AK Parti’nin 12 Haziran’daki ezici zaferiyle birlikte artık daha az tartışılacak bir konu var: Medyadaki değişim. Neden daha az tartışılacak diyorum? Çünkü yıllar öncesinden verilen “medyada tasfiye” işaretleri çoktan hayata geçti. Eski usul, sert muhalefet yapan yayınların sayısı biri ikiyi geçmiyor. Tamam, merkezde “normalleşme”ye ihtiyaç vardı, ancak normalleşmenin dozu kaçtı. Birkaç köşe yazarının haricinde, açık […]
AK Parti’nin 12 Haziran’daki ezici zaferiyle birlikte artık daha az tartışılacak bir konu var: Medyadaki değişim.
Neden daha az tartışılacak diyorum? Çünkü yıllar öncesinden verilen “medyada tasfiye” işaretleri çoktan hayata geçti. Eski usul, sert muhalefet yapan yayınların sayısı biri ikiyi geçmiyor.
Tamam, merkezde “normalleşme”ye ihtiyaç vardı, ancak normalleşmenin dozu kaçtı. Birkaç köşe yazarının haricinde, açık açık iktidarı eleştiren haber ve başlıklara artık rastlayamazsınız. Aynı şey televizyon programları için de geçerli.
Gerçi bazı meslektaşlar, hâlâ “merkez medya” diye bir şey kaldığını, hâlâ sıkı muhalefet yapıldığını, daha da ötesi iktidara “hakaret” edildiğini iddia ediyor. “Örnek ver” deyince herkes sus pus!
Ya son iki yıldır gazete okumuyor, TV programı seyretmiyorlar… Ya da medyada süregelen dönüşüm, onları bir türlü tatmin etmiyor.Medyada var olan son muhalefet kırıntıları tükenene, gazeteler yüzde 100 iktidar yanlısı olana kadar, bu tuhaf gıptayla karışık nefret hali devam edecek anlaşılan.
Fransız kalanlar
Arkadaşlar, rahatlayın! Merkez medya artık eski “merkez” değil. İktidar partisinin böylesine büyük güven ve güç tazelemesinden sonra medyadaki muhalif seslerin daha da yumuşayacağından, yayınların iktidar politikalarını daha fazla destekleyeceğinden şüpheniz olmasın.
Ama hâlâ tatmin olmuyorsunuz… Galiba “Tek bayrak, tek vatan, tek millet, tek devlet”in yanına “tek medya”yı eklemeye çalışıyorsunuz!
Mesela Mehmet Barlas, “Medyanın bir bölümü Türkiye’ye Fransız kaldı” yorumunda bulunuyor: Türk medyasındaki “candaş kanka”ların okurlarını yanılttıklarını… Onlara düşenin “aynaların karşısında çırılçıplak el ele tutuşup kendilerini iyice tetkik etmeleri” olduğunu yazıyor.
Sanki okur, gazete okuyup “Hah şu parti iktidar olacak, bari oyumu ona vereyim” diyor… Sanki A gazetesiyle B gazetesi, aynı satırları yazmak, aynı görüşleri desteklemek zorunda…
Barlas’a sormalı: “İyi gazete” olmak, iktidarı yüzde 100 desteklemek midir? Muhalefet etmek, bir gazetecilik ayıbı mıdır? Yoksa çırılçıplak aynaların karşısına geçip bakması gerekenler, gazetecilikle siyaseti birbirine karıştıranlar mıdır? (Taraf’ın seçimden iki gün önceki ‘AKP düşüşte’ sürmanşetini yeri gelmişken hatırlatayım… Hiçbir “merkez” grupta böyle bir anket yayımlanmadı.)
Yurtdışından örnek vermeye bayılırız, o zaman bakalım: ABD’de iki dönem üst üste George W. Bush kazanırken, Demokratlar’a verdiği açık destekle bilinen The New York Times’a kimse “Halkı küçük gördüler- gerçeklere Fransız kaldılar” dedi mi?
İngiliz medyası, 10 yıl başbakanlık koltuğunda oturan Tony Blair’i acımasızca eleştirdiğinde “Halkın oylarını alan Blair’i hor gördüler” diye suçlandı mı?
Peki Fransa’da Sarkozy güçlenirken düzenli olarak eleştirilerini sürdüren, sol tandanslı Liberation’u kim “sosyo-politik gerçekleri görememekle” kınadı?
Merkez’in anlamı
Galiba medyaya bu kadar anlam yüklemekten vazgeçmenin vakti geldi. Halkın nabzını tutmakla, gazetecilik yapmayı birbirine karıştırmayalım. Ne de olsa nabız tutmak, iktidarı kayıtsız şartsız desteklemek, eleştirmemek anlamına gelmiyor.
Aksine, gazeteci salt “Türk halkının yarısı böyle düşünüyor” diye mesleğini icra etmiyor, sorgulamıyor, araştırmıyorsa orada bir sorun var demektir.
“Merkez”in anlamı, iktidarı hiçbir şekilde eleştir(e)memek, mütemadiyen yüceltmekse, yeni bir merkez medya var zaten. Yok eğer “merkez”den anladığımız, bayi satışında daha büyük pay sahibi olan gazetelerse, canınızı boşuna sıkmayın! Halkın “diğer” bölümü de bunu tercih ediyor demektir. Renktir, çeşitliliktir, çoksesliliktir, hasılı iyidir…