Dikkatlerden kaçmamıştır; Yeni Şafak gazetesi THY’nin uçak kazasında Hollanda makamlarıyla cenk eylemeyi “milli dava” ilan etti. Bir süredir THY yöneticileri, kaza ile ilgili yayınlara dikkat etmek gerektiğini, THY’nin ne kadar da güzide bir şirket olduğunu, yabancı şirketlerin THY ile rekabet edemedikleri için ortamı maniple edeceklerini ve bu yüzden “sorumlu” bir yayıncılık yapılması gerektiğini tekrarlayıp durmaktaydı. […]
Dikkatlerden kaçmamıştır; Yeni Şafak gazetesi THY’nin uçak kazasında Hollanda makamlarıyla cenk eylemeyi “milli dava” ilan etti. Bir süredir THY yöneticileri, kaza ile ilgili yayınlara dikkat etmek gerektiğini, THY’nin ne kadar da güzide bir şirket olduğunu, yabancı şirketlerin THY ile rekabet edemedikleri için ortamı maniple edeceklerini ve bu yüzden “sorumlu” bir yayıncılık yapılması gerektiğini tekrarlayıp durmaktaydı.
Açıklamaların tonu Milli Güvenlik Kurulu’nun medyayı “milli menfaatler doğrultusunda” yayın yapmaya “çağıran” açıklamalarını hatırlatmaktaydı.
Ve bu açıklamalar doğrultusunda “sorumlu” yayıncılık başladı. Başta Yeni Şafak olmak üzere tüm İslamcı basın Hollanda’dan gelen her açıklamaya laf yetiştirmeyi görev bildi. Hele hele, düşen uçağın daha önceden arıza yaptığına ve yükseklik göstergesindeki bozukluğa dair kara kutu bilgileri açıklanınca basında şafak attı ve sert başlıklar çakıldı: “Hollanda delilleri karartıyor”, “Suç Hollanda’nın” ve en uçuğu da “Uçan Hollandalı!”
Oysa kaza yapan uçaktaki yolcu sayısından bile bihaber olup basına eksik açıklama yapan TYH yetkilileri Hollandalı değildi. Bu vahim hataya yol açan kadro kısıtlamalarını ve uzun çalışma saatlerini getirenlerin “siyasi rengi” Hollanda turuncusu değil, iktidar partisinin turuncusuydu.
Kazadan hemen sonra ölüm olmadığını ilan eden ve ölen kaptanlarla konuşmuş gibi yaparak sözde onların anlattıklarını basına aktaran Hollanda Kraliyet Hava Yolları Genel Müdürü değil THY Genel Müdür Temel Kotil idi. Daha önce sıfır ilan ettikleri ölü sayısının “Allaha şükür 9” olmasını müjdeymiş gibi duyuran Hollandalı ilkyardım yetkilileri değil THY’nin üst düzey kadrolarıydı.
Türkiye’nin en büyük uçak bakım merkezi olan THY Teknik AŞ’de iş güvencesi ve uçuş güvenliği kavgası veren Hava-İş sendikasıyla sözleşme imzalamamak için uçakların metal olduğunu gerekçe gösteren; işkolunu havacılıktan çeliğe aktarıp, buralardaki işçiyi de “yandaş sendika”ya yamamaya çalışan zihniyetin “pratik zekası” bize hiç de ‘gavur icadı’ gibi gelmedi.
Emeği ucuzlatmak için taşeronlaştırma dışında çok tehlikeli bir başka yola daha başvuran, alelacele eğitimden geçirilerek işbaşı yaptırılan görevlileri kokpite bile alan THY’nin “üç AK-lısı” Yönetim Kurulu Başkanı Candan Karlıtekin, Başkanvekili Hamdi Topçu ve Genel Müdür Temel Kotil’in Hollanda Hıristiyan Demokrat Partisi ile bir yakınlığı da henüz tespit edilemedi.
Hava-İş’in, taşeronlaştırma ve uzun çalışma saatlerinin yarattığı güvenlik sorunlarına dikkat çeken “Önce Uçuş Emniyeti” başlıklı gazete ilanlarına dava açan Hollanda’daki Lahey Adalet Divanı değil THY başvurusuyla Türkiye Cumhuriyeti savcıları oldu. İlanın insan hayatına vurgu yapan içeriği ile değil de piyasalara etkisiyle ilgilenip Hava-İş’ten borsa spekülatörüymüş gibi savunma isteyen Sermaye Piyasası Kurulu’nun da merkezi Amsterdam’da değil Ankara’da bulunmaktaydı.
Ayrıca, cümle yolcuların ve mürettebatın güvenliği için, nazar değmesin diye Amsterdam Schiphol Havaalanı’nda değil İstanbul Atatürk Havaalanı’nda koca deve yere yatırılıp kesilmişti.
Ama bir yerde haklı çıkacaklar yine: Nazar Hollanda’da değdi ya… Kesin onların melanet gözündendir… Çok fena bakıyorlar çok…
Taşeronlaşma, kadrolaşma, şirketleşme, piyasalaşma, özelleştirme, kadercilik mi… Ne alakası var canım… İçimizdeki Hollandalıların kuruntusu o! Yallah cinler yallah, kış kış cinler kış kış!