AKP’nin “Kürtlerle flörtü” sona erdi. Tayyip Erdoğan “Kürt sorunu benim için çözülmüştür” diyerek, AKP’nin Kürt sorununda “çözüm tarafı” olmadığını resmen ilan etti. 12 gerillanın öldürülmesi, bu ilanın altına kanla atılan bir imza oldu. (Liberalizm gerçekten de iğrenç bir şey! Kimi Kürt liberal aydınları, Zaman ve Taraf ağzıyla, katliama dönüşen TSK operasyonlarının hükümet tarafından değil, TSK […]
AKP’nin “Kürtlerle flörtü” sona erdi. Tayyip Erdoğan “Kürt sorunu benim için çözülmüştür” diyerek, AKP’nin Kürt sorununda “çözüm tarafı” olmadığını resmen ilan etti. 12 gerillanın öldürülmesi, bu ilanın altına kanla atılan bir imza oldu. (Liberalizm gerçekten de iğrenç bir şey! Kimi Kürt liberal aydınları, Zaman ve Taraf ağzıyla, katliama dönüşen TSK operasyonlarının hükümet tarafından değil, TSK içindeki “Ergenekon kalıntıları” tarafından yapıldığını; PKK’nin de gerilimin tırmanmasından medet umduğu için saldırılara çanak tuttuğunu söyleyebiliyorlar.)
Selahattin Demirtaş, AKP’nin Kürt gençlerinin kanı üzerinden MHP’yi baraj altına çekme politikası izlediğini söylerken de, bu politikanın bir “seçim politikası” olarak kalamayacağını, AKP’nin seçimden sonra yeniden “açılım politikalarına” dönemeyecek bir doğrultuya girdiğini söylerken de bizim uzun zamandır vurguladığımız bir gerçeği ifade ediyor. Gerçeği “kabul etmek” önemli. Ama daha da önemlisi bu “gerçeğin sonuçlarıyla yüzleşmek”.
Kürt hareketinin, “gerçeğin sonuçlarıyla yüzleşebilmesi” için liberal-globalist yaklaşımla açık bir hesaplaşması gerekiyor. Bu; AKP’nin Kürt sorununda “müzakere masasına oturabilecek tek seçenek” olduğu; ABD’nin bölge politikaları gereği Türkiye’deki Kürt sorununun şöyle ya da böyle “bir çözümünü” istediği, bu nedenle “Amerikancılığın” ve “globalizmin” çözüme, “bağımsızlıkçılığın” ise çözümsüzlüğe daha yakın olduğu biçimindeki kabul ve akıl yürütmelerle hesaplaşmak demek.
Tersinden söylersek, Türk egemen sınıflarının liberal-globalist projeksiyonunun Kürt sorununun çözümüne kapı aralayacağı yargısıyla Türkiye sosyalist hareketinin AKP’nin kuyruğuna giren kesimlerinin sırtını sıvazlamanın bir hata olduğunun kabul edilmesi demek. Bu hesaplaşma yapıldıktan sonra da yeni bir “yol haritası”nın oluşturulması gerekecek.
Aslında Kürt hareketi yeni bir “yol haritası”nı bir süredir tartışıyor. DTK’nın geliştirmeye çalıştığı “Sivil İtaatsizlik Hareketi”, zaman zaman çeşitli kanallardan dile getirilen “Demokratik Özerklik ilanı” uyarıları, Öcalan’ın 15 Haziran sonrasına verdiği “kıyamet” alarmı gibi şeyler, Kürt hareketinin “açılım” yolundan umudu kalmayınca neye yöneleceğini tartıştığını gösteriyor.
Öcalan’ın sözünü ettiği “kıyamet” kopar mı, kopmaz mı bunu kestirmek çok kolay değil. Ancak “Sivil İtaatsizliğin” ilk başarısız denemelerin ardından bir gelişme yoluna girdiği ortada.
Kürt “yasal siyaseti”nin ön planda olduğu ilk “sivil itaatsizlik” hareketi “Valilikten izin alma” yoluna sokularak sönümlendiğinde, Kürtlerin sivil direnişinin başlamadan bittiğini düşünen çok oldu. Ancak Kürt halkı son derece yaratıcı bir biçimde “sivil Cumalar”la yoksul halka özgü bir sivil itaatsizlik hareketinin ilk köprü başını tutmayı başardı.
Kürt hareketine karşı KCK operasyonlarıyla başlatılan ve süreklilik kazandırılan siyasi terör ve gerillaya yönelik katliamların neden olduğu tepkiyi “sivil itaatsizlik” sınırlarında tutabilmek ise olanaklı değil. Öldürülen her gerilla bir serxıldan (irili ufaklı geçici ayaklanma) anlamına gelebilir.
12 gerillanın öldürülmesinin ardından ilan edilen “yas” süresince yaşananlar, Kürt illerinde devlet ile halk arasındaki ilişkinin artık yeni bir devreye girdiğini gösterdi. Daha önceki “halk grevlerinde” hemen her gösteriye müdahale etmeye çalışan polis, son eylemlerde sadece “seçilmiş” noktalarda hareketi bir sınırda tutmaya çalışıyordu. Son serxıldanların kentleri bir ölçüde ve geçici süreyle “devletsizleştirmeye” başladığı söylenebilir. Etkisi giderek artan serxıldanlarla el ele gelişen “sivil itaatsizlik” hareketleri Kürt illerinin oldukça geniş bir alanında yeni bir “siyasi durum” yaratmaya adaydır.
Gelişen bu ortamla birlikte ele alındığında, AKP’nin Kürt sorununda “çözüm tarafı” olmadığını resmen ilan etmesinin, AKP’yi “Kürtleri temsil eden tek düzen partisi” olmaktan çıkarabileceği de söylenebilir. Ancak bunun için öncelikle Kürt hareketinin AKP’yi bölgede DYP ve CHP’nin yanına göndermeyi bundan sonraki politik hedefi haline getirmesi bir ön koşul.
Özgürlük hareketi ve onun adına “siyaset” yapan “yasal temsilciler”in, BDP meclis grubu, Belediyeler ve DTK’nın AKP’yi bölgede siyaset yapamaz hale getirmesinin ve “Kürt muhafazakarlığı” içerisinde ayrışmayı zorlayacak bir siyaseti izleyebilmesinin çok sayıda sorunu bulunuyor. Bunların başında, geçtiğimiz dönemde BDP ilişkilerinin AKP’ye bölgede açtığı siyasi “kredinin” geri alınmasındaki “maddi” güçlükler var. Hem AKP’yle hem de BDP’nin çeşitli “mahfilleriyle” ilişkide olan ve bir ayağı da Erbil’de bulunan “Kürt iş dünyası” temsilcilerinin, AKP’yi bölgeden “silmeye” pek hevesli olmayacağı açık.
Elbette “bu hevessizliğin” halkın dayatması ve Kürt hareketinin de bu dayatmanın arkasında durması halinde orta vadede bir hükmünün olmayacağı da düşünülebilir. Bunun için de Kürt hareketinin “liberal-globalist” yaklaşımla hesaplaşmasını “yen içinde” yapmaktan (doğrusu bir türlü yapamamaktan) vazgeçmesi gerekiyor.