Bu ülkede solcu olmak hep zordu ama son yıllarda bunun daha da zorlaştığına ve çetrefilleştiğine tanık oluyoruz. Türkiye’de sol hareket ya faşist darbelerce ya da yaratılan husumetle sağın sola ya da dinciliğin sola kırdırılmasıyla hep en çok bastırılan hareket olmuştur. Bir yolunu bulup başını uzatsa kuvvetinin kat be kat fazlasıyla geri püskürtülmüş, dağıtılmış, hizipler yaratılıp […]
Bu ülkede solcu olmak hep zordu ama son yıllarda bunun daha da zorlaştığına ve çetrefilleştiğine tanık oluyoruz. Türkiye’de sol hareket ya faşist darbelerce ya da yaratılan husumetle sağın sola ya da dinciliğin sola kırdırılmasıyla hep en çok bastırılan hareket olmuştur. Bir yolunu bulup başını uzatsa kuvvetinin kat be kat fazlasıyla geri püskürtülmüş, dağıtılmış, hizipler yaratılıp parçalanmıştır. Bu 12 Mart 1971 askeri müdahalesinden itibaren hep böyleydi ve başsız kalmış, liderleri katledilmiş bir solun birleşip tek bir güç haline gelmesi bir başka değişle kitleselleşmesi mümkün olamamıştır.
Sol tüm bunlara alışıktır, solun düşmanı bellidir çünkü. Daha doğrusu belliydi. Ancak son yıllarda solun yiyeceği darbenin geliş yönü hiç olmadığı kadar muğlaklaşmış hatta neredeyse görünmez adama dönmüştür.
Post modern olarak adlandırılan siyaset teorisyenleri 1970’lerden itibaren ve 1980’ler ve 90’lar boyunca solun var olan çoklukta sınırlarının belirsizleştiğinden söz ederler ya da bunu ima ederler. İdeolojilerin bittiği, iktidarın kılcal damarlar gibi yayıldığı bir siyasal alanda kitlesel hareketlere de yer yoktur artık..Her şey parçalıdır, parçalanmış ve belirsizleşmiştir. Önemli ölçüde doğru tespit ve tahminlerde bulunmalarına karşın bu teorisyenler (örnek: E. Laclau, C. Mouffe, M. Hardt, A. Negri ve diğer radikal demokrasi kuramlarının yaratıcıları) aslında ideolojilerin silahlarını kendilerine çevirmelerinin yıkıcı gücünü asla tahmin edemediler. Yani belki de solun bizzat sol tarafından da vurulabileceğini tahmin etmemişlerdi. AKP’nin eline geçirmeyi ve elinde bulundurmayı tasarladığı ideolojik ya da üst yapısal alan bugün sol geçmişlerinden beslendikleri kuşku götürmeyen bazı “aydınlar” tarafından doldurulmaktadır. Bu “aydınlar” esasen A. Gramsci’nin organik aydınlarıdır yani AKP organik aydınlarını oluşturma çabası içindedir. Her iktidar bunu yapmaya yeltenmiştir elbette ancak kimse solu AKP kadar giyinmeyi başaramamıştır belki temsil ettiği tabanın aksine
Bugün ideolojilerin bittiğini değil kendi kendilerini atom gibi parçaladıkları görüyoruz. Ve buradan çıkacak olan yıkım 1970’lerden itibaren ivme kazanan post modern görüşün tahminin çok çok ötesindedir. Ancak bu tahribat belki de bir sonraki adımda ideolojilerin hiç olmadıkları biçimde kesinleşmesiyle sonuçlanabilir. Tıpkı küreselleşme dalgasıyla ulus devletlerin sınırlarının kalkacağı varsayımının üzerine sorunun ulus devletlerin yok oluşu ya da bir imparatorluk dönemine girilmesi değil çok daha güçlü biçimde kendilerini gösteren ulus devletlerin aralarındaki rekabet ve iktidar mücadelesinin açığa çıkması gibi…
Bugün Türkiye’de de ideolojiler arasındaki rekabet ve iktidar mücadelesi kızışmaktadır. Ve solun yeniden tartışılmaya açılması her şeyden önce acil bir ihtiyaç ve son derece olumlu bir gelişmedir. Ancak sol bugünkü ideolojiler savaşında duruşunu ve yerini her zamankinden daha sağlam biçimde belirlemek zorundadır. Çünkü karşısında artık net bir cephe değil kendi kılığına bürünmüş bir hayalet vardır. Solun burjuva sınıfındaki dönüşüme ve ekonomik alandaki paylaşımın karakterine daha dikkatli bakması, her Marksistin solcu olduğu düşüncesini yaratabilecek yanılgıların üzerine gitmesi, solculuğun darbe karşıtlığı ile özdeş görünmesinin önüne geçmesi gerekmektedir.
*ODTÜ, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, doktora öğrencisi