Burjuva düzeninin kendisi haline gelen AKP’yi durdurmak ve emekçi sınıfların iktidarı için somut adımlar atmanın yolu sosyalistlerin seçim başarılarına odaklanan anlayışları aşan bir siyasi perspektifle bir araya gelmesi ve kitle hareketlerine yabancı olmayan sosyalist bir önderlik yaratması ile mümkün olacaktır 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri de, bundan önceki 2 genel seçimde olduğu gibi, AKP’nin başarısına […]
Burjuva düzeninin kendisi haline gelen AKP’yi durdurmak ve emekçi sınıfların iktidarı için somut adımlar atmanın yolu sosyalistlerin seçim başarılarına odaklanan anlayışları aşan bir siyasi perspektifle bir araya gelmesi ve kitle hareketlerine yabancı olmayan sosyalist bir önderlik yaratması ile mümkün olacaktır
12 Haziran 2011 Genel Seçimleri de, bundan önceki 2 genel seçimde olduğu gibi, AKP’nin başarısına sahne oldu. Geçerli oyların % 50’sini alan AKP tek başına iktidar olmayı 3. kez garantilerken, aynı zamanda düzenli olarak oylarını arttırmayı başararak Cumhuriyet döneminin en “başarılı” siyasi partisi oldu!
Türkiye’nin mevcut durumunu, 12 Haziran seçim sonuçlarını da katarak değerlendirmeye çalışalım: Artık düzen siyaseti dikensiz bir gül bahçesine dönüşmüştür burjuvazi için… Düzen içi sorunları tek başına çözecek kadar hegemonik, 3-5 takviyeyle anayasa değişikliklerini referanduma götürecek kadar güçlü, ne sağda ne solda alternatifi olmayan ve -MHP’yi bir yana bırakacak olursak- Türkiye sağını tek partide toplamayı başarmış bir siyasi parti var artık parlamentoda. Üstelik bu parti, yani AKP, sadece meclis aritmeğinde değil, siyasetin hemen hemen bütün mevzilerinde de hegemonik olmayı başarmış; yasamayı, yürütmeyi ve nihayetinde de yargıyı kendi hakimiyeti altında birleştirmiştir. Bir başka deyişle, anayasal anlamda ve kurumların hukuki statüleri açılarından değil ama, fiilen güçler birliği prensibi yürürlüktedir Türkiye’de bundan böyle! AKP artık parti-devlettir!
AKP’nin parti-devlet olmasının yanında bir diğer ayırdedici özelliği ise arkasındaki cemaatler koalisyonun varlığıdır. Gülen cemaati başta olmak üzere, hem belli bir sermaye gücünü temsil eden, hem de yazılı ve görsel medyaya oldukça hakim olan güçler açıktan AKP’yi desteklemektedir ve Türkiye’deki diğer siyasi partilerin durumu düşünüldüğünde AKP’ye olan bu desteğin devam edeceği de aşikardır. Bütün bunların yanısıra cemaatler sadece “maddi” değil; aynı zamanda “manevi” bir gücü de temsil etmekte; toplum içindeki sınıfsal çatışma noktalarını ve diğer huzursuzluk unsurlarını törpüleyip yurttaştan “teba” yaratmada da rakipsizdirler. Bu yönüyle de AKP’nin burjuva siyasetinde eşsiz olduğu söylenebilir; zira % 50’lik bir seçim başarısı sadece seçmene değil, aynı zamanda cemaatlere de “alternatif yok” demektedir!
Siyaset yelpazasini değerlendirmeye gelince; hemen belirtelim ki, Türkiye sağı için bundan böyle söylenebilecek fazla bir şey yoktur; zira yukarıda da değindiğimiz gibi AKP Türkiye sağını tek parti bünyesinde toplamayı başarmıştır. Olağanüstü bir durum olmadığı müddetçe, Saadet Partisi, Büyük Birlik Partisi ve Demokrat Parti gibi sağ partiler “marjinal” kalmaya mahkum olacaklardır. HAS Parti’nin bir şeyler yapabilmesi içinse belli ki AKP’nin çok ciddi bir krize sürüklenmesi, bir anlamda “yeni AKP”ye ihtiyaç duyulması gerekecektir. Fakat şurası açık ki ortada böyle bir ihtiyaç da yoktur! Sağın tek “istisnası” ise hala belli bir oy potansiyeli olan, referandum sıkıntısı, kaset skandalı derken hala baraj üstünde kalmayı başarabilen MHP’dir. Ancak MHP köşeye sıkışmış, elindeki tek kozu olan “Kürt düşmanlığını” AKP ile paylaşmak zorunda kalmış, kendi yağında kavrulan, muhtemelen iç çekişmelere sahne olabilecek iddiasız bir parti haline dönüşmüştür. Dolayısıyla denilebilir ki “istisna”, “kuralın”- yani AKP’nin- var olduğu gerçeğini hatırlatmaktan başka bir işleve sahip olamayacaktır Türkiye sağı için.
CHP, ya da “yeni CHP” ise AKP’ye rakip olamayacak kadar küçük bir ivme kaydetmiştir ve bu haliyle bir “iktidar alternatifi” olmaktan çok uzaktır! Kılıçdaroğlu’nun burjuvazi için gerçek bir alternatif olabilmesi için sadece kendisinin güçlenmesi yetmeyecek, AKP’nin de ciddi bir düşüşe geçmesi gerekecektir. Üstelik MHP’yi bekleyen iç hesaplaşmanın bir benzerinin CHP için de söz konusu olabileceği düşünülecek olursa, CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun kısa ve orta vadede iktidar yürüyüşü başlatmaktan ziyade “yeni CHP’yi” kurumsallaştırma çabası içinde olacağını tahmin etmek güç olmayacaktır.
AKP dışında seçimlerden zaferle ayrılan diğer parti ise BDP’dir. Kürt hareketinin kuvvetli olduğu illerde gücünü arttırması, AKP’nin mutlak hegemonyası altındaki ülkede kuşkusuz olumluluk atfedilecek bir gelişmedir. Bir önceki seçimlere göre aldığı oyları arttıran, sandalye sayısında ise çok daha önemli bir artış kaydeden BDP, Kürt illerinde AKP’ye meydan okumayı başarmış ve bölgede önemli bir güç olduğunu dosta düşmana göstermiştir. BDP’nin; bölgede Diyarbakır, Hakkari, Bingöl, Ağrı ve Bitlis’te aldığı oylar ve çıkardığı milletvekili sayıları düşünüldüğünde, sadece seçim başarısı elde etmediği aynı zamanda seçim organizasyonunu da -ilçe ilçe, mahalle mahalle- oldukça itinalı bir şekilde yürüttüğü ve başarıyla tamamladığı da söylenebilir. Dersim dışında hemen hemen her yerde hedeflerine ulaşan BDP’nin bu başarısı hiç kuşkusuz “yeni anayasa” tartışmalarında Kürt hareketinin elini güçlendirecek bir sonuç doğurmuştur. Öcalan’ın seçim öncesinde öngördüğü tarih olan 15 Haziran’da başlar mı bilinmez ama Kürt hareketinin önümüzdeki günlerde “demokratik özerklik” başta olmak üzere birçok talebini daha yüksek sesle dillendireceği bir dönemin eşiğinde olduğumuz da su götürmez bir gerçektir.
Sosyalist sola gelelim: Levent Tüzel ve Ertuğrul Kürkçü gibi sosyalistlerin Kürt halkının oyu ile Meclis’e girmesi sosyalist solun bir başarısı olmaktan ziyade Kürt halkının gücü ve tabiri caizse Kürt hareketinin lütfuyla gerçekleşmiştir. Bunun dışında, seçimlerde sosyalistlerin esamesi bile okunmamıştır! ÖDP seçimlere dahi girememiş, TKP hedeflediğinin çok altında oy almış, Halkevleri kitlesine net bir sosyalist adres gösterememiş, bunların dışında kalan sosyalist/devrimci yapılar ise seçimle ya ilgilenmemişler ya da etkisiz bir boykot örgütlenmesi yapmışlardır. Bu durum Türkiye sosyalisleri için kabul edilebilir olmamalıdır. Kuşkusuz seçimler devrimcilerin yegane ilgi odağı değildir ve devrimcilik genel seçimlerde başarılı olmayı kat be kat aşan bir siyasi perspektif gerektirir. Ancak kokuşmuş bir burjuva düzeninde son derece yetersiz de olsa halkın yönetime katıldığı ya da en azından halkın öyle zannettiği tek durum olan seçimlerde ciddi ve etkili bir siyasi çalışma yapmak her sosyalist/devrimci yapının da ödevi olmalıdır. Bilinmelidir ki; halkın siyasete doğrudan ya da dolaylı olarak ilgi duyduğu her an ve durum, sosyalistlerin de ilgisini yöneltmesi gereken bir an ve durumun var olduğu gerçeğini bizlere gösterir.
2011 genel seçimleri hem sosyalist sol hem de burjuva siyaseti açısından eski bir ilkenin önemini göstermesi bakımından bir ders niteliği taşımaktadır. Örgütlü kitlelerin gücü yenilmezdir! Genel propaganda; yani, afişler, sloganlar, reklam filmleri, yaratılan lider figürlerinin toplamı, belirli bir düzeyde siyasal mücadele içinde örgütlü bulunan halk kitlelerinin gücü yanında tamamen etkisizdir. CHP’nin başarısızlığı da AKP’nin başarısı da bu ilke üzerinden açıklanabilir. Hatta CHP’nin estirdiği genel propaganda rüzgarı karşısında kendi kitlesini koruyamayan TKP’nin durumu dahi, sıkı bir parti-kadro örgütünün üzerini kapadığı bir gerçeğin -yani TKP’nin kitleler arasındaki örgütsüzlüğünün- göstergesi olarak okunabilir. Kendisini solda gören her yapı kendi hali ve solun genel durumu üzerine düşünmeli ve yeni dönemde atılacak adımları bu değerlendirme ışığında planlam
alıdır. Burjuva düzeninin kendisi haline gelen AKP’yi durdurmak ve emekçi sınıfların iktidarı için somut adımlar atmanın yolu sosyalistlerin seçim başarılarına odaklanan anlayışları aşan bir siyasi perspektifle bir araya gelmesi ve kitle hareketlerine yabancı olmayan sosyalist bir önderlik yaratması ile mümkün olacaktır. O zaman seçimler de dahil olmak üzere bütün mücadele başlıkları sosyalistlerin damgasını vuracağı gerçeklikler olarak halkın gündeminde yer bulabilecektir!
O zaman yılmak yol, mücadeleye devam!