Dün Türkiye 13 yaşındaki bir çocuğu Ceza Mahkemesi’ne çıkartıp iki yıldan 6 yıla kadar hapis cezasıyla yargılama yaparken “suça sürüklenen devlet” kimliğini pekiştirmiştir. Bir ilkokul öğrencisinin Gezi Direnişinde yola sprey boyayla yazdığı sloganlar “kamu malına” zarar verdi iddiasıyla mahkemeye taşındığı ülkede, boğazda kamu arazileri üzerinde rantlı “sosyal oyunlar” kuran Başbakan oğlu için yargı sistemini şak […]
Dün Türkiye 13 yaşındaki bir çocuğu Ceza Mahkemesi’ne çıkartıp iki yıldan 6 yıla kadar hapis cezasıyla yargılama yaparken “suça sürüklenen devlet” kimliğini pekiştirmiştir.
Bir ilkokul öğrencisinin Gezi Direnişinde yola sprey boyayla yazdığı sloganlar “kamu malına” zarar verdi iddiasıyla mahkemeye taşındığı ülkede, boğazda kamu arazileri üzerinde rantlı “sosyal oyunlar” kuran Başbakan oğlu için yargı sistemini şak diye kendine bağlamıştı.
Küçük öğrencinin SBS sınavı olduğu için ilk duruşmaya babası katılınca hakim dünkü duruşmaya “zanlının zorla” getirilmesine hükmetmiş ve “çocuk tanıyamaz” yargımız 13 yaşındaki çocuğu karşısına alıp o’na hayati travmasını yaşatmıştı.
Yere “kahrolsun faşizm” yazmak, faşizan icraatlarla yolsuzluk sarmalında devinen Türkiye için bütün tarihlerde despot devlet ve otoriter temsillerinin “manevi” şahsına dokunurdu.
Bu arada Başbakan’ın oğlu ve 41 tane tıka basa kamu kaynak şişkini “güzide şirketin” adının karıştığı ve Başbakan’ın verdiği “müjdeli” arazi tüyolarıyla teknik takibe düştüğü ikinci yolsuzluk soruşturmasına çoktan “yayın yasağı” getirilmiş.
Ve “aman rüşvet ve yolsuzluk haberlerimiz artık internete düşmesin” gerekçesiyle mahkeme kararı gerektirmeyen hızlı bir internet sansür düzenlemesini Mecliste torba yasaya atıvermişti.
Rant efendileri ve iktidar sahiplerinin aziz “dokunulmazlıkları” yani hükümetin aile boyu bulaştığı yüz milyonlarca dolarlık rüşvet belgelerini içeren fezleke görüşmeleri Mecliste seçim ertesine bırakılarak “altın vuruş” yapılıyordu.
Hükümet akil danesi “insan” kadrosunu görevlendiriyor ve muazzam yolsuzluk derinliğini halkımıza Ortadoğulu dikta rejimine eş “demokrasimize” yapılan ” darbe” saldırısıymış gibi anlatmak üzere acilen harcırahlarını verip Anadolu’ya gönderiyordu.
Başbakan Brüksel’deki otelinin önündeki toplama kalabalıkla organize edilen “Ey Dünya! Suriye’deki insanlık suçunu gör” bayat gösterisini bıkmadan yaparken kendi ülkesinde on binlerce vatandaşına, çocuğa karşı insafsızca seferber ettiği devlet terörünü bir günde çıkarttığı totaliter yasalarla “TIR’lı devlet sırrına” çevirip mi gizleyecekti?
Geçen hafta Haziran’ın ölümsüz gülüşlü oğlu Ali İsmail’i, pusuda sırtlanlar gibi bekleyip öldüren vahşi kalabalığın cürmünü Adli Tıp raporu onaylamıştı.
Raporda Ali İsmail’in boyun, kafa ve yüz kemiklerinin kırıldığı ve ölümüne bu kırıkların yol açtığı yazılıydı.
Radikal Gazetesi’nden İsmail Saymaz’ın haberinde Ali İsmail’in sivil polis şiddetiyle öldüğünü okurken, Hrant Dink’in katledilmesinin 7. yılında Ogün Samast’ın beyaz beresini takmış polisler gözünüze ilişir ve devletin cinayetlerini “ululayan” uğursuz mevsiminde bir takvim yaprağının dahi kıpırdamadığına kani olurdunuz.
Beyaz beresini telaşla tıkıştırdığı cebinden çıkaran devlet, yedi yıl boyunca “zanlı silsilesini” güvenlik bürokrasinde habire terfi ettirdiği, mahkemede “milliyetçi yani gayet hüsn-ü kastla” işlenmiş bir cinayet olduğuna kanaat getirdiği Hrant Dink’in anmasında, Dink’in gazetesinin önünde aşağı yukarı tembel tembel volta atardı.
Bu beyaz bere katilin “cinayet mahalline” daha defalarca uğrayacağını size ima ederdi.
Ve Ali İsmail’in polis tekmeleriyle kırılan kafatası kemiklerini delilleyen raporunun üzerine, Roboski’de şafak vakti askerin bastığı ana evlerinde yerlere atılmış,tekmelenmiş tek evlat yadigarı camları kırılmış fotoğraflar düşerdi.
Usul öyleydi; katledilenin “cinayeti” yargıda sonuna dek sömürülmekle kalınmaz, geride bıraktığı yakınları, hatıraları, anmaları, kabirleri, fotoğraflara da ayakkabılarla basılmalı, parçalanmalı ve lanetlenmeliydi.
Roboski, Reyhanlı, Gezi, Hrant Dink “hakikatiyle” ilgili devletin asabı bir türlü düzelemiyordu.
Çünkü nereye baksa gördüğü kirli parmak izlerinden, nereye gitse saklayamadığı cesametli çirkin gölgesinden ve nereye el atsa eline yapışan masumların kanından ve onu asla bağışlamayacak gözlerden kurtulamayacaktı…
Cinayet mevsimin arkasından elbet hakikat mevsimi gelecekti..
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.