Önceleri yıllarca hapishanelerde kalmış devrimcilerin öykülerini dinledik eskilerden. Mamak Cezaevi’nianlattılar, Diyarbakır’ı anlattılar, ne kadar zorlu günlerden geçtiklerini ve devletin ne kadar aşağılıkça davranabildiğini anlattılar. Kanımız dondu dinlerken, midemiz bulandı, öfkelendik. Nazım Hikmet’in şiirlerini okuduk bolca, çoğu maphusken yazılmış şiirlerini el yazılarımızla paylaştık, bize okullarımızda öğretilmeyen, yıllarca yok sayılan Nazım’ın içeri düştüğünden beri dünyanın güneşin etrafında […]
Önceleri yıllarca hapishanelerde kalmış devrimcilerin öykülerini dinledik eskilerden. Mamak Cezaevi’nianlattılar, Diyarbakır’ı anlattılar, ne kadar zorlu günlerden geçtiklerini ve devletin ne kadar aşağılıkça davranabildiğini anlattılar. Kanımız dondu dinlerken, midemiz bulandı, öfkelendik. Nazım Hikmet’in şiirlerini okuduk bolca, çoğu maphusken yazılmış şiirlerini el yazılarımızla paylaştık, bize okullarımızda öğretilmeyen, yıllarca yok sayılan Nazım’ın içeri düştüğünden beri dünyanın güneşin etrafında tam 10 kere döndüğünde yazdığı umut dolu dizeleri okuduk. Sonra mahkemelerdeki savunmalarını okuduk önder diye bellediklerimizin. Deniz Gezmiş’in yargıçları mahkum ettiği duruşmaların tutanaklarını hayranlıkla okuduk, son anda idam edileceğini bile bile işaret parmaklarını heyete doğrultup “siz suçlusunuz, tarih sizi yargılayacak” derken sesi titremeyenler kahramanlarımız oldu. Diz çökülmeyecekti duruşma salonlarında.
Sonra gün geldi ve Nazım’ın hapiste yatacak olana verdiği öğütleri okumamız lazım geldi. Bize hikayelerde anlatılan duvarlarla tanıştık ve gökyüzünü kare biçiminde görenler kervanına katıldık. Volta atmayı, mektup yazmayı, avlu duvarlarının üzerinden pusulalar fırlatmayı öğrendik. En çıplak haliyle devleti gördük parmaklıklar ve demir kapılarda. Hüzünlendik ama belli etmedik, devlet görmesin kameralarında burukluğumuzu diye. Uyumadan önce ranzalarımıza uzandığımızda hücrelerin tavanına bakıp uzun uzun hayal kurduk. Düşmana inat bir gün fazla yaşamak mücadelesini öğrendik, hikayelerini dinlediğimiz insanları düşündük; “bizimki de bişey mi” dedik, utandık her umutsuzluğa kapıldığımızda.
Onurlu bir hayatın diyetiydi bizim için maphusluk, insanca olmayan bir düzende insan olma mücadelesinin bedeliydi zindanlar ve özgürlük uğruna hapis yatılacak kadar değerliydi. İnsanca bir yaşamın mümkün olduğu bir dünyaya olan inancımız artarak çıktık hapishanelerden. İçerideyken en güzeli, ziyaretine gelen bir dostun gülümseyişini görmektir, camların arkasında da olsa, dokunamasan da hissedersin o sıcaklığı. Ama görüşlerden daha çok heyecanlandıran, avukatlarımızın geldiği anlardı. Gardiyan kapıya vurup da “avukat görüşü” dedi mi bizden iyisi yoktu. Sadece hukuki danışmanlarımız değil, yoldaş olurlar avukatlarımız bize içeride. Özgürlüğümüze kavuşmamız için içtenlikle mücadele ederler. Müvekkilden fazlasıyızdır onlar için. Ezilenlerin dayanışması, zalimlerin anlayamayacağı inceliktedir o küçük görüşme odalarında.
Mahkeme salonuna çıktığınızda gönüllü br şekilde savundukları sanıklarına içtenlikle gülümserler ve o salonda meşru olanı mahkum etmek üzere toplanmış özel yetkilerle donatılmış heyete kafa tutarlar sizinle beraber. Haklı ve meşru olanı savunduğunuz yeni bir mücadele alanıdır o duruşmalar. Orada dayanışma siper yoldaşlığına dönüşmüştür. Tam bu anda, özel yetkili yargıçlar çok sinir olurlar “hadi bitirelim bir an önce duruşmayı” diye sızlanmaya başlarlar, hoşlarına gitmez duydukları, yüksek koltuklarında sanık gibi yargılanmak zorlarına gider.
Selçuk Kozağaçlı, Hopa davasında bizi savunurken onu hayranlıkla dinlemiş, heyetin suratının nasıl asıldığını gördüğümüzde onunla birlikte keyiflenmiştik, aynı anda Efkan Bolaç twitterdan saniye saniye duruşmayı aktararak siyasi davalara yeni bir gelenek başlatıyordu. ÇHD’lilerin de içinde bulunduğu avukatlar, her zaman olduğu gibi, duruşma salonunu kavganın bir parçası haline getirmiş ve halkın meşru mücadelesini saatlerce savunmuşlardı, böyle avukatlarımız olduğu için gururlanmıştık. İçeriden çıkıp çıkmamak değildi o anda aklımızdan geçen, egemenlerin yargı sistemini mahkum edecek, mücadelemizi savunacak ve baş eğmediğimizi gösterecektik, direnecektik. Türkiye devrimci hareketi, güçlü bir avukat geleneğine sahip. Öyle ya, sömürge tipi faşizmin en güçlü silahlarından biri olan mahkemeler, karşısında bolca avukat ihtiyacı doğrumuştur devrimci mücadele içinde. Sadece avukatlar değil, güçlü avukat örgütleri de beraberinde gelmiştir. İşte 1974’ten beri halkın avukatlığını üstlenen ÇHD, devrimci avukatlığın tarihsel kurumu ve bugün hapsedilen ÇHD yöneticileri ve üyeleri bu onurlu görevin bugünkü sürdürücüleridir.
Bir fotoğraf karesi özetliyor herşeyi: Bir barikat, içeride tutuklanan avukatlar, dışarıda onlara destek için gelen avukatlar ve mahkemeleri avukatlardan koruyan polisler. Bugün uygulanan düşman ceza hukukunun geldiği son nokta o fotoğraftadır. Kolluk yargının değil, yargı kolluğun emrinde çalışmaktadır. Ve o fotoğraf karesinin en can alıcı kısmında sol yumruğunu havaya kaldıran onurlu bir avukat, ömrünü halkını mahkemelerde savunmaya adamanın iradesiyle barikatın öte yanına sesleniyor yıllardır müvekkillerini ziyaret için gittiği hapishaneye gitmeden hemen önce.
Bizler, müvekkiller, ne hissediyoruz “avukatlarımız tutuklanırken”? İşte tam o fotoğrafa bakarken yeniden gururlanıyoruz böyle avukatlara sahip olduğumuz için.
*Hopa Davası sanığı