Ortadoğu’ya ilişkin planları bir yana, neredeyse Türkiye Başbakanlığı görevini bile, Esad’ın gitmesine, Müslüman Kardeşlerin iktidarına bağlayacak kadar karanlık ilişkilere angaje etmiş bir Başbakanın, Mısır’daki gelişmelerden duyduğu kaygıyı saklayamayacak hale gelmesi gayet anlaşılır. Ama bu paniğin nedeni bir ‘darbe’ korkusu değil. Ne darbe koşulu var ne de karşısına dikilenlerin darbe talepleri. Buna karşın, Gezi eylemleri sırasında […]
Ortadoğu’ya ilişkin planları bir yana, neredeyse Türkiye Başbakanlığı görevini bile, Esad’ın gitmesine, Müslüman Kardeşlerin iktidarına bağlayacak kadar karanlık ilişkilere angaje etmiş bir Başbakanın, Mısır’daki gelişmelerden duyduğu kaygıyı saklayamayacak hale gelmesi gayet anlaşılır.
Ama bu paniğin nedeni bir ‘darbe’ korkusu değil. Ne darbe koşulu var ne de karşısına dikilenlerin darbe talepleri. Buna karşın, Gezi eylemleri sırasında basın açıklaması yapan Vali Mutlu’nun yanı başına askeri bir yetkiliyi almasının, hiç gerekmediği halde cemselerin halkın önünde barikat kurmalarının mesajı açıktı. Halkı askerle tehdit eden iktidarın bizzat kendisiydi.
AKP Hükümeti’n darbe korkusu olsaydı, darbeyi engelleyecek koşulları yaratması gerekirdi. Gezi eylemlerini darbe ortamı yaratmak, kaos oluşturmak gibi gerçeklikle örtüşmeyen karalamalarla perdelemeye çalışmazdı. Darbeyi engelleyecek olan; Mursi’nin de Erdoğan’ın da yapmaması gereken neyse odur.
Somutlarsak; Alevilerin inancına saygı gösterir, cemevlerini ibadethane kabul eder, köylerine tehdit ve baskıyla cami yapmaz, çocukları devletin Sünni Müslümanlık anlayışına inanmaya zorlamazdı.
Mesela ‘cinsel yönelim’ lafından bile havalara zıplayıp, tüm bilimsel verilere rağmen eşcinselliği bir ‘hastalık’ olarak tanımlamakta direnmezdi.
Kürtlerin ve tüm farklı etnik topluluğun dilinin ve kültürünün eşitliğini kabul etmeyi, güvence altına almayı bir pazarlık konusu yapmaz, bunların evrensel birey hakları arasında olduğunu kabul ederdi.
Gezi direnişçilerinden mütedeyyin kitlenin önemli bir bölümüne kadar, toplumun büyük çoğunluğunun talebi olan partiler yasasından seçim barajına, yerel yönetimlerin özerkliğinden örgütlenme ve ifade özgürlüğü önündeki engellere, bekleyen bir dizi reformu, PKK’lıların sınır dışına çıkışına bağlamaz, ‘aşama’ takiyesi yapmazdı.
Bilinen en tehlikeli ve en eski provokasyon argümanı olan “camiye, inanca saldırı” yalanını günlerce tekrarlayan, halkı paramiliter güçlerle tehdit eden, halkının üstüne ateş açtıran, canlı yayın infaz yapan, tacizci polisi koruyan ‘bu ahlakçı’ Başbakan, toplumun bir kesimini diğer kesimine karşı kışkırtma suçu işleyebiliyorsa, uzlaşma yerine gerilim siyaseti sürdürüyorsa, darbe için gerekli olan kaos ve çatışma ortamı yaratmaktan korkmuyorsa, darbe ihtimali sıfır olduğu içindir.
AKP Hükümeti’nin korkusu darbeyle değil darbesiz gitmektir.
Çünkü Erdoğan ‘Gezi’de şunları gördü:
1- Artık toplum mühendisliği devri geçmiştir. Bu iletişim çağında çocukları dindar-kindar eğitimle sınırlamak, şekillendirmek mümkün olamaz. 2- Daha cenazelerin gelmesi sona erer ermez, tüm kesimlerin ortaklaştığı temel ekonomik, sınıfsal, çevresel, demokratik haklar gündem oluşturdu. 3- İktidar, polisiyle, medyasıyla ve yargısıyla teşhir oldu. 4- ABD ve AB ise, halklar ile hükümet zihniyeti arasındaki derin uçurumu gördü. Bu zihniyetin ‘model’ olmak bir yana, ülkeyi yeni bir dikta yönetiminin kıyısına getirdiği kanaatindeler.
Hükümet şimdi bu çöküşü engelleyebilmek için ‘milliyetçilik’ kalesine sığınmaya çalışıyor. Daha üç gün önce “Bütün Milliyetçilikleri ayaklar altına aldık” diyen Erdoğan, bu kez “herkes bayrak assın” diyor, teşkilatlarına bayrak genelgeleri yolluyor, camiden sonra bu kez de ‘bayrak’ edebiyatını piyasaya sürüyor.
Kürt meselesini çözmeyip elinde koz olarak tutmak, buradan yeni bir milliyetçi dalga yükselterek, Gezi’yle birleşen kesimleri cenazeler üstünden bölüp parçalamak gibi bir kanlı hesap yapması olasıdır. Tabanının ve partinin ‘gizlice’ bölündüğünü, iktidar zayıfladıkça koalisyon ortakları arasındaki bağın da zayıfladığını görüyor. Bütün gücünü kendi saflarını sıkılaştırmaya sarf eden Erdoğan’ın hâlâ “1. aşama” bitmedi ısrarının nedeni budur.
Paralel olarak Erdoğan’ın eş başkanı olduğu ‘Büyük Proje’nin çöküşü, ABD’nin ve hatta neo-conların hesaplarının değişmesi, bölgede ve Türkiye’de istikrarı sağlamak için yeni demokratik-reformcu bir iktidarı zorunlu hale getirdi.
Yeni realite, ‘büyük birader’in hesaplarını bile altüst eden halkların artık Doğu’da da çoğulcu, demokratik hukuk devletlerini talep etmesi, hatta bunu gerçekleştirecek güç ve özgüvenle harekete geçmesidir. “Kimse kusura bakmasın”, Müslüman coğrafyalarda da artık halklar, geri kalmışlığın, Kitap’taki “Kader”den olmadığını fark ettiler.
Gerisini sallanır koltuktakiler düşünsün…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.