Oda TV davasında yine tahliye yok. Yaptıkları gazetecilikten dolayı yargılanan meslektaşlarımızın sesi, gündem mühendislerinin usta müdahaleleriyle gazete haberlerinin kenarına iç edilerek eritildi. “İçeriden bilgi aldım çok önemli kanıtlar var” diyerekgazetecilerin cezaevine doldurulmasına bahaneler üreten ilişik gazeteciler ise kanal kanal dolaşıp, kendilerine kalan meydanın tadını çıkarıyorlar. Muhalif sözü olan herkesi hedefleyen bir iktidarın vurdumduymazlığına ayağı hiç […]
Oda TV davasında yine tahliye yok. Yaptıkları gazetecilikten dolayı yargılanan meslektaşlarımızın sesi, gündem mühendislerinin usta müdahaleleriyle gazete haberlerinin kenarına iç edilerek eritildi.
“İçeriden bilgi aldım çok önemli kanıtlar var” diyerekgazetecilerin cezaevine doldurulmasına bahaneler üreten ilişik gazeteciler ise kanal kanal dolaşıp, kendilerine kalan meydanın tadını çıkarıyorlar. Muhalif sözü olan herkesi hedefleyen bir iktidarın vurdumduymazlığına ayağı hiç takılmayanların kendilerini gazeteci/yazar olarak servis etmeleri insana tiksinti veriyor. Bunca gazeteci içerideyken, özgürlükleri gasp edilmişken hiçbir şey olmamış gibi davranabilenlerin tatminsizliği bir çılgınlığa dönüşmüş durumda.
Programlarda bölüşülen ‘sen bu hafta muhalif ol, ben iktidar yanlısı olayım, sen öbür hafta iktidar yanlısı ol, ben o hafta muhalif olayım’ kabilinden bir komediyi hiç sıkılmadan sahneliyorlar.
Düşünsel anlamda sergilenen paytaklık ise hiç birinin umurunda değil. İktidarın klonladığı gazetecileri yazılı ve görsel medyaya dağıtarak, özgürlükler üzerine söz, yetki ve karar yetkisini onların eline verenlerin yargısız infazları hız kesmeden devam ediyor. Her kovulanın ardından yüzlerine gerdikleri plastik tebessüm, gücün kimde olduğunu hatırlatan bir şarlatanlığa dönüşüveriyor.
Başı dik duranlar onlara gerçekliklerini hatırlatıyor. Öfkeli ve sevimsiz oluşları bu yüzden. İnsanın kendi kendini aldatması kadar tehlikeli bir şey yoktur. Kendisini aldatan her şeyi ve herkesi aldatır. Arkadaşlıkları, dostlukları, sevgileri, inançları hemen her şey yapaylaşır. Birbirini ağırlayan benzerler, kendileri ile benzeşmeyen herkesten nefret ederler ve bu yüzden sürekli dillerini yalanla sıvamış olarak dolaşırlar.Herkesi demokrasi ve özgürlükler düşmanı, iç ve dış düşmanların eseri olarak mimlerken hiç teklemezler. Entelektüel yoksullukları linçi sever ama tek sorumlu olarak linç edileni gösterirler.
Tıpkı bugün cezaevlerine doldurulan meslektaşlarını suçlamaları gibi.
İstihbaratın mutfağında pişirilenleri sorgusuz sualsiz piyasaya sürerek ilgili ilgisiz herkesin boynuna Ergenekoncu, bölücü,darbeci vb yaftası asarak araştırmacı gazeteci unvanı atfedilenlerin bir günde aynı ellerce tokatlanması sadece acı bir tecrübedir aynı yolda olanlar için.
Ailelerinden, sevdiklerinden ve mesleklerinden koparılan gazeteciler adaletin kendilerine dönük olmayan mahkeme salonlarında, kendilerini savunmaya çalışıyorlar ve her defasında cezaevi aracının A4 ölçekli camından dışarıya bakarak uğurluyorlar geride kalanları.
Hayatlarından çalınan günler aylar, yılların bir daha geri gelmeyeceğini biliyorlar. İnsanı içeride dirençli tutan tek şey haklılığına olan inancıdır. Dışarıdakilerin bu inancı ayakta tutması içeride olanı güçlendirir.
Hakkınızda çok şey yazılır söylenir. En çok en yakınınızda duruyor-muş gibi davrananların “acaba” tereddüttü düğümler boğazınızı ve sizi hiç tanımayanların bir mektubu toplar yeniden inandığınız her şeyi.
İçeride yatan meslektaşlarımız aslında hepimizden parçalar taşırlar ve dışarıda olanlar ise onların içinde taşıdıklarını çevreleriyle paylaşırlar. Gerçek ve hakça bir bölüşümdür bu.Haksızlığı size bir hak-mış gibi biçenler yüzünüzün sararması bekler ve işte o anda Bedrettin’in “Güneş de batarken sararır” sözleri dilinizden voltaya düşer.
İçeride geçen her mevsim, demir kapının sürgüsünün açılıp, kapanan çığırtısı, her sayım, her arama, adaletsizliklerin üzerinize düşen bedeli gibidir. Bu yüzden bedeli fazlasıyla ödenmiş kelimelerinizi, sözlerinizi, cümlelerinizi dışarıya çıkaracağız küçük notlar olarak aklınıza kazırsınız.
İçeride kendinizi değil, dışarıda bıraktıklarınızı düşünürsünüz. Sevdiklerinizi, dostlarınızı ve sizi hiç yalnız bırakmayan adalet savunucularını… Her mahkemede gözleriniz önce onları arar. Gelenleri ve gelemeyenleri tek tek hatırlarsınız. Gelemeyenler için kaygılanır “bir şey mi oldu yoksa” diyerek iç geçirirsiniz.
Cezaevlerine doldurulan gazetecilerin yokluğunu kendilerine açılmış geniş bir alan olarak kabul eden ve sesini çıkarmayarak suç ortağı olanlar, yarın içeriden çıkanlarla yüz yüze gelmemek için köşe bucak kaçacaklar. Ortağı oldukları bu adaletsizlik onların yakasını hiç bırakmayacak. Ahmet Şık’ın savunmasında belirttiği gibi; “Tarihte hesabı sorulmamış hiçbir suç kalmamıştır. Bu kez de kalmayacak. Tarih, her şeyi ve herkesi hak ettiği yere koyacak. Kimimizi yazdıkları ve söyledikleriyle, kimimizi de verdikleri kararlarıyla.”
Onlar içerdeler ve hala içeride olmalarının bir sebebi de siyasi iktidarın her gün bir yeni operasyonla kırk parçaya böldüğü davalar silsilesi ile dayanışmayı zayıflatması. Dayanışmayı ortaklaştıran bir yapısallığı sağlayamadığımız sürece iktidarın bu davalar üzerindeki keyfiyeti devam edecek.
Onları artık dışarıda görmek istiyoruz. Sevdiklerine sarılırken, hasret giderirken ve cesurca yazmaya, haber peşinde koşmaya devam ederken.
Bu biraz da bizim elimizde.