(Diyalekt bir devrim kuramı oluşturabilir mi?) 1848 yılında ne kadar kolaylaşmıştı işler. Burjuvazi “devrim yolunda” bir an durup geriye bakmış, “bu kadar yeter” diyerek düzenin yanında, içinde yerini almıştı. 1789’dan o günlere (ve bu günlere) miras kalan en önemli ayrım çizgisi, düzen partisi ile devrim partisi arasındaki sınır, kimsenin yanılsamasına fırsat bırakmayacak bir netlikte çizilmişti.(1) […]
(Diyalekt bir devrim kuramı oluşturabilir mi?)
1848 yılında ne kadar kolaylaşmıştı işler. Burjuvazi “devrim yolunda” bir an durup geriye bakmış, “bu kadar yeter” diyerek düzenin yanında, içinde yerini almıştı. 1789’dan o günlere (ve bu günlere) miras kalan en önemli ayrım çizgisi, düzen partisi ile devrim partisi arasındaki sınır, kimsenin yanılsamasına fırsat bırakmayacak bir netlikte çizilmişti.(1)
“Devrimci Marksizm”, sol politik literatürde zaman zaman karşımıza çıkan bir kavram. Marksizm devrimci bir kuramsa, Devrimci Marksizm neyi tanımlar? Ya da soru şöyle sorulabilir mi, Marks’tan bir devrim kuramı, Marksizm’den bir devrim partisi çıkar mı? Yanıtı baştan veriyorum. Marks’tan bir devrim kuramı çıkar ama Kıta Avrupası Marksizminden Devrim Partisi çıkmaz…
Türkiye Sol hareketinin Marks’ı da Marksizm’i de “tarihsizleştirdiğini” düşünüyorum. Marks’ın metinleri, girişilen polemiklerde sözü kıymetlendiren bir alıntı, Marksizmlerde ideolojik olarak kardeş veya düşman parti çizgileri olarak görülmüştür. Daha kötüsü de yazılı metinlerin tarihsizleştirildiği koşullarda bu metinlerin aldığı biçimdir. Her tarihsizleştirme aynı zamanda kutsallaştırma olarak da okunabilir. Marks metinlerinden devrim kuramı çıkartılacaksa bu metinlerin kutsallaştırmadan ve tarihselleştirerek okunması oldukça önemlidir.
Kabaca Marks’ın hayatına bakıldığında iki dönem ayırt edilebilir. “Siyasal Marks” (1843-1850 ve 1864-72 dönemi), “bilim insanı Marks” (yukarıdaki tarihsel aralık dışında kalan dönemler). Marks’tan devrimci bir kuramın çıkartılacağı dönem “siyasal Marks” dönemidir. Bu dönemin temel metinleri 1847 sonu 1848 başında yazılan Komünist Manifesto ve Alman devrimi dönemi ile Fransız devriminin öncesini ve sonrasını kapsayan ” Fransız üçlemesi” dönemidir. Nispeten istikrarlı dönemlerde yaptığı ya da yapmaya çalıştığı, “bilim insanı” olmak, toplumun işleyiş kurallarını, yasalarını ortaya çıkarmaya çalışmaktır. Burası, yani bilim insanı olduğu dönem oldukça sıkıntılı bir okuma alanıdır.
Kıta Avrupası Marksizmlerinin, siyasal Marks yerine bilim insanı Marksı ideolojik mitos haline getirdiği koşullarda, Marksizm bilimci olmuş ama devrimci olamamıştır. Diyalektik yöntemle tarihin, toplumun ve ekonominin tüm gelişme yönlerini önceden bilen kuram, hiçbir rastlantıya olanak tanımadan yaşamı belirleyebilme gücünü eline geçirdiğini sanmıştır. Dönemin Marksizmi, uygarlıkları, insanın yerleşik hayat geçmesi ile başlayıp günümüze kadar uzanan, sonra kurulan uygarlığı daha önceki uygarlığın devamı olarak ele alarak giderek mükemmelleşen bir süreç olarak algılamıştır. Bu algı Platon-Descartes-Kant-Hegel-aydınlanmacı batı kartezyen çizginin devamı olarak okunması gereken epistemedir. Burada insana ve onun tarihi dönüştürücü rolüne yer yoktur.
Hegel’in diyalektiğinin özü “logos”un doğadan önce yer aldığı yönündeki olumlamada değildir, hele de, bunun “tanrıbilimsel elbisesi”ni oluşturan söz dağarında hiç değildir. Yöntemin kendisinde, “gerçek olan her şey akılsaldır”ı ileri süren temel koyutta, nesnesinin olabilecek belirlenimlerinin tümünü üretebilme yönündeki kaçınılmaz iddia da yatar. Bu öz, diyalektiğin “ayakları üzerine bastırılması”yla yıkılamaz zira görünürde hep aynı hayvan söz konusu olacaktır. Hegel’in diyalektiğinin devrimci bir biçimde aşılması onun ayakları üzerine oturtulmasının değil, ilk iş olarak kafasının kesilmesini gerektirir.(2) Mitoslaşmış idealist biçimi elinden alınarak maddeci gömlek giydirilmiş Hegel diyalektiğini yöntem olarak kullanan Marksizm, milyonlarca yılda sonsuz raslantılar sonuçu gerçekleşmiş değişimleri, doğanın diyalektik kavranışı türü yöntemlerle açıklayarak insanlığı zamansızlığa mahkum etmiştir. Paris Komünü ve Ekim devrimi (aynı zamanda Gramsci’nin değişiyle Kapital’e karşı devrim) Hegel diyalektiğinin (ister baş aşağı isterse ayakları üzerinde olsun) kafasının kesildiği anlardır. Marks ve Lenin bu kafa kesme anlarında (devrim arzusu dönemlerinde) bedenleri üzerinde kafalarını taşıyabilmişlerdir. Marks sonrası Alman Sosyal Demokratları ile Lenin sonrası Rus Komünist Partisi kesik kafalarla yollarına devam etmişlerdir. Düzen partileri olarak.
“Toplumsal bir nitel değişiklik olan devrim, zorunlu bir evrimin ürünüdür. Evrime inanmamak ne kadar diyalektiğe aykırı ise devrime inanmamak da öyledir.”(3)
Devrimler zorunlu bir evrimin ürünü değildir. Şu ana kadar tüm devrimci kopuşlar diyalektik yönteme rağmen olmuşlardır. Ezilenler Paris Komünü’nde ya da Sovyet Devrimi’nde zorunlu bir evrimin ürünü olarak bulunmamışlarıdır. Aksine, devrime evrim zorunluluğu olarak bakan, II. Enternasyonal ve Lenin sonrası III. Enternasyonalin başları kesik, resmi Marksist partileridir. Tarih bu bakışın karşı devrimci örnekleriyle doludur. Komünist Manifesto ve Nisan Tezleri, ayaklanan ezilenlerin hareketi ile yazılabilmiş kopuş eserleridir. Bu aynı zamanda diyalektik yöntemden kopuş olarakta okunmalıdır. Marks’ın “işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” lafının Blanqui ile polemik lafı olduğu bilinir. Ama azımsanmayacak sayıda Blanquist’in yer aldığı Paris Komününde “proleter devletin” örneğini de görür. Sovyet devrimi öncesinde Lenin’inde içinde bulunduğu Bolşevik hareket II. Enternasyonal geleneği ve evrimci diyalektik programına sadık kalarak devrimi hep Alman proleteryasının zaferi olarak beklemişlerdir. Ama önlerinde buldukları “sovyet”leri tüm iktidar sovyetlere sloganı ile devrimcileştirmeyi de bilmişlerdir. Kendilerini devrimcileştirdikleri yerde sovyet işçi sınıfı zafer kazanmıştır. Evet diyalektik “suyun kaynaması niteliğin niceliğe dönüşümüne” bir örnektir ama Sovyet devrimi “suyun kaynaması değil, buzun kırılmasıdır.”
“Bütün felsefe tarihi iki ana kampa bölünmüş gibidir; materyalistler ve idealistler”…
Yöntemin kapsayıcılığı ve ikili dikotomileri, 150 yıllık uygarlıkları tarih dışı bırakabilmiştir. Örneği aşağıda;
Karmatiler, 8. ve 9. yüzyılda yaşayan İslam Komüncüleri. 150 yıl hüküm sürüyorlar. Egemenlik kurdukları bölgelerde özel mülkiyeti ve özel mülkiyete dayanan, onu kutsayan bütün kurumları dağıtmışlardır. Komünal Karmati düzeninde toplumun bütün kesimlerinin elindeki mal ve mülk halkın malı haline getirilmiş, eğitim ve gönüllülük temelinde, “Halkın Evi” toplumsal mülkiyetin toplandığı merkez olmuş, herkesin yeteneğine ve gücüne, herkese ihtiyacına göre kuralı işletilmiştir. Kadınları köleleştiren geleneksel kurumlar kaldırılmış, kadının eş seçme, dilediğiyle birlikte yaşama ya da ayrılma hakkı tanınmıştır. İslam düzeninde geçerli olan şeriat yasaları kaldırılmış, İslam devletinin simgesi camiler yıkılmıştır. Adalet, eşitlik, özgürlük temelinde komünal düzen kurulmuştur.
Bütün felsefe tarihi iki ana kampa bölünmüştür; devrimciler ve diğerleri… Devrimci komünist tarihsel çizgi, tarihin önceden belirlenen, evrimci, ilerlemeci bakışına karşı, kopuşu-kırılmayı-önceden belirlenemeyen hattını varsayar. Karmatiler, Komünarlar, Sovyetler tarihin materyalist/idealist okumalarına karşı tarihin bilinçdışı anlarıdır. Devrim arzusu tarihin bilinçdışıdır.
Peki yasa diyalektik materyalizm değilse ne?
Lafı dolandırmadan soralım: Devrim nedir?
Bazıları 14. Louis’in sözünü değiştirip bize sunac
aklar: Devrim biziz! Bazıları takvime bakıp size bir ay ve bir gün söyleyecekler; daha başkaları ise işin alfabesini anlatmaya kalkacaklar. Ama eğer alfabeyi geçip de hecelere gelmişsek, cevap şöyle olacaktır: iki ölü, karanlık yıldız kulakları sağır eden bir patırtıyla çarpışır, yeni bir yıldız yaratırlar: Devrim budur. Bir molekül yörüngesinden fırlayarak komşu atomların evrenine girer ve yeni bir kimyasal element doğurur: Devrim budur. Lobaşevski bir tek kitapla bin yıllık Eukleides evreninin duvarlarını çatlatır ve sayısız Eukleides dışı uzayın yolunu açar: Devrim budur.
Devrim her yerde, her şeydedir. Sınırsızdır. En son devrim, en son sayı yoktur. Toplumsal devrim sınırsız sayıdaki sayıların yalnızca biridir; devrim yasası toplumsal bir yasa değil, çok daha büyük bir yasadır. Kozmik, evrensel bir yasadır, tıpkı enerjinin sakınımı ve enerjinin kaybolması yasası gibi…
Devrim yasası kızıldır, ateşlidir, ölümcüldür; ancak bu ölüm yeni yaşamın, yeni bir yıldızın doğması anlamına gelir. Entropi yasası ise buz mavisidir; gezegenler arasındaki soğuk sonsuzluklar gibi. Alev, kırmızıdan düzenli, ılık bir pembeye döner; artık ölümcül değil rahattır. Güneş yaşlanıp bir gezegen olur; üzerine otoyollar, dükkanlar, yataklar, fahişeler ve zindanlar yerleşir: Yasa bu. Ve eğer gezegen gençliğine geri döndürülecekse ateşe verilmeli, evrimin arızasız yolundan çıkarılmalıdır: Yasa bu. (4)
Gezegenin ateşe verildiği zamanlarda Louis Michel, Komün’ün Rue de la Fontaine au Roi’deki son barikatına cephanenin neredeyse bitmek üzere olduğu anda savaşcılara yardıma gelen genç bir kadının öyküsünü anlatır. Kadın Komünarların uyarılarına rağmen onların yanında kalır. Barikat topların yaylım ateşi sonunda yıkılır:
J.B. Clément, “kiraz zamanı” şiirini bu olaydan uzun zaman sonra son barikatın hemşiresine ve son saate adadı.
Seveceğim daima kiraz zamanlarını
Yüreğimde sakladığım anısını
O zamandan beri
Ve şans yüzüme gülseydi bile
Dindiremezdi kederimi
Seveceğim daima kiraz zamanlarını
Yüreğimde sakladığım anısını
Yaşadığımız toplumsallık sürecinde egemenler tesadüfün tamamen tarihin dışına itilmesi çabasındalar, kendi istemlerini tarihin nesnelliği haline getirmeye çalışıyorlar. Clément’in, Komünarların, barikatın son hemşiresinin “doğanın diyalektik kavranışından” haberleri olduğunu sanmıyorum. Onlar tesadüfün, her kış ölüp bahara uyanan “kiraz zamanının” insanlarıydı
Kaynak:
(1) Bülent Somay, Geriye Kalan Devrimdir, Metis Yay, Mayıs 1997
(2) Connelius Castoriadis, Marksizm ve Devrimci Kuram, İletişim, Eküm 1997
(3) Berkay Özbek,”Marksizm ve Modern Bilim-1″, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=26805
(4) Yevgeni Zamyatin, “Edebiyat, Devrim, Entropi ve Başka Meseleler”
Mustafa Ö. Soylu