“Geçtiğimiz hafta ülke kamuoyu, gündeme bomba gibi düşen Taraf’taki istifalarla sarsıldı. Taraf’taki deprem, bir biri ardına gelen şok istifaların yarattığı artçı sarsıntılarla sürdü…” Yukarıdaki “girizgâhı” üslup açısından ciddiye almayın. Yazarın kendisinin, “acaba ana akım medya diline hâkim miyim?” merakını giderme yönünde bir denemeden ibarettir. Ancak, üslup bir yana, Taraf’taki gelişmelerin ciddiye alınabilecek yanları vardır ve […]
“Geçtiğimiz hafta ülke kamuoyu, gündeme bomba gibi düşen Taraf’taki istifalarla sarsıldı. Taraf’taki deprem, bir biri ardına gelen şok istifaların yarattığı artçı sarsıntılarla sürdü…”
Yukarıdaki “girizgâhı” üslup açısından ciddiye almayın. Yazarın kendisinin, “acaba ana akım medya diline hâkim miyim?” merakını giderme yönünde bir denemeden ibarettir.
Ancak, üslup bir yana, Taraf’taki gelişmelerin ciddiye alınabilecek yanları vardır ve okuyacağınız yazı bu anlamda da bir “deneme”dir.
“Deneme”dir; çünkü bizim böyle “taraflara” ilişkin içeriden, olayın mutfağından, en yakınlarından bilgi alma imkânlarımız yoktur.
Bu tür yorumlardaki isabet ve doğruluk paylarını inkâr edecek değilim.
Ancak, özel olarak Taraf olayının temelindeki asıl şablonun da devrini doldurduğunu, belirli bir mekanizmaya bundan böyle ihtiyaç duyulmayacağını, işin içindeki iki taraf açısından da söylemek mümkün görünmüyor.
İşin içindeki taraflardan biri, Taraf’ın belirli bir dünya görüşünü, ideolojiyi ve siyaset anlayışını temsil eden ve bugün bu gazetede olmayan kadrolarıdır. Şimdi, başka mesleklerden kişilerin, hatta politikacıların, olumsuz deneyimlerden ya da belirli bir yaştan sonra bir kenara çekilip eski işleriyle bir daha hiç uğraşmamaları mümkündür. Çokça örneği de verilebilir. Ancak, aynı şeyin profesyonel basın-medya mensupları için söylenmesi kesinlikle mümkün değildir. Bu mesleğin, meşgalenin özünde, mayasında vardır: o sana “bırak yakamı” dese bile sen onun yakasını bırakamazsın. Bu açıdan, “insan gazeteci olmaz, gazeteci doğar” beylik lafı ne kadar doğrudur, orası ayrı; ama bu işe bulaşmış birinin gazeteci öleceği kesindir.
Bu durumda, Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Neşe Düzel ve benzerlerinin bu camiadan kesin kopuş yaşayıp köşelerine çekilmeleri düşünülemez. Gerçi yaşadıklarından sonra Ahmet Altan’ın örneğin “Sudaki İz-II” ya da “Katır Çiftesi Gibi” türü romanlar yazması ilginç olabilirdi, ama yapamaz. Daha doğrusu sırf bunlarla yetinemez.
Yeni bir misyon bekleyeceklerdir.
İşin bir tarafı için, durum budur.
İşin diğer tarafı, yani bir zamanki Taraf çevresinin doğrudan siyasetin içindeki muhatapları içinse durum biraz daha karmaşıktır. Birkaç açıdan…
Birincisi: Türkiye’de siyasal iktidarların, kamuoyu oluşturma ve oy alma adına medyadan çok Kars’ta veya Afyon’da açılan fabrikalara, tütüne verilen başfiyata, gübre ve mazot fiyatlarına vb. odaklandıkları dönemler 12 Eylül öncesinde kalmıştır. Şimdi, medyaya ve buradaki “kanaat önderlerinin” destek ve yardımlarına görece daha çok ihtiyaç vardır.
Ama bu cenahtaki çatlak seslere de tahammül edilemediğinden “sensiz olmuyor” ile “senin çatlak sesinle de olmuyor” arasında gelgitler yaşanacaktır ve bu gelgitler medyayı eski Taraf kadroları dâhil olmak üzere revaçta tutacaktır.
İkincisi: Taraf’ın “solu”, en azından solun bir kesimini iktidarın yedeğine taşıma misyonu üzerinde epeyce durulmuştur. Gerçi “solun yedeklenmesi” gündemi, özellikle Ergenekon-Balyoz davalarıyla 2010 referandumu sonrasında eski önemini yitirmiştir, ancak bu misyonun büsbütün rafa kalktığı söylenemez. Eğer kamuoyunu belirli bir rotada tutma açısından medya herhangi bir öneme sahipse, burada “sol görünümlü” bir çeşniye de mutlaka ihtiyaç duyulacaktır. Türkiye’de bugün sol hareket güçlü olduğundan değil; arzu edilen ideolojik-siyasal-kültürel ortam mutlaka birtakım sol motiflere de yer vermek zorunda olduğu için…
Eğer böyleyse, eski Taraf ekibinin solculuğu işte orada, hizmete hazır duruyor…
Üçüncüsü ve en önemlisi ise şudur: Dış odaklardan içerideki sermaye kesimlerine, oradan ülkedeki siyasal aktörlere, giderek iktidar partisinin kendi içindeki kimi çevrelere uzanan ve “akilliği” temsil etme iddiasında olan bir ağ, olası kriz dönemlerine yönelik bir “yedekleme” arayışından kolay vazgeçemez. Burada kastedilen, mevcut iktidarın yedeklenmesidir…
“Yedekleme” arayışının öznesi, tek ve mutlak bir irade değildir; hem güçlü hem de kendilerini “uzak görüşlü” sayan odakların zımni mutabakatıyla oluşur. Mutabakat “artık zamanı geldi” kanaatine vardığında, ortadaki adaylara bakılır ve bunlardan birine “oynanır.”
Örnekleri vardır: 1950’lerin ortasında Hürriyet Partisi, yıpranacağını kestirdiği iktidardaki Demokrat Parti’nin yedeği olarak ortaya çıkmış, ancak o dönemki CHP’nin gücünü yeterince kestiremediğinden başarılı olamamıştır. 1970’te, iktidardaki Adalet Partisi’nin gidici olduğunu kestiren parti içi bir kesim Demokratik Parti’yi kurmuş, ancak çeşitli nedenlerle “tercih edilmemiştir.” 30 yıl kadar sonra, İsmail Cem-Kemal Derviş-Hüsamettin Özkan üçlüsünün çıkışı da, hem Derviş’in yan çizmesi hem de AKP’nin önlenemez yükselişi sonucunda akim kalmıştır.
2002 yılından bu yana devam eden AKP iktidarında, hesaplama ve zamanlama hatası yapan, Abdüllatif Şener olmuştur.
O zaman soru şudur: Taraf’taki “deprem”, elbette bu gazetenin şimdiki müstafi kadrolarını aşan bir siyasal kurgunun, bu kez daha ciddi bir “yedekleme” arayışının bir parçası, sinyallerinden biri midir?
Bir tarafta cemaate, diğer tarafta Erdoğan’dan giderek soğuyan eski destekçilere, bu arada Gülen’in adamı olduğu söylenen Gülerce’nin “akil adam” şovlarına; Karakaş, Alpay ve Altan’ın (Mehmet) bir kanaldaki periyodik salvolarına bakılırsa böyledir.
Hemen burada yanıtlanamayacak, ancak üzerinde durulup düşünülmesi gereken soru ise şudur:
“Yedekleme” meselesi, toptan AKP’ye mi yöneliktir, yoksa üzerinde durulan Erdoğan sonrası AKP midir?
Yazı soruyla bitmesin diye (eğer yedekleme projesi gerçek ise) şimdiden kesin görünen birtakım noktaları ekleyip bitirelim:
Eğer göreli terimlerle konuşursak, bu yeni proje Erdoğan ve temsil ettiği çizgiden daha Amerikancı olacaktır…
Yeni projenin en vaatçi ve “açılımlı” görüneceği alan Kürt sorunu olacaktır.
Yeni projenin (nasıl olsa yutuyorlar mantığıyla) sola dönük bir yüzü de olacaktır.
Ve Erdoğan bu projeye kolay pabuç bırakmayacaktır…