Orta Afrika’da bulunan Boshongo kabilesine göre evrende ilk önce sadece karanlık, su ve Tanrı vardı. Tanrı kustukça müteselsile güneş, ay, karalar ve hayvanlar zuhur etti. Derken Tanrı son bir kez daha kustu ve insan manzur oldu. Aklını kullanan bu tehlikeli etobur canlının bir mide bulantısı sonucu oluştuğu, (her ne kadar mitolojik olsa da) aslında nümayandır. […]
Orta Afrika’da bulunan Boshongo kabilesine göre evrende ilk önce sadece karanlık, su ve Tanrı vardı. Tanrı kustukça müteselsile güneş, ay, karalar ve hayvanlar zuhur etti. Derken Tanrı son bir kez daha kustu ve insan manzur oldu. Aklını kullanan bu tehlikeli etobur canlının bir mide bulantısı sonucu oluştuğu, (her ne kadar mitolojik olsa da) aslında nümayandır. Kibir, gurur, egosu ve her türlü bi-payan ihtirasıyla bu canlı, neden öyle özenle çamurdan veya balçıktan halk olsun ki?
Bir canlı düşünün ki kendi kabilesini oluştursun ve kendisine genetik olarak yüzde 99 benzeyen aynı canlının bir başka kabilesini tahkir etsin. Ona genetik bir alt kimlik biçsin. Onu bir ırka entegre etsin. Devamında ötekileştirsin ve uşak olarak kalmasını istesin. İşte gördük ABD, binlerce kilometre uzaklıktaki Irak’a veya Libya’ya savaş açtı. Düşünebiliyor musunuz; Nijerya’daki aslanlar, Hindistan’daki aslanlara toplu bir savaş açıyorlar. Hayvanlardaki irrasyonel vahşilik, insanlardaki rasyonel moderniteden daha zararsız.
Modern insan, saldırganlığını rasyonalize edendir. İnhisarında tuttuğu finans-kapitali saldırmak ve daha güçlü olmak için temkinli kullanandır. “Dünya Savaşı” nosyonu, insanın modern olduğu bir dönemde ortaya çıktı. “Faşist Devlet” modeli yine bu döneme hastır. Finans-kapitalin modern maliki, Dünya veya Paylaşım Savaşıyla barbar yüzünü göstermişti. Tıpkı ruhsal yasayı (Tevrat) tenkit eden Yahudiyeli marangozun söylediği gibi “Onlar size koyun postu içinde yaklaşırlar ama içten yırtıcı kurtlardır.”
Aydınlanma ve ardılı Modernizm, tıpkı Frankfurt Okulunun belirttiği gibi bireyi, “çelikten kafese” almıştı. Bireyi soğuk, karanlık zindandan çıkarıp aydın tek kişilik hücreye mahkûm etti. Modern aydın bireyin geçtiği en büyük sınavlardan biri, ilk Dünya Savaşı’ydı. Bu savaşta fecaat yaşatan modern insanlardan biri kuşkusuz Marksizmin yapay pişdarı Kautsky, bir diğeri de Rus Marksizminin muteber imamı Plehanov’du. Biri Çar majestelerine kâtiplik yaptı, biri de Kayzer efendisine yaltaklandı. Marksist maske düştü, ırk fantezileri devreye girdi. “Dünyanın birleşen tüm işçilerini” Alman ve Rusçu nağmelerle cepheye sürdüler. 1914’te Lenin’in bir bunalım geçirmesi, infiale girmesi ve sosyalist partilere içerlenmesinin müsebbibi bu ırkçı saflaşmaydı.
Modernizmin maruf olduğu bu dönemde savaş ve ırkçı cepheleşme, aynı uzamda popüler hale gelmişti. Bir Rikesya bakterisi gibi her cihete yayılmıştı. Bu bakteriye mündemiç olan modern bireylerden biri de Mustafa Kemal’di. Türk’ün gücünü tüm dünyaya göstermek için Kürtleri katlettiriyordu. 1926 yılında İsviçreli gazeteci Emile Hüderbrand’a şunu söylüyordu:
Geçmişte birçok durumlarda Kürdistan’da ve Anadolu’nun diğer iç bölgelerinde, cumhuriyetin iradesine karşı çıkmak eğilimi gösterdikleri zaman, onları demirden bir elle ezdim. Örneğin bir defasında önderlerinin altmışını şafakta astırdım. O unsur (Kürtler) dersini almıştır ve bir daha benimle kılıç ölçüştürmeye kalkışamayacaktır.”
Ne celil bir tipoloji ama!
“Barbar Kürtleri” yola getirmek için giran-kıymet çaba gösteren modern egemenlerimizden biri olan İsmet İnönü de Kürtleri kastederek şu teraneyi söylemişti:
Bu ülkede sadece Türk ulusu ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.”
Modern insan, her gün ulusal gururu okşuyordu. Finans-kapitalin söz oyunlarından biri de şuydu: “Bir Türk bütün dünyaya bedeldir.” Yaratılan heroik kişilik, savaş-perest karakterler soluğu 1938’de almıştı. Modern etoburun bilinçaltındaki yağmacı karakter, gereken rolünü oynamıştı. Öyle ki hal, Nasrettin Hoca’nın Akşehir’de Timur’un filleriyle yaşadığı fıkraya döndü. Bağlara, bahçelere zarar veren erkek fillerin fantezileri bitti. Sıra, dişi fillere gelmişti. Mustafa Kemal’in zeki, çevik ve modern kızı, küçük çocukların üzerine yağdırdığı bombalardan aldığı zevki şöyle anlatıyordu:
Çarpışma meydanında canlı hedef üzerine bomba atmak insana hiç acımak hissi vermiyor.”
İşte bu şerait içinde modernizm ve ırkçılık birbirini besliyordu. Çağa ayak uydurmak (faşist hegemonya) için “Ne Mutlu Türk’üm” demek yeterliydi. Mutsuz olan, şimdi de olduğu gibi bölücüydü. Faşist diktatörlüğün köleleştirdiği halkıyla olan birlikteliğini bölen teröristtir. O modern insan, “Benim en büyük manevi varlığım eşit, özgür ve bağımsız Türkiye’dir” diyemedi. Türklük, onun yegâne sametiydi. Bir kılık kıyafet değişikliği yaptı. Panislamist kılıktan Pantürkist kılığa büründü. İdealist-feodal dönemde Alevileri, Ezidileri, Nasturileri farklı dinden olduğu için tedip eden pre-modern; Kürtleri, Ermenileri, Rumları farklı kimlikten olduğu için taktil eden modern insan haline geldi. İlmin nüfuz ettiği teolojik kıyım, bilimin mütehakkim olduğu etnik kıyıma dönüştü. İşte modernizm, bu dönüşümün adıydı. Dedik ya insan bu! Bir bulantı ürünü. Şair Ziya Paşa’nın o ünlü satırları onu yeterince anlatıyor: “İnsanın yaratılışında vefa kokusu arayanın hali, Hüma kuşunun gölgesinden korunma bekleyenin haline benzer.”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.