“Bazı yerlerde kurbanların ‘vahşet halinde’ kesildiğini belirten (Darbecibaşı), bu durumu ‘hunharlık’ (zalimlik, kan dökücülük) kelimesiyle niteledi.” (Hürriyet Gazetesi, Ege Eki, 10 Aralık 2008) Haber bu. Darbecibaşı yazılan yerde paşamızın adı yazılıdır. Şimdi onun erdemli(!) davranışlarına kısa bir göz atalım ve tanıyalım: Yetmişli yılların ortası. Darbecibaşı Paşamız ülkemizde gerçek iktidarı elinde bulunduran birkaç üst düzey generalden […]
“Bazı yerlerde kurbanların ‘vahşet halinde’ kesildiğini belirten (Darbecibaşı), bu durumu ‘hunharlık’ (zalimlik, kan dökücülük) kelimesiyle niteledi.” (Hürriyet Gazetesi, Ege Eki, 10 Aralık 2008)
Haber bu. Darbecibaşı yazılan yerde paşamızın adı yazılıdır. Şimdi onun erdemli(!) davranışlarına kısa bir göz atalım ve tanıyalım:
Yetmişli yılların ortası. Darbecibaşı Paşamız ülkemizde gerçek iktidarı elinde bulunduran birkaç üst düzey generalden biridir. Demirel başkanlığındaki Milliyetçi Cephe Hükümetleri zamanında iyice güçlendirilen (Demirel’in polisin yardımcısı dediği) paramiliter güçler (Ülkücü Gençler adı altında) sahneye çıkmıştır artık. Sendikacılar, gazeteciler, öğretmeler vb seri halinde öldürülmeye başlanır. Günde bir iki olan ölü sayısı giderek artar, 77lerde 5-6ya, sonralarına doğru 10’un üzerine çıkar. Sırada kitle katliamları vardır, meyvenin olgulaşması için.
Artık insanlar değil geceleri gündüzleri bile sokağa çıkamaz olmuşlardı. Kentler mahalle mahalle, sokak sokak işgal edilmiştir. Köylerde bile kahvehaneler ayrılmıştır.
Hayır! Bunlar kaotik bir ortamda gelişen kendiliğinden olaylar değil. Bunlar zamanın ABD hükümeti (Temsilen Pentagon ve CİA), Türkiye yerli burjuvazisi, en tepedeki generaller, MİT, polis ve kimi medyanın ortaklaşa hazırlayıp uygulamaya koydukları faşist planının aşamalarıdır. Katliamlar 12 Eylül darbesine giden yolun istasyonlarıdır. İşte bu planın uygulayıcılarının en başında yukarıda beyanatını okuduğunuz darbecibaşı vardır. Bireysel cinayetlerden kitlesel kıyımlara geçilmeden önce darbecibaşı Türkiye Gladio’sunun başındadır. 1 Mayıs katliamından sonra kara kuvvetleri komutanlığına getirilir. Genel Kurmay başkanlığına gelişinden 9 gün sonra ordu malı bombalarla 16 Mart’ta İstanbul üniversitesi katliamı gerçekleştirilir. Bombaları atanları takip eden polislere şefleri engel olur. Hunharca boğazlanan 7 TİP’li öğrencinin katillerine darbeden sonra yurtdışında görevler verilir. Kahramanmaraş ve çorum katliamlarının CİA ve MİT öncülüğünde, paramiliter güçler tarafından gerçekleştirildiği konusunda bugün kuşku yoktur artık. Ülkede gerçek iktidarı elinde bulunduran generaller, ellerinde CİA ve MOSSAD’la ortaklaşa çalışan MİT ve diğer istihbarat örgütleri olduğu halde gerçek katilleri bir türlü yakalamamaktadırlar(!). Darbeden sonra birkaç bireysel cinayetin katili elle konmuş gibi yakalanıvermişti. Kuşkusuz bunlar çizmeyi aşan katillerdi ve göstermelik olarak tutuklanmışlardı.
Darbecibaşının iktidarı süresince 650 bin kişi gözaltına alınıp günlerce, aylarca hatta yıllarca işkence edildi. O işkencelerden dolayı hala tedavi gören ve sakatlanan insanlara çevrenizde sıkça rastlayabilirsiniz. Hapishanede işkence ile öldürülemeyenlerin bir kısmı darağacına gönderilir. Yaşı yetmeyenlerin yaşı büyütülerek kanuna (hukuka değil) uydurulur.
Öldürdükleri insanların yakınlarının gözlerinin içine baka baka ve işkence mağduru on binlerce insan hala yaşıyorken Darbecibaşı’nın kimi kurban kesenleri vahşi ve hunhar olarak nitelemesine verilecek bir ad bulamıyor ve “pes” diyorum ikiyüzlülüğün böylesine.
Öyle kargaşalık vardı, müdahale ettik havasını kimse yutmuyor. Darbenin biçimlendirdiği toplumsal yapı, içinde bulunduğumuz şu anki yapıdır ve ta o günlerden hesaplanarak kotarılmıştır. Bu gün özgürlüklerin kısıtlılığının, sendikaların ve derneklerin işlevsizleştirilişinin, ılımlı(kime göre) İslam’ın iktidar olmasının, yolsuzlukların, dolar milyarderlerinin çığ gibi büyümesine karşılık 15 milyondan fazla insanın açlık sınırının altında yaşamasının, Kürt sorununun yaratılması ve çözümsüz bırakılmasının, ABD’ye ümüğümüzden bağlı olmamızın, eğitimin yozlaştırılması ve apolitik bir gençliğin inşasının, her şeyi üreten emekçinin her şeyden mahrum olmasının, lüks caddelerde çöp bidonlarını karıştıran insanların yanından hızla gelip geçen 300 beygirlik, kalın tekerlekli ciplerin, ve daha birçok pisliğin, mafyalaşmanın, ahlaksızlığın, çürümüşlüğün ve her türlü melanetin ardında 12 Eylül darbesi ve onun ele başıları bulunmaktadır. Zenginin, güçlünün muteber sayıldığı; fakirin, garibin potansiyel suçlu görüldüğü toplumumuz 12 Eylülcülerin eseridir. Dünyada gelir dağılımının en fazla olduğu ülkelerden birisi olmamız da bu generallerin eseridir. Şeref duysunlar eserleriyle. Şe-ref-li-ler…
Tüm bunlar ortada iken inancı gereği kurban kesen, bunu yaparken de bazı kurallara uymayan kimi insanlarımızın yaptıklarının milyonlarca katını kendi insanına yapmış olan birisinin erdemlik dersi vermesi insanın kanını donduruyor. Üstelik o bunları hayvanların çektiği acılar ve çevre kirlenmesi nedeni ile değil, daha çok Avrupa’ya ayıp olacağı için söylemiş; demecin bütünü okununca bu anlam çıkıyor.
Darbecibaşı son günlerde sık sık kendini aklamaya çalışmaktadır. 8.11.2008 tarihli Hürriyet gazetesinde Vahap Munyar’ın yazdığına göre Hürriyet’in sorularını şöyle yanıtlamış:
‘İşkenceyle bir insan öldürülmüşse, o derece bir eza, cefa görmüşse çok korkunç bir şey. Bunu onaylamak mümkün değil. Ama ne yaparsınız ki, oradaki insanlar bunu yapabiliyorlar…
‘(12 Eylül döneminde) İşkence olmamıştır diyemem, olmuştur. Bu bizim kontrolümüzde değildi ki. Orada cezaevlerinin başında görevliler aynen duruyordu. Biz onları alıp da yenisini vermedik. Polis aynı polis. Yapmışlarsa onları ilgilendirir. Oradaki idarecilerin, sıkıyönetim komutanlarının bunu takip etmeleri lazımdı…’
Yalanları birbiri ardına sıralamış inanacak var gibi. Geçmişini bilmeyen onu hümanist bile sayabilir. Polisler aynı polisse neden kendileri zamanında işkenceye başladıklarını soracağımızı akıl edemiyor. Suçu kendisinden aşağıdaki komutanlara atıyor. Darbe yaparak koskoca ülkeyi tir tir titreten generale yakışır mı böyle bir iftira? Yaptımsa ben yaptım, size ne, dese ne olacak sanki? Şunu dese belki biraz anlayabiliriz: Yahu biz CİA ve büyük patronlar ne dediyse onu yaptık. Sizin efendilerinizdik; ama onların emir kuluyduk. Yaptıklarımızda bir kusur olup olmadığını ben bilmiyordum, suç varsa onlara sorun. Netekim özür dileyecekse onlar dilesin..
Bir türlü kabuk bağlamayan yaralarımızı o kanlı elleriyle hala deşeliyorlar. Onlar zaten pentagon generallerinin çavuşu, patronların bekçisiydi. En azından benim ve birçok insanın gözünde öyleydi.
Beyazıt Meydanında katlettiği gençlerden birisi benim öğrencim Hatice Özen’di. Gülünce yanaklarında gamzeler açar, gözleri menevişlenirdi. Diğerlerinin de pek farklı olduklarını sanmıyorum. 12 Eylülcülerin kanlı elleri o gülücükleri ve parıltıları hoyratça parçaladı. Biricik suçu insan olmak, kokuşmuş düzeninize karşı durmak olan bir arkadaşıma 1,5 yıl işkence yaptılar. Hala doğru dürüst yürüyemiyor ve çok acı çekiyor. Düşündükçe onlarla beraber her gün ölüyor ve acı çekiyorum. Hapiste yatan insanların aç ve açıkta kalan çocuklarına komşuları ve yakınları ekmek götürmekten korkardı onların…(yazacak sözcük bulamıyorum)
Ahlak yoksunu insanların kendilerini temiz göstermek dürtüsüyle durmadan başkalarının ahlaksızlığından dem vurmaları gibi onlar da başkalarının vahşet ve hunharlığından söz ediyor iki de bir.
Onları hiç mi hiç unutmayacağız, unutturmayacağız.
19 Aralık 2008
karacafer@hotmail.com