Biz kuşları tutmuyoruz ki Kapıda koyveriyoruz Dönüp onlar ceplerimize giriyorlar N’apalım? Yunan felsefesinde praksis; içinde insanların kendilerinden başka hiçbir şeyi ne gerçekleştirip, ne de değiştirdikleri sırf kendi mükemmelliklerine erişmek için arayışında oldukları “özgür” eylem olarak tanımlanır. Poiésis ise kölelere özgü, doğayla ilişkilerin tüm zorunluluklarına, maddi koşullara tabi olan “gerekli” bir faaliyet alanını tanımlamak için kullanılmıştır. […]
Biz kuşları tutmuyoruz ki
Kapıda koyveriyoruz
Dönüp onlar ceplerimize giriyorlar
N’apalım?
Yunan felsefesinde praksis; içinde insanların kendilerinden başka hiçbir şeyi ne gerçekleştirip, ne de değiştirdikleri sırf kendi mükemmelliklerine erişmek için arayışında oldukları “özgür” eylem olarak tanımlanır. Poiésis ise kölelere özgü, doğayla ilişkilerin tüm zorunluluklarına, maddi koşullara tabi olan “gerekli” bir faaliyet alanını tanımlamak için kullanılmıştır.
İçinde bulunduğumuz dönemin krizi, “gerekli olanla”, “özgür olanın” buluşturulamamasının krizidir. Türkiye solu somut olanla, teorik olan arasına net çizgiler çizmiştir. Düzen kendi içsel dinamikleri ile somut ve teorik alanın tarihsel buluşmasını sağlamışken, krize devrimci yanıt oluşturacak sol alternatif kendi somut ve teorik alanında birliği oluşturamamıştır. Bu yüzden kriz, mücadele alanındaki tüm oyuncular için çift yönlüdür.
“Bir çağın hâkim fikirleri, o çağın hâkim sınıfının fikirleridir”. Peki ama o çağın ezilen sınıflarının fikirleri, duyguları nereye gitmiştir? Tabii ki bastırılmış, o çağın bilinçdışına itilmiştir. Bastırılmış olan geri döndürülmelidir. Önümüzdeki acil görev budur.
Yeni sömürge kapitalizminin krizi olarak AKP
AKP, yeni sömürge kapitalizminin ekonomik ve siyasi krizinin birbirini besleyerek derinleştirdiği bir sürecin ürünüdür. Neoliberal politikaların dayatmasıyla şekillenen yeni yapı, ulus devletin bekası ve laisizm karşıtlığı ile üniter Kemalist üstyapıya karşı bir kriz odağı oluşturmaktadır. Krizi oluşturan, neoliberal politikaların uygulanmasında geniş kitle desteğini sağlayan dinsel retoriğin, sistemin kendinden önceki kurucu unsurları için hazmının zor olmasıdır. AKP’nin “tek seçenek” haline gelmesiyle bir “kriz odağı” olması birbiriyle çelişmeyen, aynı temelde ortaya çıkan ve birbirini besleyen olgulardır. AKP hem yoksulların gönlünü kazanmak, hem de azgın neoliberal saldırıları sürdürmek zorundadır. Krizi derinleştiren asıl mevzu, toplumsal meşruiyetin modernist söylem dışında kurulma zorunluluğu ile atbaşı giden, KİT’lerin elden çıkarılması, kamusal hizmetlerin piyasalaşması, kentsel alanların rantiye haline getirmesi, toplumu bir dilenciler güruhu haline getirme politikaları arasındaki gerilimdir. Bu gerilim özellikle ABD’nin 11 Eylül saldırıları sonrası Ortadoğu’da “ılımlı İslamcı hükümetler” kurulması, desteklenmesi projesi ile birleşmiş ve Yeni Osmanlıcılık adıyla, yüzyıllar boyu hükmettiğimiz topraklara ABD’nin taşeronu olarak geri dönüşün projesi olarak uygulamaya konmuştur.
Yeni sömürge kapitalizmin krizi olarak “aydın” tavrı
Gramsci’nin ana tezi, aydınların burjuva toplumunun altyapısını üstyapısına bağlayan ve kendi başına, ayrı bir sınıf meydana getirmeden, egemenliğin memurları olarak hâkim zümreye organik bağlarla bağlı olduklarıydı.
Körfez krizi ve sonrasındaki Irak işgalindeki Amerikancı tutumları, Açık Toplum Enstitüsü gibi Soros projelerinden nemalanmaları, ürettikleri ve yaydıkları görüşlerin dışındaki tüm muhalif düşünceleri Ergenekoncu olarak tanımlamaları bir kez daha medya aydınlarının sermaye ve Amerikan patronlarının yanındaki “organik aydın” rolünü ortaya koymuştur. Türkiye’de bu kesimin güç ve iktidardan yana zümreleşmesinin yakın tarihi önemlidir. Ülkenin entelektüel iklimine on-yıllarca hâkim olan sol aydınların küçük burjuva kentli kesimleri, 12 Eylül sonrasında liberalizmin entelektüel sermayesini üretmişlerdir. Kısaca sermaye sınıfı 12 Eylül’den sonra bu aydınları düşünsel ve ideolojik bir meşruiyet söylemine kavuşturmuştur. 1980’li yıllara kadar kültür alanlarının hem üreticisi hem de tüketicisi olan sol aydın, özellikle 1990’lı yıllarda medya aydını olarak yeni orta sınıf koltuğuna oturtulmuştur. Bugün, reklâm ve medya sektörünün yöneticilerine bakıldığında, çoğunun 12 Eylül etkisiyle yer değiştiren eski solcu olduğu görülür. Kısaca güç ve iktidardan yana olma, bu aydın tipinin artık bilinçdışı yatkınlığıdır.
Bu aydınlar, sayıları oldukça kısıtlı olan birkaç akademisyen ve gazetecinin yaptığı muhalefeti, yandaşı oldukları AKP ve AB politikalarına ters düştüğü için Ergenekoncu olmakla, Ergenekon’un altında solculuk yapmakla suçlarlar. Bu aydınların, kuramın epistemolojik ve genel söyleminde, solun emek güçleri yanlısı politik açılımlarını “içlerinde Stalinciler” var diyerek eleştirmesi ve anti-demokratik bulması artık çok alışık olduğumuz bir söylemdir. Emek güçlerinin yanında yer alan az sayıdaki aydının AKP-AB karşıtı söylem ve eylemlerini, Ergenekoncu ve anti-demokratik bulan bu çevrenin demokratlığı, tersane işçilerinin kurban gittiği kazalar ve 1 Mayıs alanlarındaki devlet terörü sırasında tescillenmiştir.
Bir sınıfın egemenliğinin, sadece bazı fikirlerin egemenliği tarafından belirlendiğine inanmaya dayalı yanılsama, ideologların faaliyetinin sonucudur. Ancak bunun için o ideologların “öncelikle kendi sorunlarında” yani kendi düşünüş tarzlarında bizzat kendi kendilerini aldatmaları gerekir. Bunu da ancak zaten onlara koşullarını sağlamış olan tarih, hayat tarzlarını, kendi özgüllüklerini mümkün hale getirmiş olduğu için yapabilirler. İdeologlar tıpkı ürettikleri fikirler gibi kendi sınıflarının yanında ve toplumsal pratiğin ötesinde ve Hegel’in deyişiyle “içindeki bütün ineklerin siyah olduğu bir engin gece”dedirler.
Althusser, “köpek kavramının havlayamayacağını” iddia etse de, 2009 kriz ortamında Türkiye’de tedavüldeki tüm kavramlar havlamaya başlamıştır. Yeni Osmanlıcı politikaların oluşturulmasında bir koro halinde havlayan liberal sol, bu anlamda susturulmalıdır. En azından kuramsal anlamda mevcut sistemin parlatılması, yeniden idamesi yönünde çalışan tüm “tarihsel bloğa” karşı, Türkiye Komünist ve Devrimci geleneği yeni bir kavramsal dil oluşturmalıdır. Bu aşamada liberal sol kavramı yerine, “liberal-ideolog” denmesi daha manidar olacaktır.
Doğru yaşam kurgusu, sahteliğin tespiti ile başlar. Bu sahteliğin kırılması felsefenin gündelik yaşamla buluşması ve Feuerbach üzerine 11. tezin kararlılığının en önemli nedenidir. Egemen ideolojinin ve iktidarın yeni orta sınıf aydınları üzerinden yeniden ürettiği alan ne yazık ki gündelik hayattır. Sol entelektüel müdahale toplumsal yapının yeniden restore edilmesi değil, parçalanması projesidir. Sol, yerlisi yabancısıyla iktidara karşı mücadelenin adıdır; muhalefeti, dili buna endekslidir.
Krize sol yanıt
“Eylem halinde” (in der Tat) bir teori ya da teorideki sınıf mücadelesi olarak tanımlanan kavramsal dizge, eşitsiz ve bileşik gelişmeyle kodlanır. Bu kodlama, neoliberal yıkımın ekonomik, sosyal ve psikolojik travmalarının yakından ve giderek daha yoğun hissedildiği tüm toplumsal alan için kavramsal düzeyde, kitlelerle birlikte politika oluşturulabilmesiyle yakından ilişkilidir.
“Osmanlı İmparatorluğu’na dönelim mi” diye sorulduğunda, halkın çoğunluğunun vereceği yanıt “evet”tir. Peki buna rağmen neden ümidimizi kaybetmiyoruz? Madem Yeni Osmanlıcılık bu topraklarda tutuyor, madem söz konusu olan esasta bir ABD projesi, madem konunun ideolojik, siyasal ve ekonomik boyutları ve bütünlüğü var, neden “devrim gerçekleşecekmiş gibi davranmaya devam ediyoruz”? Tarihin, terim
in felsefi anlamında, bir öznesi değil, bir devindirici gücü vardır; bu güç de sınıf mücadelesidir. Dolayısıyla “evet” yanıtına takılmak yerine, “devrim gerçekleşecekmiş gibi davranmak”, tarihin amaçsız ve öznesiz bir süreç olarak okunması ile mümkündür. Kapitalizmin akıl-dışılığı özneye ve onun algılamasına bağlı tanımlanmamıştır.
Hangi iç tutarlılığa ve kapsamlı hedeflere sahip olursa olsun, Yeni Osmanlıcılık, temel olarak bir yıkım projesidir. Bu öznenin algısı dışındaki bir durumdur. Bize düşen, bir kez daha, işçi sınıfını sermaye egemenliğine karşı konumlandırırken, yaşanmakta olan sürecin yaratacağı depremleri kollamak, ona uygun hesaplar yapmaktır.
Evet “gelecek uzun sürer”.
Geleceği uzatmak için hata yapmamaları gerekir.
Yapacaklar.
Kapitalizm tarihsel hatadır.