“Hiç kimse bildiğinden fazlasını işitmez, düşünebildiğinden fazlasını algılayamaz.” (GOETHE) İnsanın ancak bildikleri ile düşünebileceğini anlatan yukarıdaki sözün bizlerin yaşamında somut bir karşılığı olduğunu düşünüyorum. Bu somut karşılık bir polistir, öyle karışık ifadeler içinde değil, gayet net, bazen yüksek sesli, bazen kısık ama genelde açık olarak salonlarımızda, mutfaklarımızda, yatak odalarımızda bizler uyuyana kadar bizimle kalan bir […]
“Hiç kimse bildiğinden fazlasını işitmez, düşünebildiğinden fazlasını algılayamaz.” (GOETHE)
İnsanın ancak bildikleri ile düşünebileceğini anlatan yukarıdaki sözün bizlerin yaşamında somut bir karşılığı olduğunu düşünüyorum. Bu somut karşılık bir polistir, öyle karışık ifadeler içinde değil, gayet net, bazen yüksek sesli, bazen kısık ama genelde açık olarak salonlarımızda, mutfaklarımızda, yatak odalarımızda bizler uyuyana kadar bizimle kalan bir polistir.
Bu polis coplamaz, karakola götürmez, biber gazı sıkmaz, küfür etmez, tacizde bulunmaz, tehdit etmez, muhbirlik teklifinde bulunmaz, fiziksel işkence yapmaz ama psikolojik işkencenin, aldatmanın çeşidini bilir. Bu polisin üniforması, telsizi, silahı da yoktur, çağrılınca gelmesi gerekmez çünkü zaten hep oradadır ve işin üzüntü veren kısmı da budur.
Bu polis “vatandaşın” rızası ile görev yapar. Vatandaş istemeden göreve gelmez ve o isteyince de görevinden hemen ayrılır, yalnız vatandaşın da çaresi yok gibidir onu görevlendirmekten başka.
Bu polis tahmin edilebileceği gibi televizyondur, televizyon en az üç yıldızlı bir polistir, yardımcıları da değişik yıldızlardaki gazeteler ve internettir. İnsanın yalnızca bilgi ile düşünebildiğini, bilemediği konularda sağlıklı düşünmesinin münkün olmadığını kabul edersek bizlerin de sağlıklı düşünme imkanlarımızın olmadığını kabul etmemiz gerekir. Çünkü bize bilgi genellikle televizyondan, daha az genellikle gazeteden ve daha da az genellikle internetten gelir.
Bize verilen bilgiler de bizim yaşam kalitemizi artıracak şeylermiş gibi sunulsa da, aslında yaşam kalitesi zaten ballı-muz kıvamında olanların şampanya ve havyarı yabancı sıcak denizlerde nasıl daha bir zevkle tüketebileceklerinin yollarını açmaktan öteye gitmez. Bu polis ekmekle zeytini, şampanya ile havyarı aynı sofrada tüketiyormuşuz gibi konuşur her gün. Oysa asli görevi üniformalı meslektaşları gibi şampanya ve havyarı korumak olan bu polisin kutsallığı, vefakarlığı, cefakarlığı sanki bizeymiş gibi anlatılır durur.
Buraya kadar malum diyebilirsiniz ancak benim de şikayetim tam bu noktadadır, bu ülkede düşünceleri belirleyen herkesin evindeki bir polisse, neden bu polis (televizyon, gazete, internet) camiasına karşı doğrudan hedef alan ve deşifre eden, ekmekle zeytinin, şampanya ve havyarın aynı sofrada olmadığını, ekmek ve zeytin yiyenlerin bir kanalın sahibi olmadıklarını anlatan, doğrudan medya patronlarını, gazete, televizyon ve internet sitesi sahiplerini hedef alan bir siyaset ve eylem birlikteliği geliştirilmediğini sormak istiyorum.
Bu ülkede bu hedefi ön plana almak acaba yanlış bir politika mıdır? Tekel çadırları, başka çadırlar, başka protestolar TV ve gazete binalarının önlerinde yapılamaz mı, medyanın akı kara, karayı ak gösterdiği biline biline ve karalanmaktan bıktığımız halde kumandasının bizde olduğunu sandığımız ama aslında bizi kumanda eden evlerdeki bu polise karşı yapacak bir şey yok mudur?
*Büro Emekçileri Sendikası / Konya Beyşehir