Ve en önemlisi biz kadınlar kendi bedenlerimiz üzerinden siyaset yapılmasını istemediğimizi, uğradığımız şiddetin kabul edilemez olduğunu hep bir ağızdan haykıralım! Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti Genel Merkez Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi’nde kürtaj ve sezaryen hakkındaki açıklamalarını gündem değiştirme tartışmalarının ötesinde değerlendirmeli. Biz kadınlar bu sefer hükümet eliyle dile getirilen şiddetle karşı karşıyayız! Öncelikle, […]
Ve en önemlisi biz kadınlar kendi bedenlerimiz üzerinden siyaset yapılmasını istemediğimizi, uğradığımız şiddetin kabul edilemez olduğunu hep bir ağızdan haykıralım!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti Genel Merkez Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi’nde kürtaj ve sezaryen hakkındaki açıklamalarını gündem değiştirme tartışmalarının ötesinde değerlendirmeli. Biz kadınlar bu sefer hükümet eliyle dile getirilen şiddetle karşı karşıyayız!
Öncelikle, kendi partisinin de olsa; Kadın Kolları Kongresi’nde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kadınlara yönelik böyle bir çıkışı oldukça cesur karşılanmalı. Kongre’de bu konuşmanın ardında kadınların nasıl, ne şekilde tepki verdiklerini bilemiyorum; ancak bu açıklama korkutucu olmasının yanında biz kadınların mücadelesini gerektiren açık bir şiddettir! Üstelik iktidardaki parti aracılığıyla sunulan ve desteklenen bir şiddet!
Dünyadaki hiçbir kadının, erkek egemen anlayış şiddetinden kaçamadığını düşünenlerdenim. Ben de bir kadın olarak birçok şiddete maruz kaldığımı itiraf etmeliyim. Lise’de bir öğretmenimizin oldukça bilimsel (!) kaygılarla yaptığı bir testi hatırlıyorum.
Testin hikâyesi oldukça klasik; A. adlı kadın tek başına çıktığı yolculuğunda tecavüze uğruyor. Bunun üzerine sevdiği ve sevildiğini düşündüğü B’ye durumu anlatıyor. Ancak A. namusunu koruyamadığından (ki hikâyede anlaşıldığı üzere; bekâret = namus) B. tarafından reddediliyor. Bunun üzerine A. kendisini sevdiğini düşündüğü C.’ye gidiyor. Ancak C tarafından da reddediliyor. Hikâyeyi anlattıktan sonra Hocamız bahsedilen kişileri haklılık sırasına dizmemizi istiyor. Ve ben kadın erkek eşitsizliğinin bilinçli olarak pekiştirildiği bu saçma testte B’yi son sıraya yerleştiriyorum. Değerli (!) Hocamız yüksek sesle sıralamalarımıza göre kişilik analizlerimizi yapmaya başlıyor. Sıra bana gelince Hoca’dan aynen şu cümleyi duyuyorum: “Sende de namus hak getire!” Meğer bizim B namusu simgeliyormuş. A’yı bekâretini kaybettiği için reddetmesi B’nin ne kadar da namuslu olduğunu gösteriyormuş… İlk kez bu kadar büyük bir kalabalık karşısında aşağılanıyorum. Birebir hiçbir savunmada bulunamıyorum… Haklı olan ben olmalıyım. Düşündüğüm yalnızca bu! Tecavüz bir yana, nasıl namus kavramını yalnızca kadın bedeni üzerinden değerlendirebiliriz anlayamıyorum… Oldukça yer ediyor bu an… Ve ne yazık ki o gün karşı tarafa haddini bildiremiyorum.
Bir başkasında Üniversite’nin ikinci lisans yılı bitmiş, bir işe yarama kaygısıyla Belediye’de staj yapmak için kabul edilmişim. Düzenli olarak stajıma gidip geliyorum. Ve bir gün benim de bulunduğum odaya bir erkek çalışan giriyor. Odada 3 kadın ve 1 erkek var. Ve tek başına olmasına rağmen büyük bir cesaretle “Kadın dediğin nedir ki! Evde otursun, yemeğini yapsın, çocuğuna baksın. Başka bir işe yaramaz. Çalıştırmayacaksın kadınları. Hatta döveceksin gibi…” talihsiz cümleler kuruyor. Bunun üzerine, Özel kalem, karşı taraf için, “Aaa olur mu, bak senin gibi birisi böyle düşünmemeli” gibi çıkışlarla gereksiz bir caba harcıyor… Karşı tarafa gülüyor… Devamı yok! Meğer karşı taraf şaka yapıyormuş… Aman Tanrım ne komik bir şaka(!)
Bense bu sefer savunmasız hissetmiyorum kendimi. Lise yıllarından beni farklı kılan şiddete karşı durmayı öğrenmek oluyor. Karşı tarafın cümlelerini duyduktan sonra “Siz hangi cüretle kadınlar hakkında bu şekilde konuşuyorsunuz. Haddinizi bilin!” diye söze karışıyorum. Özel kalem tarafından kibarca hem odadan hem de stajdan kovuluyorum. “Nasılsa bugün Cuma! Sen erken çık bugün, stajının bitmesine de az kaldı zaten… İstersen… gelme…” Peki anladım!
Bu sefer erkek egemen söylemleri bilinçli-bilinçsiz benimseyen hemcinslerimin şiddetine maruz kalıyorum… Ve şiddet diğer kadınların yaşamlarında olduğu gibi benim yaşamımda da yalnızca kadın olduğum için varlığını hissettiriyor. “Temizlik ve yemek yapmak, belinde bekâreti simgeleyen kırmızı kuşakla evlenmek, sonrasında çocuk dünyaya getirmek vb.” düsturlarla devam ediyor. Karşımıza çıkacak adamı her şekilde mutlu etmek mesajları ise kuşkusuz her an işliyor. Sanki kadın olarak bizler erkeklere en iyi hizmeti sunmak için doğmuşuz, doğurulmuşuz!
Tüm bunların yanında, birkaç gün önce Başbakan’ımız kadın bedeni hakkındaki kişisel görüşlerini sunuyor. Üstüne bu görüşleri yasalarla karara bağlayacaklarını ilan ediyor. Kürtajı cinayete benzetiyor. Sezaryen’e karşıyım diyor. Böylece ben ve benimle birlikte Türkiye’de yasayan tüm kadınlar bir kez daha tanıdık bir şiddete maruz kalıyoruz. Bu seferki şiddet bizzat iktidardaki parti liderinden geliyor. Bakanlarca destekleniyor. Kürtaj hakkının devlet eliyle düzenleneceği yönünde açıkça tehditte bulunuluyor.
Benim anlayamadığım ise, ülkemizde kürtaj hakki var diye bu topraktaki kadınlar zorunlu olarak hayatlarında en az bir kere kürtaj mı yaptırıyor? Kadınları zorla kollarından tutup kürtaj yaptıran herhangi bir otorite mi var? Veyahut herhangi bir kadın örgütü çıkıp da kürtaj hakkımızı sınırlayın biz daha fazla kendi bedenimiz üzerinde karar vermek istemiyoruz diye lobicilik mi yaptı? Böyle bir talepte bulunan mı oldu? Takip ettiğim ve bildiğim kadarıyla tüm bu sorulara evet cevabını vermek mümkün değil.
Aklı yerinde büyük bir çoğunluk kürtajın doğum kontrol yöntemi olmadığını bilmekle beraber gebeliği önceden belirlenmiş 10 haftalık süre içerisinde gönüllü olarak sonlandırabileceğini vazgeçilmez bir hak olarak görüyor. Bunun yanında, bu hakkın varlığı kimseyi zorunlu kürtaja sürüklememekle beraber kadınların kendi bedenleri üzerinde söz sahibi olduklarını destekliyor. Ancak bu hakkın kadınların elinden alınması durumunda, istenmeyen gebeliklerin gizli ve sağlıksız ortamlarda sonlandırılması riskiyle karşı karşıya kalınacaktır. Bu noktada Türk Tabipler Birliği’nin internet sayfasından kürtajın sınırlandırılmasının sebebiyet verebileceği sıkıntılara ve görüşlere erişebilirsiniz. Şu halde kürtajın yasaklanması mantık sınırlarının dışında kalıyor. Tartışmayı yaratanlar ise argümanlarını bilimsel açıklamalardan uzak dinciliği (milliyetçiliği) öne sürerek devam ettiriyor. Kadınlar ise tüm bu tartışmaların arasında üreme fonksiyonlarından doğru bir kez daha baskılanıyor. O halde ortada kürtajın bilimsel olarak hangi gerekçelerle yasaklanması düşünülüyor? Bu konuda tatmin edici bir cevap bulmak mümkün değil.
O halde, ister bir ister iki ister beş isterse de hiç çocuk yapmadan yaşamlarımızı sürdürmek biz kadınların partnerlerimizle ortak alacağımız kararlara bağlıdır. Kürtaj konusunda ise gebeliğe son verme kararı kendi bedenimiz üzerinde söz sahibi olmamızdan ileri gelmektedir. Şu halde, sizlere ne oluyor? diye sormaktan kendimi alamıyorum. Eğer kürtajın bir korunma yöntemi olarak kullanılmasını azaltmak istiyorsanız, korunma yöntemlerini anlatın, kadınları ve erkekleri bu konuda bilinçlendirin. Doğum kontrol için gerekli olan materyalleri parasız sunun.
Sezaryen konusunda ise bırakın da bebeğin nasıl ve ne şekilde doğacağına kadınlar hekimleriyle beraber karar versin. Hangisi daha sağlıklı, anne ve bebek için hangisi daha güvenli gerekli açıklamalar hekimler tarafından yapılsın.
Ve en önemlisi biz kadınlar kendi bedenlerimiz üzerinden siyaset yapılmasını istemediğimizi, uğradığımız şiddetin kabul edilemez olduğunu hep bir ağızdan haykıralım!
Deniz Yıldırım
Avrupa Birligi’nin Siyaset Bilimi, IEP de Grenoble, Fransa