Eğitim ve bilim emekçileri olarak bizim için 2008 yılı, önceki yıllarda da olduğu gibi AKP hükümetinin uygulamalarıyla cisimleşmiş hak gasplarını yaşadığımız, IMF politikalarının uygulanması ve her türlü baskı-zorluklarla mücadele ettiğimiz, sorunlarla boğuştuğumuz bir yıl oldu. Geçirdiğimiz bu yıl da emperyalizmin işbirlikçisi olan AKP hükümeti, emekçilerin aleyhine olan uygulamalarına hız kesmeksizin devam ederken sosyal devletin son […]
Eğitim ve bilim emekçileri olarak bizim için 2008 yılı, önceki yıllarda da olduğu gibi AKP hükümetinin uygulamalarıyla cisimleşmiş hak gasplarını yaşadığımız, IMF politikalarının uygulanması ve her türlü baskı-zorluklarla mücadele ettiğimiz, sorunlarla boğuştuğumuz bir yıl oldu. Geçirdiğimiz bu yıl da emperyalizmin işbirlikçisi olan AKP hükümeti, emekçilerin aleyhine olan uygulamalarına hız kesmeksizin devam ederken sosyal devletin son kırıntılarını da ortadan kaldırmak için her türlü gayreti gösterdi.
AKP, neo-liberal yıkım politikalarının ülkemizdeki son hamlelerini yaptı, neo-liberal yeniden inşayı gerçekleştiriyor. Bugün bütün dünya bir krizin içinde ve bu kriz AKP’yi halka saldırı programında daha da pervasızlaştıracaktır. Sermaye için ise krizi fırsata çevirmenin yolu kamusal kaynakların arsızca çıkarlarına tahvil edilmesinden geçiyor.
Eğitimdeki yıkım politikaları ise bir yandan eğitim hizmetlerinin ticarileştirilmesi, diğer yandan eğitim emekçilerinin kariyer basamakları ile kendi aralarında aynı işi yaptıkları halde farklı statülere ayırıp ücretlendirilmesi ile gerçekleştirildi. Bununla birlikte kadrolu istihdam yerine ücretli- sözleşmeli istihdam arttırılarak devam ettirildi. Görünen o ki, tüm bu uygulamalar bundan sonra daha da hızlanarak devam edecek. 2009 yılında da AKP hükümeti emperyalizmin neo-liberal politikalarını sürdürecek. Bu süreç, emperyalizmin yeniden sömürgeleştirme politikalarının ana unsuru olarak belirginleşen esnekleştirme, taşeronlaştırma, piyasalaştırma gibi neo-liberal saldırılarına karşı emek güçlerinin dünden farklı olarak yeni savunma araçlarını oluşturmalarını zorunlu kılmaktadır. Bu durum, aynı zamanda emekçilerin var olan öz savunma araçlarını yani örgütlerini (sendika vb.) yeniden gözden geçirerek yenilenmesini, yeni mücadele dinamikleri ve programlarını oluşturmasını kaçınılmaz hale getirmektedir.
Eğitim alanında bugün neler oluyor?
1-Okullarda katkı payları ya müdür zoruyla öğretmenler ya da daha da profesyonel biçimiyle okul aile birlikleri tarafından toplanıyor.
2- Okulların hiçbir gideri artık devlet tarafından karşılanmıyor. Toplumu dilencileştiren iktidar, okulları da “hayırsever” işadamlarının kapılarının önünde dilencileştiriyor. Okul servislerinden panolara, okul tadilatlarına kadar her şey fırsatçı, iş bilen şirketlere, ihalelere terk ediliyor, belediyelerle arka planı belli olmayan ilişkilere giriliyor, veliler karşısında önce kibar işletmecilik, olmazsa zorbalık yoluyla okula kaynak yaratılmaya çalışılıyor.
3- Bugün bir öğretmenin istihdam biçiminin ne olduğuna dair tek bir yanıt yok. Kadrolu, sözleşmeli, ücretli… Hepsi de güvencesizliğin kıskacında olan bu çalışma şekillerinden sömürüyü ve güvencesizliği en derin yaşayanlar ücretli öğretmenler. İş güvencesinden yoksun olarak çalıştırılmaya mahkûm edilen eğitimciler, siyasal iktidarın kadrolaşmasından da nasibini alıp iktidarın güvenine “mazhar” olurlarsa sözleşmeli olarak çalışabiliyorlar. Bu tür iltimasların olduğu, KPSS puanı sözleşmeli çalışmak için başvuran diğer öğretmen adaylarından düşük olduğu halde göreve başlatılan sözleşmeli öğretmenlerin haberleri yazılı ve görsel basında çokça yer alıyor. En güvenceli olarak görülen kadrolu çalışanlarsa TKY, Performans Değerlendirme gibi uygulamalarla, yeni müfredatın getirdiği yeni iş yükleriyle, tahsildarlık dayatmaları ile kıskaca alınıyor; Kariyer Basamaklandırma yoluyla farklı statü ve ücretlendirme ile, kendi aralarında parçalanıyor, aralarındaki dayanışma ilişkileri kırılıyor. Bu ayrım, kadrolu öğretmen- sözleşmeli öğretmen biçiminde yapılırken kadrolu öğretmen de kendi içinde, Başöğretmen-uzman öğretmen- düz öğretmen-stajyer öğretmen biçiminde bölünüyor. Eğitim emekçileri aynı işi yapıyor olmalarına rağmen farklı ücret alıyorlar. Ayrıca ek dersler yoluyla hem fazla çalıştırma dayatılıyor hem de eğitim emekçilerinin sağlık hakkından faydalanması engelleniyor, cezalandırır gibi ücretleri kesiliyor. Üstelik ek ders uygulaması “ne kadar iş o kadar ücret” mantığıyla güvencesiz bir ücret biçiminde özde performans değerlendirmesinin bir parçası olarak kadrolu çalışanları da güvencesizleştiriyor. Ücretli öğretmenlerin aylık ücretlerinin de ek dersler üstünden hesaplandığı düşünülürse ek ders hakkına sahip çıkmanın ötesinde “insanca yaşanabilir ücret” ve “güvenceli iş” talep edilmelidir.
4- Müfredat; demokratik olduğu iddiasıyla, yeniden yapılandırmacılık ve yaratıcılık kavramlarıyla cilalanırken esasen bireyci ve ticari bakış açısına sahip bir tüketim toplumu yaratmaya yönelik olarak değiştirilmiştir. Evrim teorisi gibi bilimsel yaklaşımlar müfredattan çıkartılmaya çalışılırken karşılarına alternatif olarak dini inançlar konmaktadır.
5-Bugün artık neredeyse bütün Din Kültürü Öğretmenleri idareci oluyor, diğer branşlarda öğretmen ataması yaparken bin dereden su getiren hükümetin, her atama döneminde Din Kültürü branşındaki bonkörlüğünün sebebi, idari kadroların branşlarına göz atıldığında görülebilir.
6- Üniversiteler AKP eliyle yürütülen neoliberal gericilik politikaların kıskacına alınmış, bir yandan toplumun gericileştirilmesi konusunda işlevlendirilmeye çalışılırken diğer yandan üniversitenin tüm bileşenlerinin demokratik hakları ortadan kaldırılmış, üniversite çalışanları de güvencesizleştirilmiştir.
7-Toplu görüşmelerde uzlaşmacı tavrıyla eğitim emekçilerinin yoksulluk ücretiyle yaşamasına onay veren gerici, faşist sendikalar aynı zamanda, bu uzlaşmacı tavırları, iktidara olan yakınlıkları, okul idarelerindeki kadrolaşmalarını kullanarak üye sayılarında atak yapmışlardır. Bu, iktidara eğitimin piyasalaştırma ve güvencesizleştirme sürecinde her türlü manevra için özel geniş alanlar ve fırsatlar sunuyor.
Bütün bu yıkım yapılırken Eğitim-Sen’in ve muhalif güçlerin duruşlarına da bir göz atalım:
1-Okulların işletmeye dönüşünün simgesi olan katkı paralarına karşı “ben toplamıyorum” tavrını aşan hiçbir tepki örgütlenememiş, okulların bir şekilde döndürülmesi anlayışına sahip olunmuş, hatta aktif üyeler daha fazla para toplamış ve para toplamamaya ilişkin genel bir politika üretilmemiştir. Hafta sonu kurslarının, etütlerin açılmasına karşı tam bir suskunluk hakim olmuş, bunların ücretlerinin bakanlıktan talep edilmesi akıllara dahi gelmemiştir.
2-Velilerle piyasalaştırmaya karşı temasa geçilmemiş, yerellerde bu kısmi olarak gerçekleşmişse bile, genel bir politika üretilmediği için yapılanlar hep havada kalmıştır. Okullara kaynak yaratma adı altında yürütülen yolsuzluklar büyük oranda meşrulaştırılmıştır.
3-Güvencesizlik; sadece ücretli, sözleşmeli çalıştırılan öğretmenlerin sorunu olarak algılanmış bu soruna sadece hukuki yollardan çözümler üretmeye dönük bir yaklaşım dışında esaslı bir politika geliştirilememiştir. TKY uygulamalarına karşı ciddi bir karşı duruş sergilenememiş, uzmanlık sınavlarına girilmiş, bunlara yönelik etkin bilinçlendirme ve örgütleme çalışması yapılmamıştır.
4-Gerici faşist sendikalarla mücadele üye yapma yarışı olarak kavranmıştır.
Ne yapmalı?
Eğitim alanında AKP eliyle yürütülen neoliberal gerici politikalar çerçevesinde piyasalaştırmanın ancak güvencesizleştirmeyle gerçekleştirilebileceği gerçeğinden hareketle mücadelenin iki ana ekseninin “piyasalaştırma” ve “güvencesizl
eştirme” olduğu görülmeli, özellikle kriz koşulları da göz önüne alındığında bu iki ana eksen AKP karşıtı siyasal bir mücadele ile bütünleştirilmeli ve bunun gerekleri yerine getirilmelidir. Nedir bu gerekler?
1. AKP’ye karşı siyasal mücadele
Önümüzdeki dönemde AKP’nin neo-liberal gericiliğine karşı, başta kadrolaşma, müfredat gibi alanlarda olmak üzere, yaşamın her alanında ve gündeminde Eğitim Sen’i ve eğitim hakkı mücadelesini tüm bir toplum açısından ilerici, aydın, demokrat tavrın ve taleplerin öncüsü, sözcüsü ve tavizsiz uygulayıcısı haline getirmek bugün temel görevlerden birisi olmalıdır. Bu konuda öncelikle yapılacaklar:
– Gerici kadrolaşma karşısında “Kendi Yöneticimi Kendim Seçmek İstiyorum” gibi bir taleple okullarda söz, yetki ve karar sahibi olabilmenin adımlarının atmak
– Gerici, bilimsellikten uzak bilgilerle dolu müfredatın somut verilerle toplum nezdinde teşhiri ve sonraki adımda alternatif eğitim politikalarıyla bütünleştirilmesi.(müfredat taraması) Örneğin “Eğitim Sen’li öğretmenler Fen Bilgisi 7. sınıf …..konusunu böyle anlatmıyor” gibi kitlesel katılımlı somut kampanyalarla gündemi belirlemek vb.
– Her türlü gündemde (örneğin Filistin konusunda AKP’nin ikiyüzlülüğünün teşhiri gibi) politika üretmek.
2. Şimdi sendika zamanı, şimdi sözleşme zamanı
Güvencesizliğe karşı mücadele yalnızca sözleşmeli ve ücretlilerin sendikaya üye yapılması değildir. Kaldı ki daha ücretlileri üye bile yapamıyoruz. Güvencesizliğe karşı mücadele; eğitim hakkı mücadelesi içinde başta ücretli ve sözleşmelilerin “iş güvencesi”, “sigorta hakkı”, “eşit işe eşit ücret” gibi taleplerinin yanı sıra TKY ve Performans Değerlendirmesi, uzmanlık gibi uygulamalara karşı eşitlik talebinin örgütlenmesi olarak anlaşılmalıdır.
“Eşit işe eşit ücret” talebi, ücretleri arttırmak olarak değil emperyalist sistemin yeniden sömürgeleştirme sürecinde her türlü kuralsız, esnek performansa dayalı, farklı ücretlendirme politikalarıyla çalıştırma biçimlerini reddeden ve buna karşı duruşu örgütleyen bir sürecin önemli bir parçası olarak düşünülmelidir. Bu, basit bir ücret talebinden öte eğitim emekçileri arasında yaratılan parçalanmışlığı ortadan kaldırmayı hedefleyen bir süreç olarak ele alınmalıdır. Eğitim emekçilerinin bu parçalanmışlığını ortadan kaldıracak, onları ortak bir düzlemde örgütleyecek ve mücadele edecek zeminleri oluşturmak temel görevler arasında görülmelidir.
Eğitim emekçilerinin somut talepleri bugünden belirlenerek toplusözleşme sürecine taşınmalıdır. Ocak ayından başlayan Haziran-Ağustos’a kadar belirlenmiş bir program oluşturulmalıdır.
Bu çerçevede:
– Şimdi Sendika Zamanı!.. Okul gezileri, broşür, afiş, bildiri vb araçlarla güvencesiz eğitim ve bilim emekçilerini sendikalı olmaya çağırmak, Sendikaya fiilen üye yapmak.
– Bu dönemde ana talepleri belirleyecek ve sahiplendirecek çalışmalar yapmak, somut sorunlara (işten çıkarma, sözleşme feshi, sağlık hakkından yararlanamama, KPSS, atama dönemi gibi) müdahale etmek
– Tüm illerde Güvencesizler Paneli- Şenliği vb etkinliklere görünür hale getirmek ve talepleri ülke çapında ortaklaştırmak
– Şimdi Sözleşme Zamanı!.. Sözleşme çağrısı ile talepler zemininde hareket formları oluşturmak, yerel ve merkezi eylemler gerçekleştirmek gereklidir.
Eğitim-Sen velilerle buluşuyor
Katkı payı, doğalgaz zamları, beslenme hakkı gibi konularda etkin bir karşı çıkış, öğretmen, veli ve öğrencilerin bir araya geldiği “eğitim hakkı platformları- meclisleri” vb yoluyla örgütlenmelidir. “Okulların bir şekilde temizlenmesi lazım” gibi paralılaştırmayı meşru gören anlayışlar terk edilmeli, “Okuluma Ödenek İstiyorum” gibi kampanyalar veli toplantısı günlerinde okul önlerinde etkin bir şekilde veli ve öğrencilerle birlikte yapılmalıdır. Bunun doğrudan kazanımları açığa çıkarılmalıdır. “Okuluma Hizmetli İstiyorum” talebine liseleri de kapsayacak biçimde devam edilmelidir.
3. Üniversiteler özel bir alan olarak örgütlenmelidir
Bu dönemde AKP ve piyasalaştırma kıskacındaki üniversitelerde
– Neo-liberal gericiliğe karşı “Aklın ve bilimin”, piyasalaştırmaya karşı “Parasız Eğitim, Güvenceli İş” talebinin üniversitenin tüm bileşenleriyle birlikte örgütleyebilecek “Meclisler” oluşturmalı,
– Sözün yetkinin ve kararın üniversitelilerde olduğu “üniversiter” yaşam tüm unsurlarıyla somutlanmalı,
– Eğitim-Sen’in bu alana dair bütünlüklü bir politika ve programı oluşturulmalı, bunun için iç iletişim ve deneyim paylaşımını sağlayacak araçlar (yayın, sitede özel bölüm, mail grubu gibi) etkin kullanılmalıdır.
Ana çizgilerini vurguladığımız bu program, kamu emekçilerinin, tüm işçi sınıfı ve yoksul halkların hak mücadeleleri, eşitlik, özgürlük ve barış talepleriyle bütünleşmeli, somut kazanımları hedeflemeli ve bu süreç 1 Mayıs’a taşınmalıdır.
Devrimci Öğretmenler olarak, tarihimizden aldığımız birikim, özgüven ve cesaretle mücadelenin bu döneminde de her türlü görevde yer alacağız ve Eğitim Sen’in her türlü yasal-bürokratik engelleri fiilen aşacak tarihsel birikime, güce ve sorumluluğa sahip olduğuna dair inançla hareket edeceğiz. Bu dönemde temel görevimiz, üzerimize düşen görevlerin bilinciyle, sürece öncülük edecek geniş bir bakış açısı geliştirmek ve atak, yaratıcı bir mücadele çizgisini hayata geçirmektir.
DEVRİMCİ ÖĞRETMEN