‘’Öyle bir zaman gelir ki, insan bıkar…’’ Martin Luther King Ben dönmeden milyonlarca yıl önce dönmeye başlamıştı dünya, benden sonra da dönmeye devam edecek. Sönene kadar… Dönmek dünyanın yapısında var ama gerçek dönmeyi görebilenler için. Tarihin tüm kritik noktalarına dönüp baktığımızda, aslında dönenin hep iktidar ve çevresindeki uyducuklar olduğunu görürüz. Çünkü gerçek demokratlar dönmeyi bilmez. […]
‘’Öyle bir zaman gelir ki, insan bıkar…’’
Martin Luther King
Ben dönmeden milyonlarca yıl önce dönmeye başlamıştı dünya, benden sonra da dönmeye devam edecek. Sönene kadar… Dönmek dünyanın yapısında var ama gerçek dönmeyi görebilenler için.
Tarihin tüm kritik noktalarına dönüp baktığımızda, aslında dönenin hep iktidar ve çevresindeki uyducuklar olduğunu görürüz. Çünkü gerçek demokratlar dönmeyi bilmez. Bilmedikleri için de bedel öderler. Bedel, demokrat olmanın kaçınılmaz önşartıdır çünkü.
Tersinden söylersek, dönmeyi beceremeyen insan demokrattır.
Gezi olaylarının ardından sonra çevremde herkesten duymaya başladığım soru bu: Niye döndün?
Evet, uzun zaman AK Parti’ye destek verdim. Seçimle işbaşına gelmiş bir iktidara tuzaklar kurmak isteyen, darbe girişiminde bulunanlarla kavga ettim. Kıyasıya…
Eski düzenin yıkılması gerekiyordu ama daha iyisinin gelmesi için. Asker vesayetinin yerini polis vesayetinin alması için değil.
Dün yargıya asker hükmediyordu bugün iktidarı elinde tutanlar. Oysa, biz yargı kimsenin arka bahçesi olsun istememiştik.
Böyle bakınca, ben mi döndüm, kendisine demokrat diyenler mi döndü?
Asıl sorulması gereken soru bu.
Ben başladığım yerde duruyorum oysa; kimsenin inancı, düşüncesi, kılık kıyafeti, etnik kökeni nedeniyle dışlanmadığı, kamusal alanda eşit ve özgür bir birey olabildiği bir toplum düzeni hedefiyle çıktım yola.
Özlemim aynı…
Böyle bakınca değişen kesim net: İktidar ve onunla zenginleşen iş ve siyaset sınıfı.
Yoksa biz de bilmez miydik, Otporlar, telekineler, Alman sermayesi, Yahudi lobisi gibi saçmalıkları seslendirip iktidarın kenarından nasiplenmeyi…
Kimileri için çok kolay; onurlu, kendisine en küçük saygısı olan bir insan için katlanılmaz bir durum oysa bu. İnanmadığını yazmak veya seslendirmek.
Asker vesayetinden tek adam vesayetine geçmek, vesayet sistemine alışmış zihinler için çok kolaydır. Bir emir-komuta zincirinden diğerine geçmenin yolu çok kısadır. Komut almaya alışmışsan, komut verenin kimliği önemli değildir, ilk emirde hazır ola geçersin.
Kararını kendi özgür iradenle vermişsen, işin zor…
AK Parti iktidarını Türkiye’nin demokratikleşmesi yolunda önemli bir fırsat olarak gördüğüm için destekledim, bugün demokratikleşme yolunda çok önemli bir engel haline geldiği için eleştiriyorum.
Asker vesayetine hep karşı oldum. Askerle her zaman kavga ettim. 27 Nisan e-muhtırasında tüm tatlısu AK Partilileri arazi olurken ‘‘Darbeye hayır’’ manşeti attım, çünkü öyle inandım. Bir bedel ödeme pahasına.
Kimseden bir beklentim olmadan yaptım bunu…
Ama muhtıra alanın verenle uzlaştığı, suçlarını, karanlık ilişkilerini örtüp sahiplendiği bir düzen bana göre değil.
28 Şubat’ı kişisel hırslar için gündeme getirip Damokles’in kılıcı gibi insanların kafasında tutmak da bana göre değil.
12 Eylül’de askere biat etmiş kişilerin şimdi 28 Şubat üzerinden bana ahlak dersi vermeye kalkması ise hiç kabul edeceğim bir şey değil.
Birinin doğrularına evet demem, yanlışlarına hayır dememi engellemez.
‘‘En kötüsü kirlenmiş bir ahlaki çevrede yaşıyor olmamız. Ahlaken hasta düştük çünkü hep düşündüğümüzden başka şeyleri söylemeye alıştık. Hiçbir şeye inanmamayı, birbirimizi umursamamayı, sadece kendimizi düşünmeyi öğrendik. Sevgi, dostluk, şefkat, alçakgönüllülük ya da bağışlayıcılık gibi kavramlar derinlikliklerini ve boyutlarını yitirdi. …
“Nasıl bir cumhuriyet düşlediğimi sorabilirsiniz. Anlatayım: Bağımsız, özgür ve demokratik bir cumhuriyet düşlüyorum, ekonomik bakımdan müreffeh ve sosyal bakımdan adil bir cumhuriyet, kısaca bireye hizmet eden ve dolayısıyla da bireyin kendisine hizmet edeceği umudunu taşıyan insanca bir cumhuriyet.”
Vaclav Havel, 1 Ocak 1990 tarihinde Prag’da yaptı bu konuşmayı… Otoriter bir rejimden çıkmış Çekoslavakya ile vesayet rejiminden çıkmış Türkiye birbirine çarpıcı bir biçimde benziyor değil mi!
İşin acısı, onca mücadeleden sonra, aradan 23 yıl geçtikten sonra, bir sivil iktidarın yönetiminde bile aynı cumhuriyeti özlüyoruz, aynı düşü kuruyoruz.
İnsanların düşündüklerinden farklı şeyler söylediği zaman önemli olduğu, düşündüğünü söyleyenin veya bu amaçta mücadele edenin sokakta öldürüldüğü veya kendini cezaevinde bulduğu bir ülke haline geldik.
Parasız eğitim isteyenin de, Taksim’de park isteyenin de tehdit olarak görüldüğü bir rejim için çıkmamıştık yola.
Bir kadeh içenin bile alkolik sayıldığı, Başbakan’ın eşimizin, kızımızın giysisini hedef haline getirdiği bir toplum hayalimiz de yoktu.
Bir terör eyleminde hayatını kaybeden yurttaşlarımızı mezhebe göre ayrıştırılması hiç yoktu.
12 Eylül öncesine yeterince ölmüştük, artık ölümler biter diyorduk, bitmediğini gördük.
Yola çıkış hedefimiz bu hiç değildi.
O yüzden döndüm.
Aslında yüzüm hep insan hakkına, hukuka saygıya, eşitliğe, adalete bakıyordu.
İktidar kararttı.
Ben de yüzümü güneşe döndüm…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.