“Burjuvazi ve onun yardakçılarının yüz karası bu belge, biz emekçilerin onur belgesidir.” Sözü edilen belge bir utanç belgesi… 1980 yılının Ocak ayında Kristal-İş gazetesinde bu satırlarla yayınlandı. Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası… Hani, Nazım’ın şu sözünü ettiği Beykoz’un cam fabrikası, moderen fabrika… İşveren, Paşabahçe dışında oturan memurlarına servis çıkarmış. Memurlar işyerine servis otobüsleriyle gelip gidiyorlar. […]
“Burjuvazi ve onun yardakçılarının yüz karası bu belge, biz emekçilerin onur belgesidir.” Sözü edilen belge bir utanç belgesi… 1980 yılının Ocak ayında Kristal-İş gazetesinde bu satırlarla yayınlandı.
Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası… Hani, Nazım’ın şu sözünü ettiği Beykoz’un cam fabrikası, moderen fabrika… İşveren, Paşabahçe dışında oturan memurlarına servis çıkarmış. Memurlar işyerine servis otobüsleriyle gelip gidiyorlar. Ya işçiler? Onların servis otobüslerine binmelerine, isimlerine çıkarılan otobüs kartını gösterirlerse izin veriliyor. Ama ayakta! Oturmaları yasak…”İnanmadınızsa kanıtı var.” diyor sendika. “İsim yerini biz karaladık, iş güvencesi açısından…” Kristal-İş’in “iş güvencesi açısından” yani işveren tarafından işten çıkarılmasın diye kart sahibinin ismini kapatarak yayınladığı otobüs kartı işverenin imzasını ve kaşesini taşıyor. Ve kartın sağ üst kısmında büyük harflerle önemli bir uyarı yer alıyor: “Ayakta!”
“Yıllardır beyinlerimize aktarılmak istenen bazı sözcükler vardır. Demokrasi, insanların eşitliği… Ama biz emekçiler söylenenlere değil, gördüğümüz yaşadığımız gerçeklere inanırız.” Kristal-İş’in 1980 yılı başlarında yayınladığı bu belge, insanın suratına bir tokat gibi çarpıyor. Kanını donduruyor. Utandırıyor, insan olduğundan, yaşadığından… Öyle bir gerçek ki zamandan bağımsız ve aradan otuz yıl geçse bile güncel.
Nazım, Beykoz’un cam fabrikasını, insana yaklaşımını, verdiği değeri daha 1940 yılında şair duyarlılığıyla nasıl da sezmiş.
“Beykoz’un cam fabrikası
moderen fabrikadır.
Pencere camlarını biraz dalgalı
çıkarır,
biraz çarpıksa da su bardakları,
kesme likör kadehleri harikadır…”
Ve kırk yıl sonra 1980 yılının başlarında sendika şunları söylemektedir: “Ülkemizdeki tüm değerleri üreten işçi sınıfı hor görülmekte ve ikinci sınıf vatandaş olarak muamele görmektedir. Bunun nedeni sınıflı ve sömürülü toplumun varlığıdır. Sömürü ortadan, kalkmadıkça bu acı gerçekler de ortadan kalkmaz.” Ve bu belge yayınlandığında Türk-İş’e bağlı Kristal-İş ve DİSK’e bağlı Hürcam-İş sendikaları cam patronlarına karşı toplu pazarlık masasında “güç ve eylem birliği” içindedirler. Uyuşmazlık tutulmuştur. Cam işçisi greve hazırlanmaktadır. 1980 Mayıs’ında cam fabrikalarının tamamında ardı ardına başlatılan grevler, 1980 Eylül’ünde silah zoruyla durdurulacak, sendikacılar tutuklanacak, toplu sözleşme Yüksek Hakem Kurulu’nca bağıtlanacaktır. 1980 cam grevlerinin öyküsü grup toplu pazarlığı ve eylem birliği açısından, nedenleri ve bugüne aktardıklarıyla derinliği olan bir öykü. Ama bu belge, tek başına bu belge grevin ne kadar kaçınılmaz, ne kadar haklı, verilen mücadelenin ne kadar onurlu olduğunu ifade etmeye yeter güçte değil mi?
Aradan geçen otuz yılda ne değişti? Bugün bir Dünya şirketi olan Şişecam kendisini “çağdaş işveren” olarak tanımlamaktan hoşlanır. Peki, bugün Şişecam işçi ve sendika haklarına ne kadar değer verir? Bunu en iyi Kristal-İş üyeleri bilir. Ve bunu, daha birkaç yıl önce Eskişehir Paşabahçe Fabrikasında Kristal-İş’e üye oldukları için işten çıkarılan, ocakları söndürülen, yüzlerce cam işçisine sormak gerekir.