontrolu altındaydı. Küresel Finans Oligarşisinin (KFO), ABD aracılığı ve Birleşmiş Milletler Kurumları (Dünya Bankası, WTO, İMF, vs.) vasıtası ile sürdürdüğü ‘Liberal Ekonomi’ baskıları ile hayvan yetiştiriciliği devletlerin kontrolünden çıkarıldı. Böylelikle özel kuruluşların eline geçen hayvan yetiştiriciliği, Küresel Merkez’in (KFO) planları uyarınca, yeniden yapılandırma operasyonlarına tamamen teslim edilmiş oldu. İnsanların onbinlerce yıl önce evcilleştirdikleri bu hayvanların milyonlarca yılda, yaşamın içerisinden süzülerek oluşup gelen genetik yapıları, insanların elinde adeta ‘yazboz tahtasına’ dönüştü. Biyoteknoloji konusunda belli bir operatif beceriye ulaşabilmiş şirketler (özellikle ABD ve AB de), söz konusu canlılar ve insanlar için olası tehlikeli ve geri dönüşü imkansız (!) sonuçları göz ardı ederek ‘genetik oynamaya’ giriştiler. Bu kuruluşlar artık günümüzde faaliyet alanlarını, ‘hayvan yetiştiriciliği’ olarak değil, ‘Livestock genetiks’ (hayvan genetiği sanayiciliği) olarak adlandırmaktalar. Bir açıdan doğrudur da, işin hayvan yetiştiriciliği ile uzaktan yakından ilgisi kalmamıştır. Konu, amiyane tabiri ile zıvanadan çıkmıştır, görelim:
İlaçsız hayvancılık artık mümkün değil
“Endüstiriyel olarak geliştirilen sığır, domuz ve kanatlı hayvan damızlık türleri özel olarak ‘besi yemi’ ile beslenme ve kitlesel olarak barındırma şartlarına göre üretilmişlerdir. Bu yüzden ‘besi yemi’ ve ‘ilaç desteği’ olmaksızın, beklenen ağırlık artışı veya süt ve yumurta performansına ulaşmaları mümkün değildir. Böylesi bir besicilikte ki buna ‘eziyet besiciliği’ de denilmektedir, yeterli hareket edemeyen bu hayvanların bacakları sıklıkla sakatlanmaktadır. Kemik yapısı artan genel ağırlığa paralel olarak gelişemediğinden bu hayvanlarda sıklıkla durdukları yerde kemik kırılmaları görülür. İneklerin memeleri genellikle kronik olarak iltihaplanmıştır (Mastitis). Kanatlı hayvanların ve domuzların önemli bir kısmı kesimden önce ölmektedirler. İneklerin ikinci veya üçüncü doğumdan sonra kesime yollanarak yerlerine yenilerinin konması gerekmektedir…” (Fleischatlas s26, Heinrich Böll Stiftung, Bund für Umwelt- und Naturschutz ve Le Mond Diplomatiq ortak çalışması)
İşinde gücünde, günlük yaşamın gereklerini yerine getirebilmek için koşuşturan insanların farkında olamayacakları bu gelişmeler herkesin ve genç nesillerin sağlığını ve dolayısı ile yaşamını tehdit eder duruma gelmiştir. Yukarıda tarif edilen, “besi yemi ile beslenme ve kitlesel olarak barındırma şartlarına göre üretilmiş” hayvan cinsleri nasıl şeylerdir diye, bu noktada sormak gerekir.
Tavuk ihtiyacının 4 şirket karşılıyor
Hibrit mısırı geliştirmiş olan ABD merkezli tohum konzern’i Pioneer, hibrid tavuk yetiştirmeyi de becermiştir. Bu genetik manuplasyonu giderek hindi ve hibrid domuza kadar uzanmıştır. Bu gelişme küresel olarak süratle yayılmış ve bir çok kuruluş damızlık hayvan yetiştiriciliğine girişmişlerdir. Fakat kısa zamanda bazı kuruluşlar pazara hakim olarak diğer kuruluşları yok etmişlerdir. İsviçrede ki bağımsız bir sivil toplum kuruluşu (NGO) olan “EvB” (Erklärung von Bern), günümüzdeki hayvan yetiştiriciliği konusu ile ilgili şu bilgileri aktarıyor: “Dünyada 1989 ve 2006 yılları arasında kanatlı hayvan genetiği konusunda var olan bioteknoloji kuruluşları, et tavuğu alanında 11’den 4’e, yumurta tavuğu alanında ondan üçe düşmüşlerdir. Dünya pazarının hindi palazı ihtiyacını sadece üç şirket karşılamakta ve sadece iki şirket dünya çapında ördek yavrusu satmakta. Ördek yavruları da aynen tavuk civcivlerinde olduğu gibi günlük civciv olarak kartonlar içerisinde dünyanın bir ucundan öteki ucundaki besi, yada yumurta fabrikalarına uçakla yollanmaktalar.”
Doğal seleksiyon devre dışı
İnanılır gibi değil! Birkaç kuruluş, dünyada var olan binlerce sığır, koyun, keçi ve kanatlı hayvan cinslerini bir kenara itiyorlar ve yerine genetik yapılarını küresel merkezin planları doğrultusunda değiştirdikleri ‘standart’ cinsleri yerleştiriyorlar. Dünyada yaşamı bugünlere taşıyan ‘evrim’in motoru olan ‘doğal seleksiyon’, devreden çıkarılıyor ve yerine sonunun nereye varacağının kestirilmesi mümkün olmayan, yapay bir genetik modele küresel olarak hakimiyet kazandırılıyor. Olgunun dehşet verici boyutunu tam olarak ifade edebilecek kelimeler bulamıyorum.
Fransa’da yediğiniz tavuk ile İstanbul’daki kardeş olabilir
Küresel olarak damızlık monopolunu ellerine geçirmiş olan kuruluşlar, ‘genetik kodlarını’ değiştirdikleri damızlık hayvanları tabiiki satmamakta ve çok iyi korumaktalar. Besicilere yollanan yavru hayvanlar kısır, yani domates veya hıyar da olduğu gibi ‘hibrid’dirler. Burada göze çarpan bir diğer özellik de, besicilere yollanan yavru hayvanların çok az sayıdaki damızlık hayvanlardan çoğaltılmış olmalarıdır. Bir damızlık horozdan 28 bin, bir damızlık boğadan 1 milyon döl alınabilmekte. Küresel olarak, milyonlarca sığır ve domuzun genleri, 100’den az damızlık hayvandan gelmektedir. Kanatlı hayvanlarda ise bu sayı iki düzinenin altındadır. Bu durum şunu ifade etmektedir: Fransada yediğiniz kızarmış tavuk ile İstanbul’da süper marketten aldığınız piliç ‘kardeş’ olabilir. ABD’de yediğiniz biftek ile İzmir’de satın aldığınız dana kıyması ‘kardeş’ olabilir. Olursa ne olur diyebilirsiniz. Lakin en başta görünen o ki milyonlarca yılda oluşmuş olan türlerin çeşitliliği (bio diversite) bir daha geri getirilemeyecek şekilde kaybolup gitmektedir.
‘Genetik bomba’
Bioteknoloji konusunda başı çeken kuruluşlardan da biraz bahsedelim. Sığır ve domuz genetiği konusunda dünyada 1 numara, merkezi İngiltere’de olan Genus PLC. Bu kuruluş günümüzde 30 dan fazla ülkede faaliyet göstermekte. Madison (Kentucky/USA) ve Cambridge/İngiltere de laborotuarları bulunmakta. Hollanda merkezli Koepon Holding’e dahil Alta Genetics de bu alanda ikinci büyük kuruluş. Domuz genetiği alanında Genus’dan sonra ikinci büyük firma yine Hollanda merkezli Hendrix Genetics’e ait bir kuruluş olan Hypor. Kanatlı hayvan genetiğini şekillendirenlerin başında ise Almanya merkezli Eric-Wesjohan-Gruppe gelmekte. Bu kuruluş özellikle beyaz yumurta tavuğu, et tavuğu ve hindi alanında başı çekmekte. Groupe Grimaud ise Fransa merkezli ve bu alanda ikinci büyük kuruluş. Bu kuruluşlar ve ilk 10’a giren diğer bioteknoloji kuruluşları ile beraberce, günümüzde ister kasaptan yada marketten alalım, ister dışarda herhangi bir şekilde pişirilmiş olarak yiyelim önümüze gelen kanatlı hayvanların genetik olarak yüzde 90’ını oluşturmakta ve besicilere yollamaktadırlar. Kısacası küresel olarak bütün insanlık, ne zaman ve nasıl patlayacağı henüz bilinmeyen bir ‘genetik bombasının’ üzerine oturtulmuştur. Bu patlamanın sonuçlarını kestirmeyi becerebilecek hiçbir bilim insanı da yoktur.
Antibiyotikler, antidepresanlar ve diğerleri…
Kitlesel besiciliğin iki temel taşıyıcısı (kaidesi); yapay yem ve genetik manuplasyondur. Bu ‘Dr. Frankeştayn’ vari uygulamaların üçüncü ayağı ise besicilikte kitlesel ilaç uygulamalarıdır. Başka bir deyişle, halk arasında bakteriyel hastalıklara karşı kullanıldığı bilinen antibiyotikler kitlesel besicilikte de kitlesel olarak kullanılmaktadır. Yalnız aradaki önemli fark şudur ki antibiyotikler burada sadece hastalıklara karşı değil, aynı zamanda hastalıkları önleyici (preventif) ve besi (semirtme) hızlandırıcısı olarak da diğer başka ilaçlarla birlikte yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Tekrar EvB’den bu konuda bir alıntı ile konuyu açalım: “…Almanya da kullanılan tüm ‘antibiyotiklerin’ üçte biri hayvancılıkta kullanılmaktadır. Çinde ise bu oran yarı, yarıyadır. Antibiyotiklerin ‘semirtmeyi hızlandırıcı’ olarak kullanılmasının serbest olduğu, Amerika Birleşik Devletlerinde kullanılan antibiyotik miktarı, hasta odalarında kullanılandan sekiz kat daha fazladır. Netice ise gittikçe artan, antibiyotiklere karşı dirençli bakteriler ve gittikçe artan sayıda, hastalıkları bilinen antibiyotikler ile tedavi edilemeyen insanlar. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) insanlık tarihinin en büyük sağlık tehdidinden bahsetmektedir. (…) Hayvan üretiminin endüstirileştirilmesi ve küreselleştirilmesi hayvan hastalıklarının etkilerini ciddi boyutlarda arttırmıştır. Günümüzdeki salgın hastalıkların maliyeti, hayvancılık sektörünün genel cirosunun yüzde 17’sine ulaşmış durumdadır. Dünya Bankası ‘kuş gribi’ hastalığının dünya çapındaki maliyetini 1,25 trilyon dolar olarak tahmin etmekte…”
Yukardaki kısa fakat çarpıcı ifadeler konunun bütün boyutları ile çerçevesini çizmekten uzaktır. Bununla beraber antibiyotiklerin önleyici (preventiv) olarak bu derece büyük boyutlarda kullanılması, insanlar açısından son derece ciddi tehlikelerin habercisidir. Bu açıdan ‘antibiyotik’ konusu iyi anlaşılması gereken bir konudur. İlaç konusunda diğer önemli bir alana daha dikkat çekmek isterim. Bölüm başında antibiyotiklerin yanı sıra diğer ilaçların da kullanıldığını belirtmiştim. Bir haber ile, bu ‘diğer’lerden de kısaca bahsedelim.
Ractopamin…
Rus resmi makamları tarafından ABD den ithal edilen domuz ve sığır etlerinde yasaklı madde olan Beta Bloker* Ractopamin bulundu. Rus Hayvan ve Bitki sağlığı merkezi (Rosselkhoznadzor)’un sözü geçen tarihte bildirdiğine göre Kanada ve ABD’den ithal edilen etlerde, büyümeyi hızlandırıcı maddeler tesbit edildi. Sözü geçen ülkelerde bu ilaçlar besi yemine karıştırılmakta (Deutsch Russische Nachrichten | 28. Ocak 2013, Saat,15:15).
‘Kanibalizm’ hastası tavuklar
Gerek büyük baş hayvanlar, gerekse kanatlı hayvanlar çok dar ve kapalı alanlara sıkıştırılmışlardır. Hayvan, karekterinde olan eşinme, temizlenme ve diğer sosyal dürtülerinin hiç birisinin gereğini yerine getirememekte ve neticede psikolojik bozukluklar göstermektedirler. Bu davranış bozukluklarından en önemlisi hayvanın etrafındaki demir parmaklıklara kendini çarparak yaralaması, tavuklarda ise diğerlerini devamlı olarak gagalamaya başlamasıdır. Bir kere kan çıkınca diğer tavuklarda bu psikoza katılmakta ve bu böyle sürüp gitmektedir. Tavuklardaki bu hastalığın adı ‘Kanibalizm’dir. Binlerce kanatlı hayvanın bir arada yaşadığı bu alanlarda böylesi bir hastalığın yayılması besici açısında çok tehlikeli olup, önlemek için hayvanlara belli aralıklarla yatıştırıcı, sakinleştirici (Antidepresan) ilaçlar, yem veya içme suları ile verilmektedir.
Antidepresan ilaç artıkları da kesim sonrası insanların önüne gelen, kanatlı hayvan etlerinde bulunmaktadır. Bu demektir ki sağlıklı insanlar hiç farkında olmadan yedikleri etlerle birlikte antidepresan ilaç artıklarına maruz kalmış bulunuyorlar. Vücut ağırlıkları, yetişkinlere oranla çok daha az olan çocukların, bu sakinleştirici ilaçlardan (pyschopharmaka) nasıl ve ne derecede etkileneceklerini araştırmak ve açıklamak devletin sağlık kurumlarının öncelikli görevlerinden biridir diye düşünmekteyim.
Kaşınabilmek için kendini yaralayan sığırlar
Diğer bir sorun da yine çok dar ve kapalı alanlarda tutulan, doğal olarak hareket edemeyen kendi temizliklerini yapamayan hayvanlarda oluşan mantar hastalıklarıdır. Örneğin, bu yüzden tavuklar tüylerini kaybetmekte, adeta çırılçıplak bir hale gelmektedirler. Sığır ve domuzların derilerinde yaralar oluşmakta hayvanlar kaşınabilmek için kendilerini yaralamaktadırlar. Bu yüzden besi hayvanlarına mantar ilaçları da verilmektedir. Neticede bu ilaç zorunluluğu, besi hayvancılığında bir zorunluluklar sarmalı olarak uzayıp gitmekte.
Kesime yollanamayan binlerce hayvan…
Besicilik yapan şirketler, et için ürettikleri hayvanların en kısa sürede kesim ağırlığına ulaşabilmesini isterler. Kesim ağırlığına planlanan süreden 1 ay daha geç ulaşan bir dana, besici için 1 ay daha fazla yem, bakım maliyeti ve alan işgali demektir. Binlerce dana besleyen besici açısından oluşabilecek finansiyel kaybın yanı sıra, geciken kesim ve et teslimi ayrı sıkıntılardır. Kısacası besici, bu olumsuzlukları önleyebilmek için elinden gelen her şeyi yapar. Bu durum domuz ve kanatlı hayvan besiciliğinde daha da dramatik hal alır. Kanatlı hayvanlarda nesiller birbirlerini çok kısa aralıklarla (en fazla birkaç gün) takip ederler. Kesim ağırlığına ulaşamayan veya sağlık sorunu gibi herhangi bir sebepten kesime yollanamayan bir nesil (binlerce hayvan) imha edilmek zorundadır, çünkü yeni nesil civcivler yoldadır ve onlara yer açmak gerekmektedir. İmha edilen binlerce hayvanın ne olduğunu ise yapay yem konulu yazımda açıklamıştım: (http://gazeteciyazaryusufyavuz.wordpress.com/2014/01/23/hayvanlara-kendi…)”
*Beta Bloker, insanlarda kalp hastalıklarında kullanılan bir ilaç olup, kalp atışlarını düzenler ve nabız atışlarını devamlı olarak düşük tutar. Hayvanlarda ise semirtme tesislerinde semirtmeyi hızlandırıcı olarak kullanılmaktadır. Her ilaç gibi Beta Bloker artıkları kesim sonrası işlenen etlerde de bulunmakta ve evlerde insanların tabağına kadar ulaşmakta. Sağlıklı insanların hiç farkında olmadan Beta Bloker kullanmış olmaları düşüncesi nasıl rahatsız edici ise, küçük çocukların da bu ilacı almış olmaları ihtimali tam anlamıyla şok edicidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.