‘Nesini söyleyim canım efendim Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim’ Aşık Serdari Hep duyarız; ‘devlet memurları çalışmaz’, ‘Resmi dairelerde işler yürümez’, ‘Memurların yüzleri gülmez’ vb. Peki bu ne kadar gerçeği yansıtır? Yada neden böyleydi? Ne olursa düzelebilir? Aslında yaşanan durumun devlet memurluğu ile ilgisi yoktur. Bu daha kanımıza işletilen emir, baskı, yasak sisteminden kaynaklanıyor. Hep karşısında […]
‘Nesini söyleyim canım efendim
Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim’
Aşık Serdari
Hep duyarız; ‘devlet memurları çalışmaz’, ‘Resmi dairelerde işler yürümez’, ‘Memurların yüzleri gülmez’ vb. Peki bu ne kadar gerçeği yansıtır? Yada neden böyleydi? Ne olursa düzelebilir?
Aslında yaşanan durumun devlet memurluğu ile ilgisi yoktur. Bu daha kanımıza işletilen emir, baskı, yasak sisteminden kaynaklanıyor. Hep karşısında iktidar gören insanlar, iktidara tapar hale geliyor. Ellerine geçen azıcık iktidarı sonuna kadar kullanmaya çalışıyorlar. Üstelik bu devlet memurluğu ile sınırlı falan değil. Bu ailede başlıyor. Çocuklar arasında, genç gruplarında her yerde yaşanıyor. Ve işin kötüsü sol gruplar-partiler de buna göre şekilleniyor.
Elbette güler yüzlü memurlarda var. Her şeye rağmen ilgi göstermeye çalışan, yardımcı olmaya çalışan çırpınanlar da var. Ama giderek bu o kadar azalıyor ki. O kadar zor ki böyle olabilmek; giderek eriyen maaşlar; anlamsızlaşan bürokratik zorunluluklar; amirlerin giderek artan keyfi tavırları; giderek politikleşen atamalar; verilen görevler için sunulan olanakların çok yetersiz oluşu; azalan devlet memuru sayısının yerine yapılmayan atanmalar ve sonuçta giderek artan boğucu iş yükü; bu iş yüküyle personel sayısı ve sağlanan olanaklar arasındaki dengesizlik…
Elbette burada 650 yıllık Osmanlı devlet geleneğinin etkilerini de ekleyelim. Vatandaşın gözünde devlet memuru ayrıcalıklı vatandaş konumundadır. Ve bir yerde bu gerçekten böyledir. Örneğin; iş garantisi, sosyal güvencesi, çalışma saatlerinin sınırlılığı, tüm özlük haklarını düzenli olarak alabilmesi gibi pek çok garantisi vardır devlet memurunun. Tüm bunlara, devletin güvenlik konseptinde örgütlenmiş olması da eklenince, memur da vatandaş karşısında kendini üstün görmeye başlamaktadır.
Bu konuda kendi yaşam örneğimi sizlerle paylaşayım. Bizim dairemizde müstahdem sayısı sınırlı olduğundan kendi çayımızı kendimiz alırız. Misafirlerimize de çayı kendimiz getiririz. Genelde bulunduğum birimde en genç eleman olduğumdan (ki 20 yıllık elemanım) misafirlere, çoğunda hizmet verdiğimiz vatandaşa çayı ben getiririm. Bunun sonucu, vatandaşın gözünde karizmamı yitirmem olmaktadır(!) Yani bir memur önemli biri olsa çay getirir mi? İşte burada aradaki farkın yalnız memurun bakışından değil, aynı zamanda vatandaşın içselleştirdiği bakıştan kaynaklandığını anlarız.
Bordo Mahkumluğu
Devlet memurları, her ne kadar sendikaları olsa da kaderleri hükümetin iki dudağı arasında olan bir çalışan kesimdir. Sendikalarla hükümet arasında ‘Toplu Pazarlık’ denilen ve aslında hiçbir sonuç doğurması mümkün olmayan kadük bir kurum vardır. Burada edinilen kazanımlar tavsiye niteliğindedir, hükümet uygulamazsa yapılabilecek hiçbir yaptırım da yoktur. Ve hükümet de ya sendikacıların çıkarına (çalışanların değil) bazı ödünlerle pazarlığı kendi lehine çözümler, yada görüşmeleri tıkayıp uzlaştırma kuruluna işi götürür.
Yıllardır, açıklanan enflasyon üzerinden verilen zamlarla, reel enflasyon karşısında memur maaşları giderek erir. Bazı dönemlerde açıklanan enflasyonun bile altında zamlar verilmiştir. Bırakın refah payını, hiçbir zaman reel enflasyon oranında zam alamayan memurlar, ekonomik zorluklarla giderek artan şekilde mücadele eder.
Bu kısır döngüyü kırmak isteyen pek çok devlet memuru ek işlere yönelmek zorunda kalmaktadır. Bunun olumsuz sonuçlarından biri memurlarının kendi işlerindeki performanslarının düşmesi sonucunu ortaya çıkardı.
Elindeki olanakları kötü biçimde kullanan, usulsüzlük, yolsuzluk ve rüşvet gibi yasa dışı yollarla belli bir yaşam standardını sürdürmeye çalışan devlet memurları da artmaya başladı. Bu durum, pek çok olumsuz etkisinin yanında, “tüm devlet memurları fırsatını buldu mu gayrı meşru gelirler elde etmeye çalışır” olumsuz imajını da getirdi. Aslında toplam memur sayısı içersinde belki % 10’larda olan rüşvet alan memur sayısı bir genelleme haline getirilir oldu.
Siyaset memuriyet ilişkisi
Devlet memurları, aslında tamamen siyasi kurumsal yapılanmalar içersinde çalıştıkları halde, kendilerine siyaset yasaklanmıştır. Oysa, memuriyette yapılan her şey siyasi olan yürütmenin emirlerinin yerine getirilmesidir. Tayinlerinize ve diğer özlük işlerinize bakan tarafından atanmış bürokratlar karar verir. Özellikle vatandaşla karşı karşıya geldiğiniz her durumda, yalnızca memuriyetin kurallarını değil, aynı zamanda hükümetin hassasiyetlerini de dikkate almak zorundasınızdır. Örneğin iktidarda milliyetçi partiler varsa; ‘Türkiye’ sözcüğünün yerine ‘Türk’ sözcüğünü ön plana çıkarmak gerekir. Eğer muhafazakar bir iktidar varsa ‘Cumhuriyet’ sözcüğünden özenle kaçınmanız gerekir.
Amirleriniz genelde iktidara yakındırlar veya öyle görünmeye dikkat ederler. Aynı amirlerin, iki ayrı iktidar döneminde, iki ayrı kişilikte olduğunu görürüsünüz. Hayır disosyetif kimlik bozuklukları yoktur. Sadece mevcut konumlarını koruma gayretidir bu. Aslında bu değişime ayak uydurma konusunda bazı memurlarda iyi performanslar sergilerler(!) Sanırım, bugünkü hükümetin savunduğu performansa göre maaş sisteminin nasıl şekilleneceğini bu performanslara ve nasıl değerlendirildiğine bakarak anlayabiliriz
Memurlar, siyaset yasağından kaynaklanan kölelik boyunduruğunu zaman zaman dernekleşerek, sendikalaşarak kırmaya çalışmışlardır. 12 Eylül askeri darbesiyle yok edilen bu çaba, Kamu Çalışanları Sendikaları Platformuna (KÇSP) bağlı sendikaların kurulmasıyla aşılmaya başlamıştır. O dönemlerde memurlar, en azından yüksek oranlı zamlarla bu mücadelenin ilk kazanımlarını elde etmişlerdir.
KÇSP kendini bile aşıp bir dönem gündem belirleyen, sol muhalefetin dinamolarından biri haline gelen bir toplumsal muhalefet odağı haline gelmiştir. Bu durum, çok geçmeden KÇSP sendikalarını kuran siyasi hareketlerin iştahını kabartmaya başlar. Özellikle siyasi parti kurma hazırlığındaki sol grupların KÇSP içersindeki iktidar mücadeleleri, KESK’in (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) kurulmasıyla taçlanır. Ancak bu aynı zamanda, sonun başlangıcı gibidir. Zira KESK, KÇSP dinamiklerinin kararı ile değil, birkaç siyasi partinin KÇSP içersindeki yansımalarının grupsal çıkarları doğrultusunda kurduğu ittifakla hayata geçer. Yani başka bir deyişle, KESK kamu emekçileri mücadelesinin bir sonucu olarak değil, KESK rüzgarını arkasına almak isteyen siyasi partilerinin siyasi hülyalarının bir sonucu olarak arzı endam etmiştir.
Böylece memurlar, siyasi grupların ihtirasları sonucu, amirleri ve hükümet karşısında siyasi olarak kendilerini ifade edebilme fırsatını bir kez daha harcamıştır. Hükümetin ve bürokrasinin KESK’e karşı önlemi olan devlet güdümlü sendikalar kısa sürede bu avantajı değerlendirip, havuç-sopa yöntemi ile pek çok işkolunda çoğunluğu ele geçirecektir. Üyelerinin desteğinin yerine siyasi oluşumların desteğini önemseyen KESK, üyelerinin müdür odalarında zorla, tehditle, şantajla veya ‘nemalı işler’ teklifiyle istifa formlarını imzalayıp, adı Türk’le başlayan sendikalara geçirilmesi karşısında izlemekle yetinmekten başka bir şey yapamayacaktır.
Devlet Memuru Sayısı Fazladır Efsanesi
Devlet memuru sayısı gerçekten fazla mıdır acaba? Aslına bakarsanız, devlet memuru sayısında fazlalığı bir yana bırakın, pek çok yerde eksikler yüzünden işler kağıt üzerinde yürümektedir. Üzerimizdeki iş yükünün fazlalığı yalnızca eleman ye
tersizliği değil, bir de araç, gereç yetersizliği ile daha içinden çıkılmaz hale gelmektedir. Çoğu zaman yapılması gereken işler, yapacak araç gereç olmadığından yeterli özen gösterilemeden yapılır, yada yapılmaz. Bazen durumu uygun olan vatandaş kendi olanakları ile işinin görülmesini sağlar. Bunun da çok sağlıklı bir ilişki olmadığı ortadadır. Özellikle maddi durumu uygun olmayan vatandaş ne yapacak?
Evet gelelim işin başka bir yönüne… Peki ben işimi yapmasam bana kim ne diyecek. Devlet dairelerinde, çalışanla çalışmayan arasında bir fark yoktur. İktidar partisine, müdüre, yüksek bürokratlara, yani iktidara yakın ve uzak olanlar vardır. Gerçi unutulmasın, bu özel sektörde de vardır.
Çok çalış veya akşama kadar otur. Eğer iktidara yakınsan ‘nemalı işler’den pay alırsın. Sorunlu işlerden uzak tutulursun. Yok uzaksan ‘nemalı işler’ sana yasaktır. En çok vatandaşla yüz göz olacağın, hem en çok çalışıp, hem de küfür yiyeceğin işler başına sarılmaya çalışılır. Bazılarının hiçbir iş yapmadan akçalı işlere gittiği, bazılarının ise bütün gün çalışıp, bir de vatandaşın küfrüne maruz kaldığı bir yerde vatandaşla muhatap olanın yüzünün gülmesini istemek zordur. İşler yetişmez. Çünkü iddia edildiği gibi devlet memuru fazlası değil açığı var.
Bir de buna insanı daraltan bürokratik mekanizmalarla, işlerin tümünün amirlerin kontrolüne sokulması çabası eklendiğinde, memur olmak dayanılmaz hale gelir. Devlet memuruna değil, siyasi kanaatlerle atanmış olan müdürüne güvenmektedir. Zira, devlet bütüncül değil parçalı bir mekanizmadır ve iktidarların paylaşımına göre şekillenmektedir. Bu nedenle devlet kendini koruma güdüsüyle hareket eder. Tüm vatandaşları gibi memuruna da güvenmez. Bürokrasiyi boğucu ve hantal hale getiren bu güvensizlik ortamıdır.
Bakanlıklarda en az 3-4 icracı genel müdürlük vardır. Her genel müdürlüğün 4-5 icracı daire başkanlığı ve bunların bir sürü şube müdürlükleri vardır. Tüm bunlar çalıştıklarını kanıtlamak için bize (çoğu da hiç bir yararı olmayan) bir sürü iş üretirler. Bu saçma sapan işlerin hepsi kağıt üzerinde yapılır ama, bürokrasi hazretlerinin doymak bilmez iştahı, gereksiz yere, zaten yetersiz olan personeli meşgul eder.
Devlet memurunun çalıştığı ortam
Bir arkadaşımın bir yakınması vardı. ‘Devlet dairesinde işim vardı, yarım saatte bitecek işim saatler sürdü. Üstelik işyerinin kliması da bozuktu’. Evet o kliması bozuk yerde saatlerce beklemek zordur. Peki çalışmak…
Benim çalıştığım hiçbir odada klima yoktu bu güne kadar. Her sabah klimasız otobüslerde, yolculuk yaparak klimasız odama gelir, gün de 8 saat böyle bir ortamda çalışırım. Bazen göreve gideriz, kapısından, camından rüzgar alan, simsiyah, klimasız araçlarda saatlerce yolculuk ettiğimiz olur. Bir yandan terler, bir yandan olan rüzgarı yersiniz. Kışın içinde kabanla, paltoyla oturmanız gerekir.
Bazı yerlerde yeterince bilgisayar yoktur. Oysa giderek artan iş yükü, bilgisayarlarla çalışmayı gerekli kılmaktadır. Bilgisayarda iş yapmak için sıraya girersiniz. Eskimiş elektrik sistemleri, aşırı yükü kaldıramaz bazen. Bu kez de arızanın giderilmesini beklersiniz. Elektrikler kesilebilir… Bazı işler vardır ki internet kanalı ile yapabiliriz ancak. Bu ülkede internet kesintileri, yavaşlamalar, server yetersizlikleri, herkesin aynı anda servere yüklenmesi gibi pek çok sıkıntı bu tür işlerin yavaşlamasına neden olur.
Bazen benzin, ödenek, malzeme (kağıt, toner vb.) yetişmeyebilir. Çoğu zaman amirler, ‘Neden bu kadar çok sarf malzemesi gidiyor’ diye homurdanır. Ancak bir kelime hatası için geri gönderdikleri yazılar yüzünden bir yazının iki üç kez değiştiğini unuturlar çoğunda. Yada özel işleri için makam araçlarını kullanmalarını…
Eğer arazi ve/veya kontrol işleri varsa, bu kez araç ve şoför sıkıntısıyla karşı kaşıyasınız demektir. Eğer arazi ve/veya kontrol hizmetlerinde icracı olan çok birim varsa, herkes önceliğin kendisine verilebilmesi için yarışmak durumundadır. Bunun için yapılanlar arasında, göz boyama, amirlerle sıcak ilişki kurma, hatta ‘seksapel’ini kullanma bile vardır. Fakat bu aynı zamanda birimler arasında bir kıskançlık histerisi yaratabilmektedir. İş yerinde huzursuzluğun da kapısını açmaktadır.
Çözüm özelleştirme mi?
Tabii ki bunların hiçbiri bizlerin hizmet verdiğimiz insanlardan güler yüzümüzü esirgememizin veya onlara tepeden bakmamızın gerekçesi değil. Ancak maalesef ki, devlet memurları da bu ülkenin diğer vatandaşlarından fazlaca farklı olamıyor. Sizlerin yaşadığından farklı yaşayamıyoruz. Bazen güler yüz göstermekte, ilgi göstermekte zorlanıyoruz. Hatta bazılarımız hıncını vatandaştan çıkarabiliyor.
Ancak bunun çözümü devlet memurluğu kurumunu ortadan kaldırmak veya özelleştirme olmayacaktır. Bu güne kadar yapılan özelleştirmeler bunu bize kanıtlamıştır. Özelleştiren kurumlar da zorla gösterilen güler yüz, elbetteki, borcunu ödeyemeyenlerden esirgenmektedir. Oysa aynı işler kamudayken, zaten zor durumda olan bu insanlara bazı memurların daha güler yüzlü davranıp, ezikliklerini azaltmaya çalıştığını da biliriz. Evet, şöyle diyebiliriz özelleştirme efsanesi için; Ne kadar güler yüzlü soyuyor bizi değil mi? Ah biz de özelleşsek. Her şey şöyle vatandaşa paralı yapılsa… Paralı ama güler yüzlü… Güler yüz ücretini ödeyerek…
Özel sektör kar için çalışır. Bir yandan çalışanların özlük haklarını kısarken bir yandan da verdiği hizmetlere zam yapmanın yollarını arar. Normal yollardan zam yapamazsa hileli yollardan zam yapar. Bir şekilde karını maksimize etmeye çalışır. Onun var olabilmesinin tek yolu büyümektir. Büyümediği zaman yatırımcıların kaçmasına neden olur. Büyüyebilmek, daha fazla, daha fazla kar edebilmek demektir.
Burada şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, özelleştiren bir kuruluş artık karını arttıramayacağı yerlere yatırım yapmaz. Bunun anlamı şudur, bazı hizmetlerin üstün körü hale gelmesi, bazı küçük yerlere yeterince hizmet gitmemesi…
Peki çözüm nedir?
Aslında şurada anılan sorunların tümünün kökeninde mevcut devlet memurluğu rejimi vardır. Öyleyse çözümü de mevcut rejimin neden bu kadar fazla soruna yol açtığını anlayarak çözümleyebiliriz.
Mevcut hükümet ve diğer kapitalist liberalizm yanlılarının bu rejimi değiştirmek adına yaptıkları önerileri değerlendirelim önce. Performansa göre maaş uygulaması önerisi çözüm olabilir mi? Yani daha fazla çalışan daha fazla maaş alsın, daha az çalışan daha az maaş alsın… Kulağa hoş geliyor gerçekten de. Peki performansımızı kim ölçecek ve hangi kriterlere göre belirlenecek performanslar? Evet amirler belirleyecek. Tabii ki tamamen sübjektif ve yorumlanabilir olan kıstaslar üzerinden. Biz makine üretmiyoruz, hizmet üretiyoruz. Yani sonuçta elle tutulur bir şey değil bu. Öyle bile olsa, ben hiçbir fabrikada işçiler arasında böyle bir performans uygulaması duymadım. Ancak hizmet üreten pek çok kurumda prim uygulaması vardır, bu da kara yapılan katkı üzerinden olur. Devlet Kurumları karlılık esasına göre de çalışmaz, yani prim uygulaması da anlamsızdır.
Öte yandan daha önce belirttiğimiz bir durumu tekrar hatırlatalım. Devlet memurları çalışan, çalışmayan ayrımına tabi tutulmaz… İktidara yakın olan, olmayan ayrımına tabi tutulur ki, bu bizim sürekli ‘nemalı işler’ dediğimiz, memura ek gelir sağlayan bazı işlerin paylaştırılmasında kendini gösterir. Bu işlerin gediklileri vardır. Çoğunda iktidar d
eğişmedikçe, hatta bazen iktidar değişse de bu ek gelir sağlayan işler hep aynı kişiler tarafından görülür. Böyle bir işe örneğin bir KESK üyesinin gittiğini görmek zordur. Gidiyorsa da bunun KESK üyesi olmasının üstüne çıkabilen bir özellikle ilgili olduğunu biliriz.
‘Nemalı işler’in paylaştırılması konusunun böyle olması, memuriyetin siyasi ilişkilerle iç içe girmişliğinden kaynaklanmaktadır. Ve performans kriterlerinin memurların değerlendirilmesinde nasıl kullanılabileceğinin de ip uçlarını barındırır aslında…
Bu süreci böylesine ayrıntılı anlatmak, bu çözüm önerisinin ne kadar abes olduğunu göstermekle kalmıyor, bize kendi önerimizi nasıl şekillendirebileceğimizin de ip uçlarını sunuyor aslında. Dikkat edilirse, sorunun ana nedenleri oldukça politik bir işte çalışan devlet memurlarının politik savunma mekanizmalarından arındırılmış olmasıdır. Üç önemli önlem, hem devletin işlerliğini arttırıp, hem de devlet memurunun hizmet kalitesini yükseltebilir diye düşünüyorum.
1- Devlet memurlarının politik araçları olan dernek, oda, sendika gibi yapıların işlevli hale getirilmesi ve güçlendirilmesi memurun kendini siyasi otorite karşısında güçlü hale getirmesini sağlayacaktır. Özellikle sendikaların, iş (hizmet) kolu bazında grev ve toplu sözleşme yetkisi ile donatılması amir baskısı dönemini sona erdirebilecek, memurlara özgüven kazandıracaktır.
2- ‘Halkın refah ve mutluluğu’ kavramının, ‘Devletin güvenliği’ kavramının yerini alması, memurun devlet memurluğundan, halk memurluğuna geçmesini sağlayacaktır. Yani, memur devlet için değil, vatandaş için çalışmaya başlayacaktır. Dolayısı ile vatandaş memnuniyeti, iktidar, amir beğenisinin önüne geçecektir.
3- Ademi merkeziyetçilik ve özerklikle, memurların lokal olarak gereksinimlere göre atanması sağlanacaktır. Bu durumda memurlar merkezin değil, yerelin memuru olarak vatandaşa daha yakın olacak, atamalarda siyasi etkiler daha az yaşanacaktır. Amirlerin belirlenmesinde yerel olarak sorumluluk alan yapılar, kendilerini vatandaşa karşı daha fazla sorumlu hissedebilecek, yaptıkları yanlışların etkilerini daha doğrudan yaşayabilecek olduğundan, siyasi isteklere ket vurulabilecektir.
Özetlersek; devlet memurlarının olumsuz davranışlarının memurlardan kaynaklandığını söylemek, onların kişiliklerine kusur bulmak, yada memurları tek başına davranan, her türlü yetki ve sorumluğun sahibiymiş gibi görüp, bürokrasinin tüm sorumluğunu memurların üzerine yüklemek kolaycılığı bir moda haline geldi. Ancak tüm bunlar gerçeklerle alakalı değildir. İşin gerçeği devlet memurları Sami Selçuk’un diliyle ‘Vicdanı ile cüzdanı arasına sıkışmış…’, amirlerinin taleplerini yerine getirmek zorunda olan, tamamen siyasetin etkisi altında olduğu halde, hiçbir siyasi mekanizmanın içinde yer alamayan bir işçi kategorisi durumundadır. Ve sorunların çözümü de siyasi etkilerden kurtulmak, kendini ifade edebileceği siyasi alanların güçlenmesi olacaktır.
*Mehmet Ufuk PEKER
Tarım Orkam-Sen İzmir Şubesi
İş yeri Temsilcisi