Kürtler “Newroz” diyor, Türkler “Nevruz”… Kutlamalar Orta Asya’ya kadar gidiyor, bir gelenek olarak. Ateşler yakılıyor, insanlar ateşin üzerinden atlıyor… Pek çok farklı coğrafyada bir sevinç günü yaşanıyor… Tabii biz senelerdir böyle bir “sevinç günü”nü bile kan gölüne çevirmeyi beceriyoruz… Artık kararları kim aldıysa, “Gününden önce kutlanamaz” talimatıyla, “sevinç günü”, “çatışma haftası” haline geldi. “Devlet izin […]
Kürtler “Newroz” diyor, Türkler “Nevruz”… Kutlamalar Orta Asya’ya kadar gidiyor, bir gelenek olarak. Ateşler yakılıyor, insanlar ateşin üzerinden atlıyor… Pek çok farklı coğrafyada bir sevinç günü yaşanıyor…
Tabii biz senelerdir böyle bir “sevinç günü”nü bile kan gölüne çevirmeyi beceriyoruz…
Artık kararları kim aldıysa, “Gününden önce kutlanamaz” talimatıyla, “sevinç günü”, “çatışma haftası” haline geldi. “Devlet izin vermiyor” dediler, Diyarbakır’da 1 milyon insan devletten izin falan istemediğini alenen beyan ederek, “yasak” alanda toplandı ve nasıl diliyorsa öyle kutlama yaptı. AKP medyası nedense tek bir görüntü bile yayınlamadı Diyarbakır’dan!
İstanbul’da Kazlıçeşme’yi saran geniş bir bölge, Avrupa yakasının neredeyse dörtte biri, kutlama yaptırmamak isteyen devlet ile kutlama yapmak isteyen halk arasındaki çatışmalar münasebetiyle felç oldu. Bir insan öldü, yaralananlar, gazdan boğulanlar, tutuklananlar cabası…
Son 10 senelik iktidar altında, Türkiye üzerinde yaşayan nüfus birbirinden derin uçurumlarla ayrılmış dört ayrı parçaya bölündü.
Birincisi, Kürtler artık kendi gündemlerini yaşıyor. Bölgede, Türkiye’nin geri kalanıyla en ufak bir hissi bağ bile kalmadı. Devlet orada ancak zoraki bir “asayiş gücü” olarak bulunuyor. Panzerler sokaklarda “UFO”lar gibi dolaşıyor…
İkincisi, İstanbul ve civarı, Hong Kong gibi özel statülü bir ayrı ülke misali, Türkiye’nin geri kalanından gelen kaynağı emiyor; bir curcuna içinde, finans kumarlarının oynandığı, büyük paraların el değiştirdiği, fuhuşun, uyuşturucunun, hırsızlığın, cinayetin yayıldığı bir bataklık haline dönüşüyor.
Üçüncüsü, Trakya ve sahil şeridi, ülkenin geri kalanında yaşananlardan dehşete kapılmış bir biçimde, geleceği için ah-vah ediyor. Buralarda, boşaltılan köylerinden göçmek zorunda kalan ve işsizlik duvarına çarparak sokağa mahkûm olan, “zencileşen” bir Kürt nüfus birikirken, bunlardan nefret eden “beyazlar”ın sayısı giderek artıyor. Hükümet politikalarına tepki ile birbirine tepki tuhaf bir “kokteyl” oluşturuyor…
Dördüncüsü, gerici yerel eşrafın iltimas dolu dünyasına, cehalete, hurafeye, yoksulluğa mahkûm edilmiş geniş Anadolu coğrafyası, yüzde 98 sağ partilere oy veren kentleriyle, her daim Ankara’da tesis edilen yeni yeni “statüko”ların yedek gücü haline geliyor…
AKP iktidarı ateşle oynuyor…
Tayyip Bey, Sivas’ta din ve mezhep faşizmiyle hayvanlaşan kütlenin “zamanaşımı” ile yargıdan kurtulmasına, “Ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olsun” diye tepki verdiğinde, hiç kuşku yok ki, şuursuzca davranmıyordu. Bir “taraf”tı…
Hakkari Uludere’de bombaların kavurduğu genç bedenlerin üzeri de benzer bir pişkinlikle örtüldü, İstanbul Esenyurt’ta iş cinayetinde yanarak ölen 11 işçinin de…
Öte taraftan, Adana’da, sobasını bile yakamadığı evinde, çocuklarının açlıktan ölmesini izlemektense kendini asmayı seçen anne Tayyip Bey’in ilgi alanında değildi…
Yoksulların ve “azınlık” diye tabir edilenlerin dertleri, hükümeti hiç ilgilendirmiyor. Ülkenin her karışını uluslararası tekellere devrediyorlar, onların müteahhitliğini, taşeronluğunu da yandaşlarına dağıtıyorlar. Sadakayla, yetmediği zaman kendilerine bağladıkları “adalet”le, copla, biber gazıyla halkın tepkisini bastırıyorlar; giderek kent sokaklarını saran “dört çekerli” yeşil sermaye güllerini semirtiyorlar.
Lakin ekonomi çöküyor. Fazla rakama falan gerek yok, iflas yaklaşıyor.
Derin ayrımlarla birbirinden kopan nüfus, AKP iktidarı altında, bir zamanlar Sivas’taki Madımak Oteli’ni saran ateşin çok daha büyüğüne doğru sürükleniyor…
Adına “Newroz” ya da “Nevruz” deyin, fark etmez, bu “çatışma haftası” bize gideceğimiz istikameti gösteriyor…