Sağduyulu bir insan için bu memlekette olan biteni anlamak, çoğunlukla zordur. Tüm ülkeyi hop oturtup hop kaldıran “büyük tartışmalar ve çalkantılar”ın arkasından genellikle bu tartışmaların odaklandığı konunun dışında bir “murat” çıkıverir. Hele de bir konuda “milli mutabakat” aranıyorsa, o işin altında mutlaka bir Çapanoğlu bulunur. “Ergenekon”dan beri birbirleriyle kanlı bıçaklı olan AKP ve CHP, “PKK […]
Sağduyulu bir insan için bu memlekette olan biteni anlamak, çoğunlukla zordur. Tüm ülkeyi hop oturtup hop kaldıran “büyük tartışmalar ve çalkantılar”ın arkasından genellikle bu tartışmaların odaklandığı konunun dışında bir “murat” çıkıverir.
Hele de bir konuda “milli mutabakat” aranıyorsa, o işin altında mutlaka bir Çapanoğlu bulunur.
“Ergenekon”dan beri birbirleriyle kanlı bıçaklı olan AKP ve CHP, “PKK terörüne karşı” bir araya geldiler ve “vicdanları kanatan bir sorun”un önüne geçmek için “mutabakat” oluşturdular. “Üç beş hafta eğitim almış yirmi yaşındaki acemi erlerin, yıllardır dağları mesken tutan tecrübeli teröristler”in önüne atılmaması gerektiği konusunda oluşan bu “ortak duyarlılığın” meyvesi “Profesyonel Ordu” oldu.
“Yandaş medya” dışında kalan gazeteler ve ağır toplarının hepsi önce, 90’lı yıllardaki Özel Harekat tecrübesine atıfta bulunarak “tereddüt eder” gibi göründüler. Kısa süren “sarkık bıyık – badem bıyık” tartışmasının ardından ma-aile tüm “Şerefli Türk Medyası” itirazlarını adım adım geriye aldı. Profesyonel Ordu, bu “ailedeki” kimilerine göre “PKK’nın çanına ot tıkayacak”, kimilerine göre “savaşı tahammül edilir hale getirecek” ama mutlaka Kürt Sorununun genel gidişatına olumlu etki edecek bir yöntem olarak “onaylandı”.
Gerçekte sadece “terörle mücadele” kavramıyla ve “devlet aklıyla” bakılsa dahi bir çok ciddi sakıncası olan Profesyonel Ordu’ya böylesine geniş bir onayın bu kadar kısa sürede verilmesinde “tamamen duygusal” nedenlerin, “acemi askerlerin kolay öldürülmesinin neden olduğu vicdan yaralarının” rol oynadığını düşünmenin saflık olduğunu hissedebilmek için fazla beklemek gerekmedi.
Şimdilerde, referandumda “evet” kampanyası için televizyonlarda “ağlak” görüntüler veren Erdoğan, Profesyonel Ordu’dan beklentisini açıklarken ne denli “duygusal” olduğunu ağzından kaçırdı. “Şehit cenazeleri olumsuz etkiliyor, şimdi de şehit olsa bile onların ölümü göze alarak oraya gittikleri bilinecek” deyiverdi. Yani Erdoğan’ın “meselesi”, “anaların ağlamasının önüne geçmek” değil, ölen askerler için de “bu mesleğin kaderinde var” savunmasının arkasına sığınabilmek miş.
Ama “Profesyonel Ordu”nun arkasındaki Çapanoğlu’nun Erdoğan’ın referanduma endeksli “tamamen duygusal” hesabı olduğunu söylersek eksik olur. Çünkü profesyonel ordunun ha demeye kurulamayacağı biliniyor. Zaten Vecdi Gönül de, gerekli yasal düzenlemenin meclis kapanana kadar yetiştirilemeyeceğini açıkladı. AKP’nin Kürt Sorunundaki başarısızlığının açık kanıtı olan çatışmaların referanduma kadar aynı şiddetle sürmesi ise büyük bir olasılık. Bu durumda “Profesyonel Ordu” hevesi olsa olsa, yükselen alevlerin bir süre sonra azalabileceği beklentisi yaratır, o kadar…
Gerçekte “Zorunlu askerliğin kaldırılması ve profesyonel orduya geçiş”in bir “NATO süreci” olduğu çoktandır biliniyor. Murat Çakır’ın Özgür Politika’da yazdığı gibi, bugüne dek 28 NATO üyesinden 23’ü bu kararı uygulamaya soktu. NATO’nun Doğu Avrupa ülkelerini de içine alarak genişlemesi öncesinde başlayan bu süreç, NATO’ya yeni katılan bütün ülkeler için bir ön şart haline getirildi. Bu düzenlemenin Soğuk Savaş Stratejisi’nin yerine geçen “Asimetrik Savaş Stratejisi”ni uygularken “yurttaşların demokratik iradesi”nin sorgulayıcılığını aşmak için gündeme getirildiği açıkça ifade edildi.
Bu sadece bir “NATO stratejisi” de değil; aynı zamanda “Orduların ve tüm güvenlik sisteminin özelleştirilmesi”ni öngören bir “küresel sermaye stratejisi”… Güney Amerika ülkelerinde “güvenlik hizmetlerinin özelleştirilmesi”nin, neo-liberal stratejiyle nasıl bütünleştiğini daha önce Metin Yeğin yazmıştı.
TSK’nın “iç dengeleri” ve yerleşik iktidarını sürdürme kaygıları nedeniyle”zorunlu askerliğin kaldırılması”na ayak dirediği biliniyor. Bu güçlüğü, PKK’ye karşı mücadele vesilesiyle “pencereden girerek” aşmanın, orduya önce “karma” bir nitelik kazandırmanın ve ordunun parça parça özelleştirilmesinin uygun bir taktik olabileceği düşünebilir.
Bu prizmadan baktığımızda, Ergenekon dalgaları ile başlayıp, Açılım fırdöndüsü ve Baykal operasyonu ile tezgahlanan süreçte sağlanan bu tek “milli mutabakat”ın, “darbe karşıtlığı”, “barış ve kardeşlik havariliği”, “özgürlük aşkı” ile ambalajlanmış bir “Büyük Oyun”un planlanmış ürünlerinden olduğu sonucuna varabiliriz.
Şimdi, “Tahrik Kuralı”ndan sonra, “Mutabakat Kuralı”nı önerebilirim: İmal edilmiş bir hezeyan ortamında iktidar ve muhalefet arasında sağlanan mutabakatların çözdüğü söylenen sorunla gerçekten çözdüğü sorun her zaman birbirinden farklıdır.