9 Ekim1967, 39 yıllık yaşantısına koca bir insanlığı, başkaldırıyı, özveriyi, isyanı, devrimi, zaferi ve yenilgiyi sığdıran Ernesto Che Guevera’nın katledildiği gün. Daha dün gibi, oysa ki kırk yıl geçmiş. Latin Amerika’yı motosikletiyle baştan başa dolaştıktan sonra, Guatemala’da ABD işgaline karşı mücadele eden devrimcilerin kavgasına ortak olan, 30 yaşında Commandante olan Che Guevera. Meksika’da Kübalı devrimcilerle […]
9 Ekim1967, 39 yıllık yaşantısına koca bir insanlığı, başkaldırıyı, özveriyi, isyanı, devrimi, zaferi ve yenilgiyi sığdıran Ernesto Che Guevera’nın katledildiği gün.
Daha dün gibi, oysa ki kırk yıl geçmiş.
Latin Amerika’yı motosikletiyle baştan başa dolaştıktan sonra, Guatemala’da ABD işgaline karşı mücadele eden devrimcilerin kavgasına ortak olan, 30 yaşında Commandante olan Che Guevera.
Meksika’da Kübalı devrimcilerle ve Fidel Castro ile birlikte devrime önderlik eden, Küba devrimini zafere ulaştıranlar arasında tarihe ismini yazdıran 32 yaşında Havana iktisat Bakanı olan Arjantinli doktor CHE GUEVARA.
Bakanlık koltuğunu terkederek yine devrime kulaç atan, 39 yaşında Bolivya’da bir gerilla lideri olarak ölüme kucaklayan ERNESTO CHE GUEVERA.
Gençlik demektin bizim için. İnsanlık onuru demektin. Devrim demektin. Devrime inanç, halklara, insanlığa saygı demektin.
Kırk yıl sonra bugün daha da anlamlısın. Bugün çaktığın kıvılcım ateşe dönüşmekte, katledildiğin Bolivya’da, Latin Amerika’da, dünyanın farklı bölgelerinde DEVRİM ATEŞLERİ yeniden yakılıyor..
Selam olsun sana, selam olsun devrim ateşini yeniden tutuşturanlara.
1960’lı yıllar. Vietnam direnişiyle, Latin Amerika devrimci mücadeleleriyle, Küba devrimiyle, Ho amcayla, Fidel Castro ile, Che Guevara ile soluk alıp verdiğimiz yıllar.
1960’lı yıllar. Küba devriminin yaşandığı, Ho Shi Minh liderliğindeki kendi küçük, yüreği büyük Vietnamın, azgın ejderha ABD’yi dize getirdiği yıllar. Efsenaleşmiş Ernesto Che Guevera’nın Latin Amerika’yı karış karış dolaşarak devrim örgütlediği yıllar. Küba’nın Castro önderliğinde ABD emperyalizmine meydan okuduğu yıllar.
Vietnam ve Küba, halk savaşlarıyla -Filistin ve Latin Amerika direnişlerinden etkilendiğimiz yıllardı. 68’liler ve o dönemin devrimcileri için, Ho Amca, Che, Castro ve Giap gibi isimler, Güney Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi, Küba devrimi, Filistin Kurtuluş Mücadeleleri, büyük bir anlam taşıyordı.
Tüm dünya işçi ve öğrenci hareketleriyle çalkalanıyor, Vietnam halkının ABD’li işgalcileri bozguna uğratması umutlarımızı canlandırıyordu. Örgütleniyorduk, tartışıyorduk. “Sömürü karşıtlığı”, “emeğin kurtuluşu”, “tam bağımsızlık” tartıştığımız konulardı.
Ülkemiz bağımsızlığını yitirmişti. 1. Kurtuluş savaşıyla kapıdan kovulan emperyalizm bacadan tekrar girmişti yurdumuzda. Amerika’yla yapılan ikili anlaşmalarla ülkemizin savunması, eğitimi, üretimi, ticareti bütünüyle Amerika’ya bağımlı hale getirilmişti. Sayıları 108’e yükselmiş ve Türk generallerinin bile giremediği Amerikan üsleri, herhangi bir savaşta Türkiye’yi açık bir hedef noktası haline getirebilirdi.
Türkiye NATO’nun, ABD’nin silah deposu olmuş, Barış Gönüllüleri adı verilen casuslarıyla, misyonerleriyle CIA Türkiye’ye dolmuştu.
İsyan ediyorduk bu duruma, emperyalizme ve işbirlikçilerine başkaldırıyorduk.
Limanlarımıza gelen Amerikan 6. Filosu erlerine göz açtırmıyor, gemilerden inmelerine izin vermiyor, inebilenleri denize atıyorduk.
Devrimci gençlik olak hızla örgütleniyorduk. DEV-GENÇ, grevlerde, işçi direnişlerinde, üretici mitinglerinde, toprak işgallerinde, emekçi halkla birlikte oluyordu.
Denizler, Hüseyinler Filistin’e giderek Filistinli devrimcilerle birlikte, omuz omuza Siyonistlere karşı savaşıyorlardı.
İşçiler hızla sendikalaşıyor, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK kuruluyor, Türkiye İşçi Partisi 15 milletvekiliyle parlamentoya girmeyi başarıyordu.
1 Mayıs Kutlamalarına yarım milyon emekçi katılmaktaydı. İşçiler 15 -16 Haziran büyük işçi direnişiyle, kazanılmış haklarını korumak için meydanlara çıkıyor, polis-asker barikatlarını aşarak güçlerini gösteriyorlardı.
Evet o yıllar, Küba devriminin, Vietnam halkının görkemli direnişinin tüm dünya işçi sınıfı ve halklarının olduğu gibi Türkiye işçi sınıfı ve halklarının da özgüvenini yükselttiği yıllardı.
“Ho Ho Ho Si Minh / İki-Üç Daha Fazla Vietnam/ Ernestoya Bin Selam” sloganının hep bir ağızdan haykırıldığı yıllardı.
Çoğumuzun Che’ye özendiği, Che gibi giyindiği yıllardı o yıllar.
Bizim de Che’lerimiz vardı. Bizim de Che’lerimiz oldu. Bizim de Denizlerimiz oldu…
Evet 60’lı yıllar.
Aynı zamanda ölümün Ernesto Che Guevera’yı Bolivya’da 9 Ekim 1967 de yakaladığı, Türkiye’de Vedat’ların, Taylanların ve diğer devrimci gençlerin öldürüldüğü acılı yıllar.
Tüm acılara rağmen Che’nin
“Ölüm Nereden Ve Nasıl Gelirse Gelsin…
Savaş Sloganlarımız Kulaktan Kulağa Yayılacaksa
Ve Silahlarımız Elden Ele Geçecekse
Ve Başkaları Mitralyoz Sesleriyle ve de
Savaş Ve Zafer Naralarıyla
Cenazelerimizde Ağıt Yakacaklarsa
ÖLÜM HOŞGELDİ SEFA GELDİ” sözleriyle, ÖLÜME MEYDAN OKUNAN yıllar.
Devrimcilerin emekçilerle buluşmasından ürken egemenlerin, bunu engellemek istediği yıllar. CIA’sıyla, kontrgerillasıyla, kurulan tuzakların, düzenlenen provakosyonların, katliamların, darbelerin gerçekleştirildiği yıllar.
Devrimci gençlik önderlerinin, Denizlerin, Hüseyinlerin, Yusufların, yasadışı, emirle kurulan ve karar veren yetkisiz askeri mahkeme kararlarıyla idam edildikleri günler. Gençlerin, sokak ortalarında, dağ başlarında yargısız infazlarla, katledildikleri yıllar. Sosyalistlerin, demokratların, aydınların, işkenceden geçirildiği, zindanlara atıldığı yıllar.
Buna rağmen, devrimci mücadelenin önlenemediği, ABD’nin “oğlanlarına” daha kanlı, daha faşist, daha acımasız 12 Eylül Faşist darbesini yaptırmak zorunda kaldığı yıllar.
Ve Sosyalist Bloğun çözüldüğü, Sovyetler Birliği’nin dağıldığı, “Sosyalizm bitti” yalanının pompalandığı karanlık günler. Tek sosyalist devlet olarak kalan Küba’nın da artık sosyalist ilkelerden vazgeçeceği, reformlara giderek, Küba’nın da Glasnost (açıklık) yeniden yapılanma politikasını uygulayacağı beklentisinin yayıldığı günler.
Bu karanlık günlerde de umut ışığımızdı Küba. Şunları diyordu Fidel:
“Küba dışında herkes hergün devrimin kaç günü kaldığını hesaplıyordu. Sosyalist bloğun çökmesinden beri, SSCB’nin dağılmasından bile önce, dünya hergün Küba Devrimi’nin yokolduğu haberlerini bekliyordu. Her türden kehanet vardı. ABD’nin yanıbaşındaki bu kadar küçük bir ülkenin nasıl dayanabildiğine şaşırıyorlardı”
Fidel’e göre “Küba sadece Latin Amerika için değil, bütün 3. Dünya ülkeleri için bir siper, tüm dünyada doğru, ilerici ve devrimci fikirleri koruyanlar için bir kale” haline gelmiştir.
Evet bugün bu kale dimdik ayaktadır ve Che yaşamaktadır.
Bugün gerilemekte olan, çökmekte olan, bunalımda olan, Küba değil, emperyalizm, özellikle de ABD emperyalizmidir.
ABD, yaşadığı bunalımı aşabilmek, dünya jandarmalığı konumunu pekiştirmek için daha da saldırganlaşmaktadır. Afganistan ve Irak ilk hedef olmuştur. Somali’ye saldırmaktadır. İran, Suriye, Yemen, Sudan, Libya, Endonezya, Filipinler gibi birçok ülke ABD emperyalizminin hedef tahtasında yer almaktadır.
Irak’ın işgaliyle Büyük Ortadoğu Katliamına dönüşen, ABD’nin Büyük Ortadoğu projesi, İsrail’in devreye sokulmasıyla Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmiştir. Emperyalizm; çocukları, yaşlıları, kadınları, masum insanları katletmekle yetinmemekte, şehirleri ülkeleri yok etmektedir. Irak’ta katlettiği insan sayısı bir milyon kişiyi aşmıştır. Ortadoğu harit
ası, yeniden kanla çiziliyor. Irak’tan sonra, Türkiye’de, İsrail’in yanında ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki jandarması statüsüne sokulmak, kan gölünün ortasına sürülmek istenmektedir.
Ama bugün, Küba, her türlü olumsuzluğa, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından yaşadığı tüm siyasi ve ekonomik zorluklara rağmen sosyalizme sahip çıkmaya, Latin Amerika ve tüm dünya halklarının umudu ve antiemperyalist mücadelenin sembolü olmaya devam ediyor.
ABD’nin uyguladığı abluka koşullarına ve Küba karşıtı çetelerin tüm çabalarına rağmen halkın 49 yıldır sosyalizmin kazanımlarına sahip çıkmaya devam ettiği Küba’da, başta eğitim ve sağlık olmak üzere pek çok alandaki başarılar, bugün çoğu gelişmiş ülkenin bile sahip olduğu düzeyin çok ilerisinde.
Küba Halkı ve önderi Fidel, insanlık onurunu, sosyalizm bayrağını gönderde tutmaya devam ediyor. Dünya halklarına moral kaynağı olmaya devam ediyor.
Bugün artık Küba yalnız değil.
Küba, ABD’ye direnen Latin Amerika halkları ile, Irak’ta, Afganistan’da, Somali’de ABD işgaline ve vahşetine karşı koyan direnişçilerle, dünyanın her yanındaki sosyalistlerle birlikte yoluna devam ediyor.
Evet Che hala yaşıyor ve Küba “iyi gidiyor”.
Venezüella’da, Bolivya’da yükselen sesler Che’nin sesidir. Bu ses Latin Amerika’nın ABD’nin emperyalist projelerini uyguladığı bir arka bahçe olmayacağını müjdeliyor.
Tüm bu gelişmeler Türkiye’yi de kaçınılmaz olarak etkilemektedir.. Amerikasız, Avrupasız, IMF’siz, özelleştirmesiz olmaz diyenlere “nasıl olur”u gözler önüne sermektedir.
Yurtseverliğin, sosyalizmin Türkiye’de de “iyi gitmesi” için olanaklar vardır. Sosyalizm bayrağı ülkemizde de daha yükseklerde dalgalandırılmalıdır. Che ülkemizde de yalnızca anılmamalı, yaşatılmalıdır.
“İyi gidenlere” selam olsun.
Che’ye, Che’yi yaşatanlara selam olsun.