Biliyorum zor bir şey istiyorum. Duyguları alenileştirmenin yadırgandığı toprakların çocuklarından en olmadık şeyi bekliyorum: Yıkın örülen duvarları; ağlamak istiyorsanız ağlayın. Tutmayın göz pınarlarınızda sizi bütün kötülüklerden arındıracak gözyaşlarınızı; bırakın sel olup çağlasınlar, bırakın taşkın bir sele dönüşüp kıyıda köşede kalanımız varsa onlara kavuşsunlar. Gönül koyanların gönlünü okşasınlar, vazgeçenleri geri çağırsınlar, gelmek isteyenlere davetin sonsuz olduğunu […]
Biliyorum zor bir şey istiyorum. Duyguları alenileştirmenin yadırgandığı toprakların çocuklarından en olmadık şeyi bekliyorum: Yıkın örülen duvarları; ağlamak istiyorsanız ağlayın. Tutmayın göz pınarlarınızda sizi bütün kötülüklerden arındıracak gözyaşlarınızı; bırakın sel olup çağlasınlar, bırakın taşkın bir sele dönüşüp kıyıda köşede kalanımız varsa onlara kavuşsunlar. Gönül koyanların gönlünü okşasınlar, vazgeçenleri geri çağırsınlar, gelmek isteyenlere davetin sonsuz olduğunu hissettirsinler, gitmek isteyenleri vicdanlarının sızısından yakalasınlar. Gel desinler, yan yana durmak önemli desinler, inanmak ve sevmek ihmal edilmeye gelmez desinler; birbirinin arkasından, birbiri için ağlamak, birbirini ağlayacak kadar sevmek, ancak devrimcilerin şanına yakışır desinler.
Onlar hep güzel şeyler söylesinler, iç ferahlatıcı şeyler. Zamanı geldiğinde ihtiyaç olabilir çünkü, devrimciliğin birbirini ‘aşkla sevmek’ olduğu gerçeğine temas eden beyanlara.
Ya ardından ağlayacak bir tarih yaratılacaktır ya da gözyaşlarından arınmış, yavan bir tarih yazılacaktır. Tarihimizde ne olduğuna, neyin nasıl yaşandığına dair tüm anlatımların kilitlendiği noktadır bu. Yapacağınız tercih, sadece tarihi nasıl okuduğunuzun değil, geleceği nasıl kurguladığınızın da emaresi sayılacaktır. Bu yüzden önemlidir.
Unutmayın, gözyaşlarından arındırılmış tarihe “Resmi tarih” denilmektedir. İnsanı aramayın sayfalarında, bağlılığı aramayın, yolunda ölünecek idealleri aramayın; gerçek yaratıcılar olan ‘isimsiz kahramanları’ da bulamazsınız. Gözyaşlarını yok saymanın tarihidir bu, siyaseti duyguların dışında tarif etmenin nafile çabasıdır.
Nafile bir çabadır, devrimin sıradan insanların hayali olduğu gerçeğini unutturmak. Resmi tarihçiler bunu unutturmak için kollarını sıvamıştır. Korkan, ağlayan, sevinen, kaçan, korktuğunu ve sevincini çocuklar gibi belli eden, inançları uğruna ölümü seve seve göze alan, beklentiye kapılmayacak kadar masum, devrimi yegâne beklenti olarak görecek kadar temiz olan insanları yok saymanın adıdır, resmi tarih yazımı.
Varsın birileri ‘savunmasız’ kalacağınızı söylesin, varsın birileri ‘zayıflık’ gibi algılanacağını düşünsün, varsın birileri siyaseti ’emir komuta’ ilişkisi ile izah etmeye çalışsın. Bakmayın siz onlara. “Afili, gergin, amansız” günleri gözyaşlarına sığınarak atlatmak nasıl başarıldıysa, hiç şüphe yok ki gelecek, “afili, gergin, amansız” günleri anarken ağlamasını bilenlerin olacaktır.
Çünkü zafer ağlayabilmekte saklıdır; damlaların berraklığında silueti görünen ölen arkadaşlarımızdır.
Derdimiz, ölen arkadaşlarımızın unutulmamasıdır; unutulmayacak bir yoğunluğu sığdırdılar çünkü genç ömürlerine. Derdimiz, gencecik insanların boylarından büyük işlerin altından nasıl kalkabildiklerinin bugünün gençleri tarafından anlaşılmasıdır. ‘Başlarının benzemesi ama yaşlarının benzememesi’ temennisinin politik bir dille ifade edilmesidir. Bugünün gençlerinin, tıpkı 1970’li yıllardaki yaşıtları gibi, ‘uçağın hem motoru, hem göstergesi, hem iniş takımı, hem de hepsinden önemlisi aklı’ olmayı başarabilmesidir. Derdimiz, sorunların yalınlığından hareketle, yalın, anlaşılabilir, uygulanabilir çözümlere ulaşan, yani devrim programını hayata geçiren ‘devrimci zekânın’ kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlamaktır. Yani düpedüz, yani kestirmeden, yani Türkçesi; bugün bizleri ağlatan tarihin fedakârlıkla, kendine güvenle, sarsılmaz inançla, gözünü budaktan esirgemeyen cüretle ve derin bilgiyle yaratıldığıdır.
Derdimiz, arkadaşlarımızın unutulmamasıdır; hak ediyorlar çünkü bunu.
Yeri her geldiğinde, hatta yerli yersiz söylemeli; arkadaşlara borcumuz var. İsimlerini, öykülerini, vuruldukları sokakları, düşürüldükleri pusuları, önünde kurşunlandıkları duvarları, o duvarlara nakşedilmiş sloganları unutmayarak borcumuzun ancak bir kısmını ödeyebiliriz.
Lise Der’li Mehmet’in önünde kurşunlandığı duvarda “Devrim için tek yol Devrimci Yol” yazıyordu. Borcumuzun büyük kısmı oradaydı işte; kırmızı boyayla duvara işlenmişti. 17 yaşında bir delikanlı, borcumuzu daha o günlerden tebliğ ediyordu.
Not: Bu yazı Adana’daki Genç Umutçulara ithaf olunmuştur; Genç Umutçuların daveti üzerine katıldığım söyleşide, birlikte ağladığımız o pırıl pırıl genç kızlara ve delikanlılara. Hadi diyelim yaşlandıkça daha bir duygusallaşıyor insan. Peki, onlara ne demeli? Nedir benimle birlikte 17 yaşındaki gençleri ağlatan? Biz, söyleşide bu sorunun yanıtı aradık, bulduğumuzda ağlamaya başlamıştık bile.