Devrimci Yol’cu Adem Kütük’ü kaybettik. Mutattandır, “başımız sağ olsun” demek. Yine öyle mi diyeceğiz? Vazifelerimizi yapıp, ardından süslü sözler sarf edip, ertesi gün kendi hayatımızı yaşamaya devam mı edeceğiz? Gerçekten de sağ olsun mu başımız? Yani, ‘Adem öldü, biz güzelce yaşamaya devam edebiliriz’ mi demek bu. Adem Kütük ve yol arkadaşları Kırşehir Hapishanesi tünelinde. Gelin, […]
Devrimci Yol’cu Adem Kütük’ü kaybettik. Mutattandır, “başımız sağ olsun” demek. Yine öyle mi diyeceğiz? Vazifelerimizi yapıp, ardından süslü sözler sarf edip, ertesi gün kendi hayatımızı yaşamaya devam mı edeceğiz?
Gerçekten de sağ olsun mu başımız? Yani, ‘Adem öldü, biz güzelce yaşamaya devam edebiliriz’ mi demek bu.
Gelin, bu defa başımız sağ olmasın. Bu defa şu, ‘başımız sağ olsun’ temennisinin özünde, geride kalanları ortaklaştıran bir bencillik olduğunu kabul edelim. Bencillikten azade, ne yapıp ne edeceğimize sonra karar verelim. Bu, bencillikle örülmüş anlaşmayı yok sayalım. Bir başka bir şey yapalım.
Ölüm ve yaşam ilişkisi düşünüldüğünde tersinin murat edildiği akla gelmesin. ‘Öldük, bittik’ mealinde yarı şizofrenik arabesk bir duygunun bizi teslim almasından söz edilmiyor burada. Elbette hayatlarımızı yaşamaya devam edeceğiz, elbette, O’nun o güzelim hatıralarını paylaşacağız birbirimizle ve elbette cenazesine sahip çıkacağız, gazetelere ilan vereceğiz. Devrimci Yolcu Adem Kütük’ün beynini kemiren bir ur nedeniyle aramızdan ayrıldığını, dosta düşmana duyuracağız.
Buradaki dert, ölen bir arkadaşın ardından, geçmişimize ve bugüne dair bir kez daha düşünülmesini sağlayacak bir hassasiyet geliştirebilmektir. Adem Kütük’ün beynini kemiren ve oradan yola çıkarak bütün bedenini ele geçiren habis urun nasıl oluştuğunu birbirimize söyleyebilmektir.
Geliştirebilmek ve söyleyebilmek… ‘Başımız sağ olsun’, saçmalığının önüne geçebilecek tılsımlı iki sözcüktür.
Üç soru sorulmalıdır Devrimci Yol’cu Adem Kütük’ün ardından. Sorulmalı ve verilen cevap yazılmalıdır.
“Devrimci Yol’u kim Devrimci Yol yaptı” diye sual edeceğiz önce. Bu suale hiç tereddüt etmeden Adem Kütük’ün adını verecektir Çukurovalılar; Adanalılar, İskenderunlular, Antakyalılar, Mersinliler ve bilcümle Devrimci Yolcular.
Kimdir, Türkiye solunun tarihine, “uslanmaz tünelci” olarak geçen, diye soracağız sonra. Yine aynı ismi işaret edecektir, 12 Eylül’de cezaevinde bulunanlar; Mamak’ta, Metris’te, Kırşehir’de, Adana’da yatan bilcümle siyasi tutsaklar adını verecektir, Çukurova’nın ele avuca sığmaz delikanlısının.
Kimdir, ömrü hayatını Devrimci Yol’a vakfettikten sonra böyle sahipsiz bırakılan; böyle bir başına, yapayalnız… Yanlışlar, kötülükler arasında bir başına ayakta kalmaya çalışan. Başımızı öne eğip, Adem Kütük diyeceğiz.
“Başımız sağ olsun” demekten imtina edip, Devrimci Yol için Adem Kütük ve O’nun arkadaşlarının taşıdığı anlamı birbirimize anlatacağız. Türkiye tarihinin en kitlesel devrimci hareketinin onların sayesinde yaratıldığını, Adem Kütük ve arkadaşlarını yok sayan geçmiş değerlendirmelerinin hayatımıza değmediğini cesurca ifade edeceğiz. Türkiye 1970’li yıllarda faşist teröre teslim olmadıysa, bunun Adem ve arkadaşlarının hayatlarını hiçe sayarak, en öne geçmesiyle başarıldığını atlamayacağız. Yani önce bu, antifaşist mücadelenin yılmaz militanlarının haklarını teslim edeceğiz, onlara teşekkür etmeyi unutmayacağız, sonra demiri kendimize doğru bükeceğiz.
Sonra geçeceğiz ikinci sorunun yanıtını aramaya. Adem ve arkadaşlarının, konuldukları cezaevinde neden ‘rahat durmadığını’ anlamaya çalışacağız. Özgürlük tutkusunun ne kadar yakıcı bir duygu olduğundan yola çıkarak, 12 Eylül dönemi cezaevlerindeki tutumumuzu yeniden gözden geçireceğiz. Bu iç sorgulamaya mahkemelerdeki tavrımızı da ekleyeceğiz.
Adem ve arkadaşlarının, 12 Eylül mahkemelerinde ‘siyasi savunma’ yapmak için nasıl istekli oldukları ve ancak sonrasında nasıl çaresiz kaldıklarını, kalben ve ruhen nasıl yıprandıklarını hatırlayacağız.
Bununla ilgili bir öykü anlatacağız örneğin. Keşanlı Ali Destanı’ndan esinlenmiş bir öykü olacak bu. Hani, Keşanlı Ali yıllar yıllar sonra af ile cezaevinden çıkar, evlendirilir, ancak kanlıları peşini bırakmaz, gelir evinin önüne bağırır, dışarı davet eder ve Keşanlı’nın genç karısı, ayaklarına kapanır, dışarı çıkmamasını ister, bunun karşılığında Keşanlı Ali de “Gitmem lazım, beni efsane çağırıyor” der ya…
Tam da öyküdeki gibi, Adem Kütük ve arkadaşlarının ‘siyasi savunma yapalım’ çağrısının, aslında efsaneye yakışanı yapmak anlamı taşıdığını bileceğiz. Devrimci Yol “efsanesinin” asıl yaratıcılarının, sesini neden kıstığımızı hiç olmazsa şimdi çıkıp anlatacağız.
Üçüncü sorunun yanıtını aramaya gerek yok. Devrimci Yol militanlarının içindeki özgürlük tutkusu anlaşılmadıktan, efsaneye yakışan yapılmadıktan sonra, kaçınılmaz olmaz mı bir başına, kötülüklerin arasında beş parasız kalmak.
Şimdi bir soru daha soralım. Adem Kütük’ün beynine ur ilk ne zaman düştü ve ilk ne zaman beynini kemirmeye başladı.
Devrimci Yol’cu Adem Kütük öldü. Başımız sağ olsun!
Not: Herkes bilmek durumunda değil Adem Kütük’ü. Kısaca anlatayım. Adem Kütük’ün ismi ilk kez 7 Haziran 1980’de Adana Cezaevi’nde gerçekleştirilen firarda duyuldu. Firar anında jandarmayla çatışma çıktı. Firar eden gruptan dört kişi öldü. Adem Kütük, Mustafa Özenç, Erdal Aykaç ve Mahmut Hızlı kaçmayı başardı. 12 Eylül günlerinde Çukurova bölgesinde bir süre kırda barınmaya çalıştı. Ancak yeniden yakalandı. Bu kez de ismi Kırşehir Cezaevi firarında geçti. 18 mahkûm tünel kazarak firar etti. Firar sırasında çekilen video görüntüleri ve fotoğraflar basına dağıtıldı. Epey sansasyonel bir kaçış oldu. Adem sonra yeniden yakalandı. İdamla yargılandı, hayli uzun zaman cezaevinde kaldı. Birgün gazetesinde Adem’in katıldığı firarları anlatmıştım bir yazıda. Adem’le Adana Halkevi’nde tanıştım, bir sene kadar önce. 1980’de beynine düşen urun yavaş yavaş harekete geçtiği günlerdi.