Yaşadığımız ülkenin garip yönleri her geçen gün artıyor. Aslında “Garip” kelimesi derken bunun içeriğine baktığımızda sermaye lehine uygulanan, halkın zararına olan uygulamalar artık çok açıktan ve umursamaz bir dille uygulanmaya başlandı. Harç süreci de tıpkı bu “Garip”likle geldi karşımıza. Bir sabah bir gazetenin çok bilinçli bir şekilde “Parasız Üniversite” başlığıyla yayınladığı bir haberde AKP yürütme […]
Yaşadığımız ülkenin garip yönleri her geçen gün artıyor. Aslında “Garip” kelimesi derken bunun içeriğine baktığımızda sermaye lehine uygulanan, halkın zararına olan uygulamalar artık çok açıktan ve umursamaz bir dille uygulanmaya başlandı. Harç süreci de tıpkı bu “Garip”likle geldi karşımıza. Bir sabah bir gazetenin çok bilinçli bir şekilde “Parasız Üniversite” başlığıyla yayınladığı bir haberde AKP yürütme kurulundan bilgi sızdırılarak harçların kaldırılacağı bilgisi yayıldı kamuoyuna. Yirmiyi aşkın yıldır kesintisiz olarak devam eden, binlerce kişilik protestolara, mecliste pankart açmaya kadar giden parasız eğitim mücadelesi değil de AKP’nin sunduğu bir lütufmuş gibi açıklamalarla yayılmaya çalışılan bu haberlerin hepsinin altında bir oyun olduğu ta en başından belliydi. Zaten üniversiteliler bunu daha ilk günden yayınlanan rapor ve eylemlerle kamuoyuna duyurdu.
2. Öğretimlerde eşitsizlik giderek derinleşiyor
Şimdi geldiğimiz nokta ilk açıklamanın yapıldığı noktadan çok daha vahim. Vakıf üniversitelerinin hızla artarken, üniversitelerde uygulanan Sunny, MBA gibi programlarla öğrencilerden 15000liraya yakın paralar alınırken, ulaşımın, beslenmenin, barınmanın bu kadar pahalı olduğu ve doymak bilmeyen kar hırsıyla her geçen gün zamlandığı bir ülkede “Parasız Üniversite” geliyor oyunu, harçların 1. Öğretimlerden alınmaması 2. Öğretimlerden alınmaya devam edilmesi oyunuyla daha da komikleşti. Bülent Arınç Bakanlar Kurulu’nun ardından bu açıklamayı yaptı ve açıktan dönen dolapları belli etti.
AKP’nin oynadığı bu Ali Cengiz oyununun en önemli kısımlarından biri ise resmi gazetenin satır aralarında gizli. (11. Madde) Yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü, ya da bu ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmak zorunda kalan öğrencilerin büyük bölümü okullarını uzatırken, AKP, okulunu uzatan öğrenciler için (birinci öğretimler de dahil) harç parası almaya devam edecek. Yani bütün bu oyunlarla AKP daha fazlasını alacak projeyi geliştirmiş.
2. öğretim üniversitelere çok parlak(!) bir proje olarak 1992 yılında girdi. İkinci öğretim öğrencileri, birinci öğretimlerle aynı dersliklere, anfilere giriyor, aynı üniversite içi hizmetlerden yararlanıyor. Aynı müfredata tabi kılınıp, aynı dersleri veriyor. Ancak YÖK kanunun 46. Maddesinin ğ fıkrasında bu öğrenciler için şöyle bir düzenlemeye gidilmiş:
“İkinci öğretimde alınacak öğrenim ücreti, öğrenci cari hizmet maliyetinin yarısından az olamaz. İkinci öğretimde alınacak ücretlerin Bakanlar Kurulunca belirlenecek miktarı öğrencilerin başta beslenme olmak üzere barınma, sağlık, spor, kültür ve diğer sosyal hizmetlerinde kullanılır.”
Ancak bu fıkrada belirtildiği gibi öğretim maliyetinin yarısını karşılayan öğrenciler üniversite içi hizmetleri kullanırken kolaylık değil, bin türlü zorlukla uğraşıyor. Örneğin bir çok üniversitede ikinci öğretimler için yemek çıkmıyor bu nedenle bu öğrenciler sağlıksız ve son derece pahalıya beslenmek zorunda bırakılıyor. Yemek çıkan yemekhanelerde ise ikinci öğretim öğrencileri daha yüksek fiyatlarla yemek yemek zorunda bırakılıyor. Örneğin İstanbul Üniversitesi’nde 75 kuruşa yemek yenirken, ikinci öğretim öğrencileri 1 lira vermeden aynı yemeği yiyemiyor. Ya da Anadolu Üniversitesi’nde isteğe bağlı hazırlık okunurken bu hak ikinci öğretimlere kesinlikle verilmiyor. Aynı şekilde burs alımı konularında da bu öğrenciler çok zorlanıyor. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ise ikinci öğretim öğrencilerine 00.50’de ders yazarak inanılmaz bir uygulamaya imza atılıyor.
Daha çok rekabet, daha çok yalnızlık!
Bu konuyu geçmeden devletin diğer parlak(!) ikinci öğretim stratejisinden bahsetmemek olmaz. Devlet için her zaman ekonomik olarak zorlanan kesimler potansiyel suçlular olarak görülür ve isyan durumlarına karşılık en baştan önlem alınmaya çalışılır. Bir nevi “potansiyel suçlu” gördüğü kesimle kendisi arasında her türlü ideolojik-hegemonik ve ekonomik araçlarla bir suni denge oluşturmaya çalışır. İşte bu politikanın ikinci öğretimdeki basit karşılığı ise bölümlerinde %10’a girenlere birinci öğretim harç parasıyla okunma olanağı sunulması. Bu durum tam da üniversitelerde öğrenciler arası rekabet isteyen mentalitenin de bir ürünü olarak orataya çıkıyor ve ikinci öğretim öğrencilerinin kendi aralarında bile ciddi eşitsizliklere neden oluyor. Bu da rekabetin doğal sonucu olarak öğrenciler arasındaki dayanışmayı engellerken, üçüncü bin yılın “Yalnız bireylerinin” yetişmesine ciddi katkılar sağlıyor.
Birinci Öğretim Öğrencileriyle, ikinci öğretim öğrencilerinin öğrenim maliyetlerinin ise farklı olduğu tam bir yalandan ibaret. Her yıl bakanlar kuru tarafından öğrenim giderlerini göstermek için düzenlenen “Cari Hizmet Maliyetlerine” baktığımızda ikinci öğretimlerden alınan paranın yüksek olmasının sebebi bu öğrencilerin daha maliyetli olmaları değildir. Açıklanan maliyetlerde net biçimde görülür ki birinci öğretim ve ikinci öğretim öğrencilerinde herhangi bir fark yoktur. Harç parasından gelen farklılık birinci öğretimlere bu giderlerin en fazla 5te biri karşılatırlırken, ikinci öğretimlere yarısının karşılatılmasıdır. Örneğin açıklanan tabloda veterinerlik fakültesine baktığımızda iki öğretim öğrencileri için maliyet 4627 lira gösterilirken, birinci öğretimlerden 386 lira, ikinci öğretimlerden 2134 lira harç parası isteniyor. Zaten “Parasız eğitim” modelinde maliyet hesabı yapılmaz. Çünkü devlet en temel hak olan eğitimi öğrenci maliyeti ne olursa olsun ücretsiz vermek zorundadır.
Bizi neler bekliyor?
Üniversite ciddi bir dönüşümün eşiğinde. Bütün bir yaz süreci boyunca manşetlere ve en üst düzey açıklamaların muhattabı kılınan üniversiteler AKP tarafından dönüşüme hazır görünüyor. Harç meseleleriyle alevlendirilen tartışmalar, disiplin yönetmeliği değiştirmeye kadar uzandı. “Devrim” olarak tanıtılan disiplin yönetmeliğinde hala afiş, pankart gibi en temel ifade araçlarının bile suç kapsamına alınması, yönetmeliğin yasakçı ve cezalandırıcı ruhuna hiç dokunulmaması, üniversiteleri açıktan “İleri demokrasi tehditi altına” almak aslında bizi neler beklediğinin ifadesi. Öte yandan “Üniversitede camiler fakülteler kadar önemlidir” açıklaması ve yurtların, anfilerin mescitlere dönüştürülmesi gericiliğin de üniversiter yaşamda sıçratılacağını gösteriyor.
YÖK reformu kapsamında aylardır üzerlerinde çalıştıkları ve bu süreç içerisinde üniversitenin en önemli parçası olan öğrencilere ya da öğrenci örgütlerine hiç danışılmadığı yasa kısa bir süre sonra açıklanacak. (Bu yazı Pazar günü çıktığında açıklanmış olabilir) Yeni yasa eğitimde piyasalaştırmanın, Bologna sürecine uyumlulaştırmanın yasal zeminini oluşturacak. Eğitim alanının piyasaya açılmasıyla bu alan insanlığın temel hakkı olmaktan iyiden iyiye çıkarılacak ve sermayeye kar sağlayacak alınır satılır bir meta haline tam anlamıyla getirilmeye çalışılacak. İşte bu durum hem eğitimin daha paralı hale getirilmesi ve üniversitelerde üretilen bilimin direk sermaye tarafından kar aracına dönüştürülmesi demek.
İkinci öğretimdeki eşitsizliğin iyice derinleşmesiyle beraber eğitim mücadelesinde önemli bir yer tutması gereken bu öğrenciler ayağa kalkıyor! Yine bu yazı yayınlandığında Türkiye’nin bir çok yerinde kitlesel eylemlerini gerçekleştirmiş olacak. Üniversite öğrencilerini birinci, ikinci, açık öğretim olarak ayrılmadan
, kol kola mücadele edecekleri bir dönem bekliyor. Büyük bir saldırının arifesindeki üniversiteler eğer halk için bilim üretecekse, eğer parasız olup temel bir hak olarak işlev görecekse, eğer özgür ve demokratik birer kurumlara dönüşecekse işte şimdi birlik olup parasız, demokratik üniversite için kalemlerimizi çekme zamanı!
*Ali Emre Mazlumoğlu
Kolektif Yürütme Kurulu Üyesi