Yurt dışında yaşayan Türklerin sayısının 5 milyona yakın olduğu tahmin ediliyor. Türkler gerek ticari, gerek ailevi ve gerekse de başka nedenlerden ötürü kısa veya uzun süreli olmak üzere yurt dışında yaşamak için 60’lı yıllardan bugüne dek ülkelerini terk ediyorlar. Yurt dışında başka bir ülkede başka tip insanlar arasında ve başka koşullar altında göçmen Türkler elbette […]
Yurt dışında yaşayan Türklerin sayısının 5 milyona yakın olduğu tahmin ediliyor. Türkler gerek ticari, gerek ailevi ve gerekse de başka nedenlerden ötürü kısa veya uzun süreli olmak üzere yurt dışında yaşamak için 60’lı yıllardan bugüne dek ülkelerini terk ediyorlar.
Yurt dışında başka bir ülkede başka tip insanlar arasında ve başka koşullar altında göçmen Türkler elbette Türkiye’de olduğundan başka bir hayat sürüyorlar. Yurt dışına çıkmalarının ortak nedeni daha iyi koşullar altında hayatlarını devam ettirmek. Yurt dışında yaşayan Türklerin yaklaşık 4 milyonunun Avrupa’da bulunduğu biliniyor.
Avrupa’ya göç eden Türklerin başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerine göç nedeni Türkiye’de 60’lı yıllardan beri yaşanan siyasi krizden kendini kurtarmak ve daha iyi yaşam standartları altında yaşamlarını devam ettirmek ve bunun dışında elbette siyasi suçlu olarak yargılanan veya aranan kişilerin bu ülkelere sığınması. Bunun dışında da bir ticari, yatırımcı veya eğitim amaçlı Avrupa’ya gelen ufak bir kesim de var.
Yatırımcı ve eğitim amaçlı yurtdışına çıkan Türkleri bir kenarda tutarsak yurtdışında bulunan Türklerin çoğunun göç nedeni Türkiye’deki ağır yaşam koşulları ve birtakım başka siyasi nedenler. Serbest işçi olarak yurtdışına göç eden Türklerin başta Türkiye’nin en fakir ve eğitimin en zayıf olduğu bölgelerden gelmesi hiç de şaşırtıcı değil.
Başta Batı Almanya olmak üzere diğer Batı Avrupa ülkeleri ve tabii ki Amerika’nın Doğu Almanya’ya, Varşova Paktı üye ülkelerine ve Sovyetler Birliği’ne karşı olan düşmanca tutumu Soğuk Savaş zamanında kendisini Sovyetler Birliği’ne doğudan ve Bulgaristan’a batıdan komşu olan Türkiye’yi Batı Avrupa ve Amerika tarafına çekme biçiminde gösterdi. Bu durumun göstergelerinden birisi de özellikle eğitimsiz ve fakir kesimlere oldukça çekici gelen Avrupa’da yaşama ve çalışma teklifi oldu.
1960’lardan beri Avrupa’ya aralıksız bir göç yaşandı. Avrupa’ya giden Türkler kültürlerini, dinlerini ve siyasi tutumlarını da birlikte getirdiler. Birkaç on sene içinde Türkler yabancı topraklarda iş ve ardından mülk sahibi oldular, kendi ufak veya büyük işletmelerini açtılar. Ancak eğitim, yaşadıkları ülkenin dilini konuşma, kültürel ve dini farklılık konusunda devamlı bir sıkıntı çektiler.
Fethullah Gülen veya Harun Yahya gibi dinci tayfanın liderleri tarafından finanse edilen irili ufaklı cemaat, cemiyet, okul ve kurslarla Türkler dini olarak örgütlendiler ve sadece ekonomik olarak değil, dini olarak da yurtdışında tutunacak bir damar da yaratmış oldular.
Birtakım kültürel dernekler dışında başta Kürt gruplar olmak üzere siyasi örgütlenmesi sonucu yurtdışındaki gurbetçiler sol veya sağ eğilimli politik örgütlerin kurulması ve devamında da rol aldılar. Özellikle son yıllarda PKK olaylarıyla ve Avrupa’nın da destek vermesiyle Türkler ve Kürtler arasındaki ayrımın ısrarla vurgulanması yurtdışında yaşayan ve “ikinci sınıf vatandaş” muamelesi gören Türklerin politik, dini ve etnik olarak tolere edilememesine ve çatışmaların yaşanmasına ivme kazandırdı.
İslam’daki dogmatik düşüncenin Türkiye’deki milliyetçi ve bağnaz düşünce alışkanlığıyla birleşmesi ve Avrupa gibi başka bir kültürel coğrafyada yaşıyor olmak Türkleri birtakım gündelik sıkıntıların içine soktu. Kendi kültür, inanç ve düşünce alışkanlığını devam ettirebilme yönünde farklı görüş, inanç ve kökenden olan Türkler, yurtdışında bulundukları yalnızlık duygusu ve sığınma ihtiyacından olsa gerek, birbirlerine yakınlaşma ihtiyacı duydular.
Kahveler, iş yerleri ve eğlence mekanları gibi kamusal alanlarda farklı etnik, dini ve politik kökenden Türkler geçmişin getirdiği bağnaz cemiyetsel ve düşman düşünce biçimini yumuşatmak zorunda kaldılar.
Yurtdışındaki Türklerin kendi içinde bulundukları bu durumun olumlu bir gelişme olduğunu görmek pek de zor değil. Alevi Kürdü, Kürt milliyetçisi, Türk milliyetçisi, solcusu, sağcısı, İslamcısı, ateisti, dönercisi, kahvecisi, öğrencisi, işçisi Türkiye’de hakim olan ve İslam ve milliyetçilikten türeyen başka kökenden olan insanlara önyargı, düşmanlık ve kin duygusunu yargılamak ve bunları yumuşatmak zorunda kaldılar. Türkiye’de hiçbir zaman bir araya gelemeyecek insanlar her gün kahvede buluşur, birlikte iş yapar veya başka birtakım olayları paylaşır oldular.
Milliyetçiliğin, faşizmin ve dinin cemiyetsel, içe kapanık ve dışarıya karşı olan düşmanca tutumu yurtdışında yaşayan Türklerin içinde bulundukları maddi koşulların yönlendirmesi sonucu tam tersi bir çizgi almış durumda. Sosyalist düşüncede sosyal bağlamda idealize olan tutum toplumsallık, başkalarıyla birlikte yaşamak ve kolektif bir bilinç içinde hareket etmektir. Gurbetçi Türklerin almaya başladıkları kişisel yeni tutum faşist-milliyetçi-İslamcı bağnazlıktan, başkalarıyla birlikte yaşamanın mümkün ve hatta zorunlu olduğu görüşüne kaymış durumda. Feodal üretim ilişkilerinin ürünü olan din ve milliyetçilik gibi saplantıların maddi koşulların değişimiyle kendiliğinden sönümlenmesini en iyi gurbetçi Türklerin kendi aralarında yaşadıkları deneyimler kanıtlıyor.