Recep Tayyip Erdoğan, rektörlerle görüşürken “yasakları yasaklayın” diyor. Onu dinleyen rektörler de alkışlıyor. Bu düpedüz halkla, öğrencilerle alay etmek değil midir? İstanbul’da öğrencilere yapılan linçten sonra Ankara SBF’de gelişen olayları değerlendiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan öğrencilerin eylemini kafasındaki “ileri demokrasi”yi hazmetmeyenler olarak nitelendirdi. Bu demeç üzerine AKP’nin demokrasi ve “ileri demokrasi”den anladığını açmaya çalışacağım. • […]
Recep Tayyip Erdoğan, rektörlerle görüşürken “yasakları yasaklayın” diyor. Onu dinleyen rektörler de alkışlıyor. Bu düpedüz halkla, öğrencilerle alay etmek değil midir?
İstanbul’da öğrencilere yapılan linçten sonra Ankara SBF’de gelişen olayları değerlendiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan öğrencilerin eylemini kafasındaki “ileri demokrasi”yi hazmetmeyenler olarak nitelendirdi.
Bu demeç üzerine AKP’nin demokrasi ve “ileri demokrasi”den anladığını açmaya çalışacağım.
• Çeşitli illerden İstanbul’a gelen öğrencileri; nasıl, nerede, ne tepki göstereceklerine bakmadan İstanbul girişinde arabaların içinde hapsederek, seyahat özgürlüklerini engelleyerek, mola yerinde gerekli ihtiyaçları için indiklerinde linç etmektir.
• Sağlam olarak gözaltına alınan bir öğrencinin işkence yaparak burnunu kırmak, yüzünü ve gözünü morartmaktır.
• Düşünce özgürlüğüne tahammül etmemektir.
• Temel hak ve özgürlükleri tanımamak, insan haklarına saygılı olmamaktır.
• Demokratik tepkilerini gösteren veya yasal haklarını arayan öğrencilere, işçilere saldırarak dağıtmak ve kırmaktır.
• Emekçilerin ve öğrencilerin örgütlenmelerinden ürkerek engellemeye çalışmak ve çeşitli hilelerle bu örgütlenmeleri yok etmektir.
• Öğrencileri kimliklerine ve siyasal-sosyal yapılarına göre fişlemektir.
• İletişim araçlarının gizliliğini ihlal etmek, telefon dinlemeleri ve teknik takipler yapmaktır.
• Polis ve asker terörünün yanında yargı terörünü geliştirmektir.
• Başbakanın politikalarını beğenmeyen ve buna karşı demokratik taleplerini dile getiren öğrencileri 15 ay hapis cezasına mahkûm etmektir. Bu hapis cezasını 5 yıl süreyle tehdit ederek baskı altında tutmaktır.
• 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbeleri döneminde “sayın muhbir” ihbarlarına itibar edilirken şimdi “gizli tanık” beyanlarına dayanarak iddianame hazırlamak ve bu iddianamelerle karara gitmektir.
• Uluslararası ödüllü muhalif sanatçıların ülkeye gelmelerini engellemek ve kovmaktır.
• Muhalif gazetecileri hapse atmaktır.
• Üniversitelerde en ufak düşünce ifadesi şekillerine (afiş asmak dahi) uzaklaştırma cezaları vermektir.
• 12 Eylül faşist darbesinin ürünü YÖK ve tüm anti-demokratik yasaları korumaktır.
• Dönüşüm ve yeniden yapılandırma programlarıyla bütün kamusal hizmetleri ve doğal kaynakları uluslararası sermayeye peşkeş çekmektir.
• Hidroelektrik Santral (HES) projeleri ile doğal dengeyi bozmaktır.
• İçki içiliyor bahanesiyle sanat galerilerine saldırmaktır.
• Etkin birey ve hareketleri itibarsızlaştırmak ve etkisizleştirmektir.
• Üniversitelerde sivil polisleri yerleştirmek ve öğrencilerin enselerine polisleri dikmektir (eski İçişleri Bakanı Faruk Sükan “solcuların nefesini takip edeceğim” demişti).
İşte AKP’nin kafasındaki sözüm ona “ileri demokrasi” reçetesi. İstediğin gibi kullan!
AKP’nin ileri demokrasisini tanımladıktan sonra YÖK cenderesi altında sıkışan üniversitelerin konumları, nasıl işleyeceğine ilişkin birkaç sözümüz vardır.
Rektör, dekan, müdür, öğretim üyesi nedir? Bu özellikleri taşıyan her eğitimcinin bulunduğu kuruma karşı sorumluluğu vardır. Kurumun öznesi olan öğrencileri korumakla, aydınlatmakla, değiştirmekle yani eğitmekle sorumludur. Başka bir deyişle öğrencilerin hem anası hem babası hem öğretmeni hem de idolü olmaları gerekir. Öğrencisinin gelişmemesinden, değişmemesinden ve başarısızlığından acı duymalıdır. Her eğitimcinin öğrencilerini bilimsel metotlarla yaratıcı güçleri ve yetenekleri doğrultusunda değiştirmek dönüştürmek görevdir. Öğrenciyi tanıyarak sorunları varsa hafifletmek ve başarısını yükseltmek, uyumunu sağlamak gereklidir. Hiçbir eğitimcinin rütbesi, kariyeri ne olursa olsun öğrencilere aptal, geri zekalı, beyinsiz demeye hakkı yoktur.
Bunu diyen birinin eğitimciliği sorgulanmalıdır, bu tür davranışlarda bulunanları eğitimden anlamayan diplomalılar diye nitelendirebiliriz.
Bu değerlendirmeler ışığında Dolmabahçe’de rektörlerle başbakan toplantı yaparken dışarıda dayak yiyen öğrencileri için nasıl dayanabildiler. Başbakanla eğitim sorunları görüşülürken öğrencilerden temsilciler çağrılamaz mıydı? Öğrencilerin demokratik haklarını kullanarak görüşme, dosya verme, forum yapma taleplerinin polis işkencesiyle önlenmesi, yok edilmesi hangi demokraside, hangi özerk üniversitede, hangi eğitim anlayışında yazar.
Öğrenciler dışarıda işkencelere reva görülürken kızını yanında toplantıya alan başbakana soruyorum: Kızının ne üstünlüğü var bu öğrencilerden? Demokrasiyi içimize sindiriyorsak, demokrasiyi bir yaşam biçimi ve yönetim tarzı olarak kabul ediyorsak öğrenciler demokratik haklarını kullanacaklardır. Bu haklarını kullandırmamak ve bunların arkasında örgüt, provokatör aramak, öğrencileri töhmet altında bırakmak demokrasiyle bağdaşmadığı gibi öğrencilerin yasal haklarını da tanımamaktır.
Bu öğrencilerin birey olma hakkı yok mu? Kendi geleceği ve sorunları ile ilgili söz söyleme öneri yapma hakları yok mu? Öğrencilerin bu haklarına tahammül etmemek veya tanımamak tekçi-diktacı-zorba ve faşist bir anlayıştır. Küresel sermayenin bir piyonu olan kendi karanlık diktasını kurmak ve kardan başka bir şey düşünmeyen, kendi gelecekleri için her şeyi mubah gören AKP hükümetinin doğası ve ideolojisi gereği anlayış göstermesini beklemiyorum.
Solda olduklarını söyleyen ruhlarını ve kalemlerini sermayeye satan neoliberallerden de anlayış beklemiyorum. Ancak kendilerinin hala solda olduğunu iddia eden ve geleceği sosyalizmde gören “yetmez ama evet” diyenlerin bir kez daha düşünmelerini ve kendilerini sorgulamalarını öneriyorum.
Bu soruları birbirimize soralım:1-Sermaye nedir? 2-Emek nedir?
Sosyalizm sermayenin mi yoksa emeğin mi geleceğidir? Tek kutuplu dünyada sermayenin tek söz sahibi ve evrensel nitelik kazandığı bir dönemde düştüğü krizleri aşmak için göstereceği açılımlar ve alacağı tedbirler hiçbir zaman emeğin yani çalışanların yani dar gelirlilerin durumunu iyileştirmeyle ve gelecekleriyle ilgili olmayacağı gibi demokrasiyi de geliştirmeyecektir.
Amacı sadece yıllardır kandırdığı, aldattığı emekçi kitlelerini daha fazla sömürmek, ezmek ve açlığa itmektir. AKP hükümeti reformculuk, değişimcilik ve demokratçılık oyunu oynayarak her gün hukuku, adaleti, insan haklarını ihlal etmekte ve emekçilerin geleceğini karartmaktadır. Sol adına bunlardan bir şey beklemek hayal değil mi? Recep Tayyip Erdoğan, rektörlerle görüşürken “yasakları yasaklayın” diyor. Onu dinleyen rektörler de alkışlıyor. Bu düpedüz halkla, öğrencilerle alay etmek değil midir? Yasakların anası da babası da YÖK denen ucubenin kendisi 12 Eylül faşist darbesinin disiplin yönetmeliği değil midir? Recep Tayyip Erdoğan ve rektörler yasakları yasaklama bilinmezliğinin çamuruna saplanacaklarına YÖK’ü kaldırsınlar, dolayısıyla yasaklar kendiliğinden kalkmış olur. Oysa onların yaptığı aynen “tavşana kaç tazıya tut” oyunu oynamaktır. Sermaye temsilcileri hangi partilerde olurlarsa olsunlar dün farklı yerlerde olan kimi solda kimi sağda kimi ortada kimi dinci kimi laik kimi ateist ancak yürekleri ve mideleri para hırsları ve karları için nasıl bir araya geliyorlar? Bunlardan demokrasi mi beklenir? Bunlardan emekten, insan haklarından ve adaletten yana tavır mı beklenir? Bunlardan sadece sömürü, zulüm ve baskı beklen
ir.
Recep Tayyip Erdoğan öğrenci hareketlerini değerlendirirken illegal örgütlerden söz ediyor. Elli yıldır bu filmleri izliyoruz. Her demokrasi, insan hakları ve adalet talep edenlerin çıkarcılar, sömürücüler, karlı sömürüleri devam etsin diye bu bahaneleri söylerler. Gizli örgütler aranacaksa kendi arka bahçelerine baksınlar. Kısacası herkes doğrularına inandığı ve bildiğini yapar.
Biz demokrasiye, hukuka, adalete, eşitliğe, emeğe, bilime ve sosyalizme inanırız. Onlar paraya, kâra, zamma, zulme, baskıya, linç ve tahakkümlere inanırlar.
Biz emeğin adaletin ve hukukun geleceğine evet deriz. Onlar daha çok kâr için yalana, dolana, adaletsizliğe ve talana evet derler.
O zaman, herkes safını seçsin!
*Mithat Can
Eğitimci, Veli