Küçük Kara Balık, İran Azerbaycan’ından ilkokul öğretmeni ve kültür araştırmacısı Semed Behrengi’nin bir masalı. Şu anda İran’da yasaklı olan, biz de de 12 Eylül faşist cuntası döneminde yasaklanan kitap dünyanın çoğu dillerine çevrildi. Sadece küçüklerin değil, büyüklerin de belli zaman aralıklarıyla okumasında yarar var. Masal, küçük bir gölde diğer balıklarla beraber yaşayan küçük, kara bir […]
Küçük Kara Balık, İran Azerbaycan’ından ilkokul öğretmeni ve kültür araştırmacısı Semed Behrengi’nin bir masalı. Şu anda İran’da yasaklı olan, biz de de 12 Eylül faşist cuntası döneminde yasaklanan kitap dünyanın çoğu dillerine çevrildi. Sadece küçüklerin değil, büyüklerin de belli zaman aralıklarıyla okumasında yarar var. Masal, küçük bir gölde diğer balıklarla beraber yaşayan küçük, kara bir balığın başta annesi ve arkadaşları olmak üzere herkesin karşı çıkmasına karşın gölden ayrılmasıyla başına gelenleri anlatıyor. Azgın nehirleri, birçok tehlike ve tuzakları aşarak okyanusa ulaşan Küçük Kara Balık’ı orada da yeni tehlikeler ve mücadeleler beklemektedir.
Ufacık göle sıkıştırılmış binlerce kara balık. Gölün etrafı sıkı sıkı kuşatılmış, çitler, teller, askerler… yer demir, gök bakır. Kendilerine dayatılanları kabullenmiş, dahası içselleştirmiş, önüne konulanı tüketmeye hazır bir balık sürüsünden ayrık düşen bir küçük balığın hikayesi.
Pazar günü yapılacak ÖSS’yi anımsayınca aklıma bu masal düştü. Bir de ülkenin yöneticileri. Öğrencileri göle hapsedilmiş kara balıklara benzetirken, onları oraya hapseden kralları, padişahları, diktatörleri, başbakanları, cumhurbaşkanlarını yani genel olarak yöneticileri düşündüm. Bir yönetici ilk önce ne ister? Hadi diyelim ki, bu yönetici dürüst, ideal bir tip olsun. Yakın çevresinin değil de, halkının kalkınmasını istesin; adalet tam olarak yerine gelsin istesin, ayrımcılık yapmasın, yaptırmasın, doğaya saygılı olsun vs. Bir yöneticinin ilk istekleri bunlar olamaz gene de. O öncelikle konumunu korumak isteyecektir. Bunun yolu da yönettiği toplumun duygu ve düşüncelerini kendi isteği kalıplar içine sokmak, Küçük Karabalıklar çıkmaması için önlem almaktır. Sermayenin istemlerine uygun eleman yetiştirmek amacı bile bir alt sıradadır. Çocukların, gençlerin gerçek anlamda eğitilmesi, geleceklerini kurması gibi bir amaçları olmamıştır yöneticilerin daha, sistem sürdükçe olamaz da.
Biz sıradan insanlar, “okusun, adam olsun, yeteneklerini geliştirsin, eğriyi doğruyu kavrasın, vatanına milletine yararı dokunsun, kendi geleceğini kursun” vs gibi nedenlerle çocuklarımızı okullara gönderirken ülkeyi yönetenler farklı düşünmektedir. Onlar, öyle bir eğitim vermeliyim ki bu düzene (kuşkusuz en başta kapitalist düzen) başkaldırmasınlar, düzen içindeki diğer rakiplerime değil de bana biat etsinler (oy versinler) isterler öncelikle. Sahip çıkıyor göründükleri alt kesimlerin yaptıkları haksızlıkları, yolsuzlukları görmemelerini, görseler de ses çıkarmamalarını isterler. Yani yönettiklerinden kendilerine kul olmasını beklerler. Bu beklentilerinin gerçekleşmesi için kullanacakları iki araçtan birisi eğitimdir. Cennetten çıkma (sopa) bundan sonra gelir, uslanmayanın(eğitilemeyenin) hakkı olarak.
Daha ilköğretimde bellettirmeye başlıyorsun. Tek bir amaç vardır: Mümkün olduğunca çok ve doğru soru çözmektir. Bunun yolu bellemekten geçer. İki bölü beşi 80 eden sayı kaçtır? Şekillerle, örneklerle tanımlamaya gerek yok. 80’i ikiye bölüp beşle çarpacaksın. O kadar. Ayrıntıya giremeyiz; zira bellenecek binlerce problem var sırada. Zamanımız yok. Büyük oğlumun okuduğu Lisede çok güzel bir kimya laboratuarı vardı; ama kapısından adımını bile atmadılar. Oğlumun yanında öğretmenini eleştirecek oldum; baba, dedi bana, kimya öğrenen, fakat üniversiteye giremeyen bir çocuğun ya da öğrencin olmasını ister miydin?
Şimdi siz bu eğitim ve sınav sistemini bir rastlantı ya da yetkililerin beceriksizliğine mi bağlıyorsunuz? Doğrusu ben öyle düşünmüyorum. Gelmiş geçmiş yöneticilerimiz böyle bir eğitimi ve sınav sistemini bilerek uyguluyorlar. Kendisine sorulan soruyu öğretmeninin ezberlettiği gibi bellediği yoldan çözen, hem de bunu 15 yıl papağan gibi tekrarlayan bir genç yetişkin olduğunda yeni öğretmenlerinin (müdürünün, bakanının, başbakanının vb) sözlerini de doğru belleyip, yineleyeceklerdir. Gerçek eğitim laboratuarlara girilerek, deneyerek, yaparak-yaşayarak, en önemlisi öğrenilenlerin yaşam içinde sınamasının yapıldığı bir eğitimdir. Böyle bir eğitimde sözler değil, olgular, deneyler, nesneler ile bunlar arasındaki ilişkiler öne çıkacağı için hiçbir yönetici böyle bir eğitimi istemez.
Şimdi çocukluklarını, gençliklerini, yeteneklerini, ideallerini salt bu sınav için heba eden gençleri gene sınıflara dolduracaklar. Kazanamayanlar başta yöneticiler olmak üzere yakınları tarafından aşağılanacak; az çalışmışsın, gelecek sene aklını başına topla güzel çalış, denecek. Öğrenci suçluluk duyacak, kendine güveni azalacak, sistemin günah keçisi olacak. Oysa bu sınav bir yarışma sınavıdır; yani sınava giren öğrencilerin en az üçte ikisi ağızlarıyla kuş tutsa dahi üniversiteye giremeyecekler. Devlet baba diyor ki, ben seni okutamam, yaptığı haksızlığı sınavlarla maskeleyerek gençlere yüklemeye çalışıyor. Oysa bizden çok “fakir” olan Küba’da dileyen dilediği üniversitede okuyabiliyor. Neden? Nedeni basit. Okumak bir haktır ve bu hakkı kullandırmak devletin görevidir.
Sınavı kazanamayacak olan bir milyon dolayındaki öğrencinin çoğu yukarıda anlattığımız yetiştirilme nedenlerinden dolayı kazanamayışının nedenini hiç sorgulamayacak, biliyorum. Bunu bir kader sayacak, daha kötüsü doğal bulacak.
Bu sınavla yapılan aslında ahlaksız bir yarış. Resim, müzik, artistik, sportif vs. yetenekleri olan öğrencileri, salt puan tutturamadı teranesi ile elediği için ahlaksız. Yarışmacıları eşit koşullarda yetiştirmediği için ahlaksız. Kars’ın bilmem hangi ilçesinde öğretmensiz, araçsız, yetersiz koşullarda okuyan öğrenci ile her ihtiyacı giderilmiş bir anakent lisesinde okuyan öğrenciyi aynı yarışa sokmak için insanın vicdanının karartılması gerekiyor. Daha anasının karnından başlayarak doğru dürüst beslenemeyen bir çocukla, kuştüyü yataklarda büyümüş, özel okullarda okumuş, özel öğretmenler tarafından desteklenmiş bir genci aynı yarışa sokmak ne kadar ahlaki sorgulamak gerekiyor.
Eğitim hakkı ancak gençlerin ve onların yakınlarının soruna sahip çıkmasıyla çözülecek. Sorunu yaratanlardan çözüm beklemek eşyanın doğasına aykırı. Bilmem şu kadar öğrencinin kaybedeceği bir yarışta onlara başarı dilemek ne kadar gerçekçi bilemiyorum. Stressiz, sınavsız güzel günler dileğiyle.
Cafer Karatepe/Emekli Öğretmen