8-9 Mayıs tarihlerinde DİSK ve KESK “güvencesizlik” konulu bir sempozyum düzenledi. Sempozyumun birinci günü akademisyen ve hukukçuların güvencesizliğin genel çerçevesini çizdiği sunumlar yapıldı. Ertesi gün ise pratik sorunlar ve mücadele yöntemleri üzerine tartışmaların yapıldığı atölye çalışması düzenlendi. Sendikal yapılar nihayet bir süredir sermaye sınıfının güvencesiz çalıştırma uygulamasının işçi sınıfı mücadelesi açısından ne gibi olanaklar barındırdığını […]
8-9 Mayıs tarihlerinde DİSK ve KESK “güvencesizlik” konulu bir sempozyum düzenledi. Sempozyumun birinci günü akademisyen ve hukukçuların güvencesizliğin genel çerçevesini çizdiği sunumlar yapıldı. Ertesi gün ise pratik sorunlar ve mücadele yöntemleri üzerine tartışmaların yapıldığı atölye çalışması düzenlendi.
Sendikal yapılar nihayet bir süredir sermaye sınıfının güvencesiz çalıştırma uygulamasının işçi sınıfı mücadelesi açısından ne gibi olanaklar barındırdığını fark etmeye ve bunun üzerine kafa yormaya başladı. Zira artık gerçekten de “deniz bitti.” Bütün iş kollarında güvenceli, toplu sözleşmeli veya kamu işyerlerinde kadrolu işçi veya memur olarak çalışmak artık hayal. Birbirinden kıymetli sunumlar bu durumu bir kez daha, bütün yönleriyle ortaya serdi.
Ancak bugün artık gözümüzün içine sokulan güvencesiz emekçi kitlesini “fark etmek” fazla bir şey ifade etmiyor. Daha bugünden işçi kitlesinin içinde çok büyük bir çoğunluğu oluşturan bu kitlenin sınıf mücadelesinin ana dinamiği olduğu gün gibi açık.
Sempozyumun ilk günü Devrimci Sağlık İş Sendikası’nın deneyimine ilişkin de bir sunum yapılması istendi. Orada da dile getirmeye çalıştığımız gibi artık kapitalizmin yoksul emekçi kitleler üzerindeki meşruiyetinin kırılma süreci başlamıştır. Tekel direnişinin ulaştığı güç, toplumsal meşruiyetinin bu kadar yaygın ve etkili olması bu durumu çok açık gösteriyor. Bu süreçte ihtiyaç olan etkili ve yaygın bir saldırı hattının örülmesidir. Sorunu böyle görmeyip tek tek sendikaların kendi iş kollarındaki güvencesiz çalışanları örgütlemeye yönelik bir sendikal hat tutturmaya çalışması beyhude bir uğraştan öteye gitmeyecektir. Kaldı ki bu niyeti taşıyan sendika sayısının ne kadar az olduğunu söylemenin gereği bile yok.
Böyle bir süreçte KESK ve DİSK gibi “ilerici emek örgütleri” son derece kritik bir görevi yerine getirmekle karşı karşıyadır. Zira bu sürecin esas olarak iradi bir müdahaleye ihtiyacı vardır. Bu iradi müdahale, bütün yasal kısıtlamaları aşan, güvencesiz emekçileri bir sınıf olarak örgütlemeyi hedefleyen merkezi bir emek örgütü gibi çalışmayı gerektirmektedir.
Sendikal mücadeleyi herhangi bir şekilde samimiyetle sürdüren sendikal yapılar şunu çok iyi bilmektedirler ki, kazmanın vurulduğu her toprak parçasından su fışkırmaktadır. Bütün mesele rastgele emek harcayarak, birbirinden habersiz, birbiriyle ilişkilenemeyen çok sayıda küçük işçi hareketleri-direnişleri yaratmak yerine doğru hedeflere, doğru biçimlerde, merkezi olarak müdahale ederek etkili bir sınıf hareketini oluşturmaktır.
Bu hareket aynı zamanda güvencesizliği sürekli hale getiren en güçlü unsur olan işsizliğe karşı da bir paratoner etkisi yapacaktır. Zira bugün işsizleri gerici ve milliyetçi ideolojilerin etkisine terk eden, kendisini sadece çalışan sınıfla sınırlayan bir emek hareketinin gücünün sınırı çok bellidir. Yaşam alanlarında (sol-sosyalist hareketin bu kadar cılız olduğu bir süreçte) kapitalizme muhalif bir varoluşun nasıl sağlanacağı oldukça önemli bir tartışma konusudur.
Bu anlamıyla aslında tartıştığımız güvencesiz işçilerin güvenceli bir işe kavuşturulması meselesi değil doğrudan yeni bir sınıf hareketinin yaratılması konusudur. Zira lafzen basit gibi görünen “güvenceli bir iş” talebi sermaye sınıfı tarafından son derece zorlu bir emek mücadelesiyle kazanılabilecek “hak” haline getirilmiştir.
Tarihin bazı dönemleri kritik özellikler taşır ve bu dönemlere damgasını vuran örgütler-kişiler uzun sürecek bir dönemsel sürecin en önemli aktörü olurlar. DİSK 1950’li yıllarla hızlanan işçileşme sürecinin ortaya çıkarttığı sınıf hareketine tam zamanında bir müdahalede bulunan işçi önderleri tarafından kuruldu ve 12 Eylül darbesine kadar bu süreci omuzlarında taşıdı. Bugün yaşadığımız yeni işçileşme süreci ise bugünün özelliklerine uygun bir müdahaleyi bekliyor. Bunu gerçekleştirenler önümüzdeki dönemsel sürecin en güçlü aktörü haline gelirken buna seyirci kalanlar kansere yakalanmış bir beden gibi yavaş yavaş ölmekten kurtulamayacaktır.
* Tufan Sertlek: Dev Sağlık-İş Genel Sekreteri