Bahardan kalma bir hava… İstanbul güzel… Atlıyorum vapura. Güvertedeyim. Ve güvertede martılar… Bir simit alıyorum. Sanki hissettiler, çığlık çığlığa… “Bir parça simit bana, bir parça simit size… Bu memlekette asgari ücret bir simit parası be! Şanslısınız keratalar, yiyin gayrı!” Vapur güvertesinden denize bakıyor ve hafta boyunca yaşananları düşünüyorum. Neresinden tutsam, elimde kalıyor memleket… Haydarpaşa Garı… […]
Bahardan kalma bir hava… İstanbul güzel…
Atlıyorum vapura. Güvertedeyim. Ve güvertede martılar…
Bir simit alıyorum. Sanki hissettiler, çığlık çığlığa…
“Bir parça simit bana, bir parça simit size…
Bu memlekette asgari ücret bir simit parası be!
Şanslısınız keratalar, yiyin gayrı!”
Vapur güvertesinden denize bakıyor ve hafta boyunca yaşananları düşünüyorum.
Neresinden tutsam, elimde kalıyor memleket…
Haydarpaşa Garı… Geçenlerde yandı hani. Ya da öyle dedi birileri… Bir kaza yangını(!)
Nasıl göz dikmişlerdi güzelliğine, çünkü sen tarihtin, çünkü sen köyden kente göç eden köylü kardeşimin İstanbul hayali, zorunlu hizmete giden öğretmenimin Anadolu’ya yolculuğuydun.
Sen önünde kara tren ve deniz, bir hatıra-ı İstanbul’dun…
Ama güzellerin şansı olmazmış… Sermaye gözünü dikmişti güzelliğine.
Rantsal Dönüşüm için vazgeçilmezdin. Otel yapacaklardı seni, otel! Yak, İşlet, Devret…
Dört yanım puşt zulası diyordu hani Ahmet Arif…
Boğaz sırtlarına baktıkça acıyor canım. Yeşili, tarihi talan edilmiş, üstüme yıkılacak gibi duran alışveriş ve iş merkezleri ile bozulmuş İstanbul’um…
Süleymaniye ihtişamı ile karşımda, çevresinde yakılan yüzlerce konak ve kül olan bir tarih…
Seni sevmek, felsefedir kusursuz. İmandır, korkunç sabırlı…
Küresel ısınma merkezli bir iklim krizi yaşandığı şu günlerde ağaca ve yeşile düşman olanların “3. Köprü ile trafik sorununuzu çözeceğiz” aldatmacasına küfür ediyorum içimden.
Vurun ulan vurun ben kolay ölmem!
Ocakta küllenmiş közüm, Karnımda sözüm var, Halden bilene…
Ulaşım zamları geliyor aklıma ve karnımda saklı sözümle sinirleniyorum yine…
Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği Ulaşım Sempozyumuna katılan ve halk için söyleyecek sözü olan Halkevcileri görünce Kadir Topbaş sırra kadem basıyor.
“İstanbul’da ulaşım zulüm haline gelmiştir!”, “Yüksek fiyatlarla halkın ulaşım hakkı engellenmektedir!” diyen Halkevcilere belediye görevlileri ve sivil polisler saldırıyor.
Halkevciler çevik kuvvet tarafından gözaltına alınıyor.
Nerede kaldı “Yeter Söz Milletindir!” sloganınız? İşte millet, işte halk! Neredesiniz Kadir Topbaş?
Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı macera değil! Yaşamak, sade “yaşamak”; yosun, solucan harcıdır… Konuşacağız elbet! Dinleyeceksiniz! Ulaşım haktır satılamaz! Öğreneceksiniz!
Sakin olmalıyım zira herkes bana bakıyor. Suratım alı al moru mor oldu yine.
Ağzıma atacağım simide bakıyorum; kampanyaların başkahramanına…
Üniversitede çayın yanına en güzel katığımdı.
Ekmekten daha pahallı diye küsmüştüm bir ara ama yine de değerlimdi.
Ve yine gündemdeydi…
4 kişilik bir aile için açlık sınırı 830 lira, yoksulluk sınırıysa 3 milyarın üzerindeyken, asgari ücretle çalışan bir işçinin bugün aldığı ücret ile bir ay boyunca ne kendisini ne de ailesini geçindirme olanağı olmadığını söylemişti DİSK.
Ve 2 çocuklu, eşi çalışmayan bir asgari ücretlinin ihtiyaçlarını tam olarak karşılaması durumunda ancak 1 hafta geçinebildiğini… Yazık bu millete!
Memleketin çoğunluğuna simit parasına denk asgari ücreti reva görenlerse servetlerine servet eklemeye devam ediyor. Uçurum, aile bütçelerindeki deprem sürüyor.
Minicik bir aşiret kızının damla-damla, berrak olur pirinci… Kamyonlarla, katır kervanlarıyla, beyler sofrasına gider…
Başka bir kız çocuğunun 30 yıl sonraki haykırışı kulaklarımda… “Ünal Osman Ağaoğlu babamı öldüren katillerden biridir ben bunu gözlerimle gördüm. Babam 30 yıl önce öldü ama hala ondan korkuyorlar…”
DİSK Kurucu Başkanı Kemal Türkler cinayeti davası zaman aşımı süresi dolduğu gerekçesiyle ortadan kaldırılıyor… Bir derin devlet katliamı devlet eliyle derinlere gömülüyor…
De be aslan karam… De yiğit karam… Hangi kahpenin hançeri… Saklı hançeri… Yaranda…
Rüzgâr ılık ılık esiyor… Seyretmekle rahatladım mı yoksa düşünmekle daralıp alevlendim mi bilemeden bakıyorum…
Karşımda bir başka güzellik… Dolmabahçe’m…
Üniversite zamanı ne çok yürürdük kaldırımlarında…
Öyle parasız, öyle sevdalı ve öyle asiyken zulüme…
O yıllarda da üniversitelerimizde faşist saldırılar vardı. YÖK ve üniversiteleri ticarethane olarak gören zihniyet bugünküyle aynıydı. Biz avazımız çıktığınca haykırıyorduk yüzlerine isyanı..
1 Aralık 1989 İ.Ü Basın Yayın Yüksekokulu İşgali o dönem yaşanan faşist saldırılara bir başkaldırı olarak tarihe geçiyordu. Tüm üniversitelerden akın akın gelen öğrenciler yazıyordu bu tarihi…
Şimdi de pırıl pırıl gençlerimiz bu düzene isyan, geleceği planlama sevdası içindeler…
Gerici ve faşist abluka altında, özgür üniversite talebinin cinayet ve hapisle karşılandığı, öğrencilere verilen güvence(!)nin; yurt kapılarında kız öğrencilere bekçilik ve polis işgali altında üniversite eğitimiyle şekil bulduğu günlerdeyiz.
Tayyip Erdoğan’ın Rektörlerle buluşmasını protesto etmek isteyen ve Büyük Öğrenci Forumu’na katılmak için Dolmabahçe’ye yola çıkan üniversitelilerin polis tarafından yolları kesiliyor.
Özgür Üniversite talebini haykırarak Başbakanı protesto eden gençlere ileri demokrasi(!) hamleleri yapılıyor. Yani, yine şiddet yine öfke…
Dövdünüz, hapsettiniz ve faşistlerce yaralanıp canları alındı, seyirci kaldınız…
Bilin ki; bu gençler susmaz. Öyle baskıya, dayağa papuç bırakmaz!
Onlar namuslu, onlar onurlu, onlar kararlıdırlar.
Yazım boyunca bana yoldaşlık eden Anadolu Şairi Ahmet Arif’in mısraları yakışıyor onlara:
“Gör, nasıl yeniden yaratılırım namuslu, genç ellerinle
Kızlarım, oğullarım var gelecekte.
Her biri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden, gözlerinden öperim.
Bir umudum sende, anlıyor musun?”
Vapur yavaşça yanaşıyor iskeleye… Çayım, simidim bitti…
Martılarsa simitlerini paylaşacak yeni dostlar aramaktalar kesin.
Oysa daha düşünecek ne çok memleket hali vardı.
Dedim ya neresinden tutsam elimde kalıyor güzel memleketim.
Söyleyecek ve yapacak çok işimiz var senin için.
Ahmet Arif’in dediği gibi;
Gün ola, devran döne, umut yetişe!