Sınıf mücadelesi bağlamında soldan sağa dönenlerin ahlaki ve ideolojik/politik sapma içinde olduklarından, ideolojik/politik sapmanın ezilen sınıf saflarından ezen sınıf safına geçmek olarak somutlandığından, döneklik menzilinde son durağın emperyalist burjuvaziye biat etmek olduğundan, dönek ahlakının aldatma, ikiyüzlülük, sadakatsizlik ve ihanet olarak tanımlandığından, ahlaki sapmanın menzilinin Sigmund Freud’un uzmanlık alanına kadar uzandığından söz ediyorduk. * * * […]
Sınıf mücadelesi bağlamında soldan sağa dönenlerin ahlaki ve ideolojik/politik sapma içinde olduklarından, ideolojik/politik sapmanın ezilen sınıf saflarından ezen sınıf safına geçmek olarak somutlandığından, döneklik menzilinde son durağın emperyalist burjuvaziye biat etmek olduğundan, dönek ahlakının aldatma, ikiyüzlülük, sadakatsizlik ve ihanet olarak tanımlandığından, ahlaki sapmanın menzilinin Sigmund Freud’un uzmanlık alanına kadar uzandığından söz ediyorduk.
* * *
Marks ve Freud
Karl Marks, insanı “toplumsal varlık” olarak analiz ederken, Sigmund Freud “bireysel varlık” olarak incelemişti. Benzetmek gerekirse insanın incelenmesinde Marks toplumun röntgenini çekti, Freud kişiliğin röntgenini çekti. Marks’ın hareket noktası toplumun sosyo-ekonomik yapısı, Freud’un hareket noktası insanın psiko-anatomik yapısıydı. Marks insanın yemek, içmek, giyinmek, barınmak, topluca yaşamak gibi gereksinmelerini başa alırken, Freud, cinsellik ve saldırganlık güdülerini en başa koymuştu.
Freud’a göre, insanın kişiliği id, ego ve süper ego‘dan müteşekkildir. İd, doğuştan gelen cinsellik ve şiddet güdüleriyle, yani libido ile yüklüdür; bu güdüleri tatmin ederek doyuma ulaşma peşindedir. Güdülerin doyurulmaması gerilim ve mutsuzluğa yol açar. Ego, doğuştan gelen cinsellik ve şiddet güdülerini tatmin etmek için elverişli şartları ve zamanı kollar, uygun şartlara ve zamana kadar ‘id’i baskı altında tutar. Süper ego ise, meşruiyetçi ve ahlakçıdır; toplumsal normları gözeterek, uygun şartları ve zamanı kollar; vicdanı temsil ettiği söylenebilir. Yani, id hazcı, ego gerçekçi, süper ego ahlakçıdır. İnsanın yaşadığı nevroz ve psikoz gibi ruhsal rahatsızlıklar, id, ego ve süper ego arasındaki çatışmalardan kaynaklanır. Rahatsızlığı normalleştirmek için bastırma, reddetme, geri çekilme, yansıtma, yüceltme, sorunu entelektüelleştirme gibi savunma mekanizmaları geliştirilir.
Her iki düşünürün de ortak noktası insanın mutluluğuydu. İnsanın temel gereksinmelerini yemek, içmek, giyinmek, barınmak diye sıralayan Marks insanın mutluluğu ancak geleceğin eşitlikçi sınıfsız toplumunda yakalayabileceğini savunuyordu. Temel güdüleri cinsellik ve saldırganlık olarak gören Freud’un tezlerinden çıkan sonuç ise, ahlak ve meşruiyet kaygısının henüz oluşmadığı ilkel toplum döneminde insanların mutlu olduklarıydı.
Freud’un analizi, insanın evriminde sosyal var oluşu ihmal ettiği için ardıllarınca bile eleştirildi. Frankfurt Okulu’nun kimi üyeleri, Marks ile Freud arasında köprü kurmayı denediler. Erich Fromm’un çalışmaları dikkate değer sonuçlar da üretti.
Döneklerin yeni peygamberi
Döneklerin saf değiştirdikten sonraki peygamberi Freud olmaktadır. Zaten Marks’ı da bilim insanı değil peygamber bellemişler, imanları zayıf olduğundan ihtiyaçları kalmadığında başka peygamber aramışlardır.
Bulunan yeni peygamber Freud’dur. Ne ki, Marks’ı nasıl eksik ve kabaca anladılarsa Freud’u ondan da kaba ve eksik anlayıp benimsemişlerdir. Döneklerin, vicdanı, yani süper egoyu sıfırlayan söylemi ve sapkınlığı, Freud’u mezarında diriltip isyan ettirecek düşüklüktedir.
Dönek ahlakının ikiyüzlülük üzerine kurulu olduğunu söylüyorduk. “Gündüz devrimci, gece evrimci” (Ertuğrul Özkök) bir riyakârlık yani. Hasan Yalçın’ın adlandırmasıyla dönekliğin çukurundaki bir “sapı silik” de bireysel kütüphanesinde Marks’ı arkaya itip Freud’u öne çıkardığında ikiyüzlülükten kurtulduğunu söylüyordu:
“Marks‘ın kitabını kütüphanenin en ‘cezalı rafı’na; ‘yoldaşlardan’ daima gizlemek zorunda kalmış olduğum Freud’ün cildini de kütüphanenin en ön rafına koymak cesaretini gösterdiğim gün, şükür ki şükür, riyakarlık bitti! Özgürlüğünü prangalarını parçalayarak elde etmiş bir Roma kölesi gibi, meydan okuyarak, artık kendi ahlak tanımıma sadık biçimde yaşamaya başladım.” (Hadi Uluengin, Hürriyet, 2 Aralık 2001)
Doğrusu, rüzgârın soldan estiği dönemde Marks, bireysel kütüphanelerin başköşesindeydi; ama, Freud yasağı, döneğin uydurmasıdır, ahlaki zafiyetin başka bir tezahürüdür. Ezilen sınıf safından ayrılmakla özgürleştiğini savlaması, kendisini “özgürlüğünü prangalarını parçalayarak elde etmiş Roma kölesi” yerine koyması, meydan okumaktan söz etmesi, aşağılık kompleksinin yeterli işaretidir. (Ayrıntılı bilgi için, Hasan Yalçın’ın Dönekler adlı kitabına bakılabilir.)
Freud, döneklerin yeni peygamberidir ve Marks’ı nasıl eksik ve kabaca anladılarsa Freud’u ondan da kaba ve eksik anlayıp benimsemişlerdir. Vicdanı temsil eden süper egoyu neredeyse sıfırlayıp id ve egoyu serbest bırakmışlardır. Geriye, hiperaktif, dizginsiz bir saldırganlık ve kimilerinde pedofiliye varan düşüklükte cinsellik kalmıştır.
“En iyi sağcı soldan dönendir”
Saldırganlık, terk ve ihanet ettiği yol arkadaşlarına ve emekçi sınıflaradır. Çünkü, dönekten ilk beklenen, düzeni emekçi sınıflar lehine kökten değiştirme fikrini itibarsızlaştırmak ve dönekliği kutsamaktır. Onlar da öyle yaparlar. Sığındığı yeni yere yaranmak için çöp sepetini boşaltır gibi vicdanını boşaltıp eski dostlarına saldırırlar. Saldırırken tam da Freud’un tanımladığı türden bir savunma ve kendini haklı çıkarma mekanizması geliştirirler.
Yeni bir ahlak ve kimlik edinmekle, saf değiştirmekle yanlışlık yapmamışlardır. Yanlış olan “dogmatik sol” mücadeledir, kendilerince yanlıştan arınmışlardır. Artık farkındadırlar ki, devrimcilik bir hastalıktır! “Bu anlamda solun psikolojisinin çok iyi bir rehabilitasyona ihtiyacı var. Psikolojik rahatsızlıkları var solun. Bu da çok anlaşılır bir şey. Genellikle ezilen insanlar sola geliyor.” (Eski TKP Genel Sekreteri Nabi Yağcı, Referans, 17 Ekim 2005)
Sol mücadele, psikolojik rahatsızlıklarla yüklü cinnet mücadelesiydi, topluca cinnet geçirmişlerdi. Memleketin kültürel zenginliği ve hoşgörüsüyle sarhoş olacak yerde, devrimcilik adına köylülüğe ve taşralığa teslim olmuşlar, aşk ve kadın sözcüklerine yasaklı bir hayat sürmüşlerdi. “Başkaldırı” ile “vedalaşmak” ve “Ruhumuzu daraltan demirperdelerden kurtulmak gerekiyordu” (Ertuğrul Özkök).
Sonunda kurtuldular! Cinnet geçirenlerin, darbe yapıp zulmedenler, zindana atanlar, asanlar, bütün topluma deli gömleği giydirenler değil, “insanlar eşit, özgür, bağımsız olsunlar” diye hayatlarını verenler olduğunu söylemekle, dönekliğin kurtuluş olduğunu propaganda etmekle görevlidirler artık. Darbe ile gözleri açılmıştır. Kendilerini kurtaran darbeye şükran borçludurlar. “Benim de aralarında bulunduğum çok sayıda insanın hayatı bu müdahale sayesinde kurtulmuştur.” (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 23 Ağustos 2003)
Döneklerden beklenen ikinci hizmet, sol bir jargonla sermaye düzenini kutsamaktır. O hizmeti de eksiksiz yerine getirirler. Değişimin bayrağı artık işçi sınıfının değil, burjuvazinin elindedir; en ilerici parti ANAP ya da AKP’dir (aslında iktidarda hangi parti varsa odur), en ilerici siyasi lider de Turgut Özal ya da Tayyip Erdoğan’dır!
“Kasımpaşa’dan mezun Tayyip Erdoğan; Hegel, Sartre, Derrida okullarından mezun Fransız ve Alman siyasetçilerinin önüne mi geçiyor?” (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 31 Ocak 2004)
“Bugün kapitalizmin küreselleşme sürecine gelmesiyle üretim güçleri büyük bir sıçrama gösterdi. Mark
sizm üzerine konuşup da antiküresel olmayı hiç anlamıyorum. (…) Kim değişimi istiyorsa, onlar değiştirici güçtür. Türkiye’ye dönersek… Bugün AKP değişim istiyor. Evet, değiştirici güçtür işte.” (Nabi Yağcı, Referans, 18 Ekim 2005)
“AKP’yi kesinlikle samimi buluyorum. Bir vatandaş olarak bakıyorum ve ikircimsiz destek veriyorum.” (Nabi Yağcı, Referans, 17 Ekim 2005)
Değişimci ve demokrat olan sadece yerli sermayenin aktörleri değildir! Hatta emperyalizm bile demokrattır artık! Hele AB’yi savunmadan sol olmak bile imkânsızdır!
“Sol olduğum için AB’yi hararetle destekliyorum. Kendimi düne göre daha çok solcu hissediyorum, bugün Marx’ı daha iyi anlıyorum ve bir solcunun AB üyeliğini desteklemesi gerektiğini düşünüyorum. (…) Türkiye’de AB’ye tam üyeliği savunmadan sol olunamaz. Bu ülkede iç dinamiklerin demokrasiyi ileriye taşıyamadığını herkes görüyor. Eğer iç dinamikler yeterli olsaydı, bu ülke 12 Eylül rejiminin altında 20 yıl yaşamazdı. Ama bir gecede uyum yasaları çıktı. Bunu iç dinamikle mi açıklayacağız şimdi?” (Yağcı, Radikal, 24 Ekim 2005)
Zaten emperyalizmi sömürü düzeni sanmak da yanılsamadır. Bağımsızlık hareketleri silah fabrikatörlerini zengin eden sözde kurtuluş hareketleridir. Türkiye’de yağmanın durmasını Türkler değil, Amerikalılar istemektedir. Türkiye 20’nci yüzyılı ıskalamıştır, ama 21’inci yüzyılı ıskalamasına izin verilmeyecektir. Türkiye, ABD ve AB eliyle demokratikleştirilecek ve Ortadoğu’nun eksen ülkesi yapılacaktır! Enseyi karartmaya lüzum yoktur. (Çetin Altan’ın hemen hemen her yazısı)
Özetle, dönekler, kökünden koparılmış devşirmelerdir, Osmanlı devşirmeleri gibi köklerine balta vururlar. Öyle insafsızca, vicdansızca vururlar ki, sağcılar bile pes demek ihtiyacı duyarlar. 22 Temmuz 2007 seçimi öncesinde CHP’ye transfer olmakla artık ‘solcu’ sayılan İlhan Kesici, eski “sağcılık” günlerinde, “Birader, soldan gelen arkadaşlar liberalizm yarışında bizi bile sollayıp geçiyorlar” demekten kendini alamamıştı. (Aktaran Hasan Yalçın, Dönekler, s: 130)
En becerikli ve şöhretli dönekler eski solcular arasından çıkar. Türk sermayesi 1980’lerde yeni dünya düzenine uyum sürecinde ihtiyaç duyduğu kadroları soldan devşirerek karşılamıştı. “Solda birçok insan, o dönemin yanlışlıklarını itiraf etti. Solun bağnaz kafaları, bu insanlara hemen ‘dönek’ yaftası yapıştırdı. Ne var ki, 1980’li yılların yaratıcı insanlarının çoğu, statükocu solun ‘dönek’ dediği bu insanların arasından çıktı. İslami kesim ise bu itirafları bir türlü yapamadı.” (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 2 Mart 2004)
Döneklik zaten soldan sağadır. En becerikli sağcıyı eski solcular arasında bulacağını egemen sınıf eliti de bilir ve döneğin hakkını verir. “En iyi sağcı soldan dönendir!” (Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, Aktaran Oya Berberoğlu, Akşam, 13 Kasım 2003)
Dönekliğin dibi
İnsan emek rotasından çıkmaya görsün, ahlaki pusulasını da yitirir. Aldatma, sadakatsizlik, ikiyüzlülük ve ihanet, güçlü olana tapınmak, yeterince utanılası bir düşkünlüktür. Değil insan içine çıkmak ve başkalarının yüzüne bakmak, aynaya bile bakmaktan utandırmaya yeterli bir ahlaki düşkünlüktür. Lakin ahlaken düşmenin sonu yoktur. Ezen sınıfla bir olup ezilenin üstüne çullanmak ahlaksızlığının menzili, mülk sahibi sınıfa kaside düzüp yaltaklanmayı, devrimci mücadeleye küfretmeyi, dönekliği ve kurulu düzeni kutsamayı aşıp, döne döne tapındıkları güçte cinsel üstünlük keşfine kadar uzanır. Freud, mezarında isyan etme ihtiyacı duyar.
“Psuedo dönek”, “Erken kıllanmış çocuk” başlığı altında bir okul anısını anlatmaktadır. Sınıfta sakalı erken çıkmış bir çocuk ve bir de Amerikan pazarından giyinen “altın saçlı çocuk” vardır. Erken kıllanmış çocuk her fırsatta “altın saçlı çocuk”la alay etmektedir. “Birden pantolonunun düğmelerini açtı, organını çıkarıp altın çocuğa gösterdi. Bu sapık hareket karşısında hepimiz donup kalmıştık. Ben az daha tabureden düşüyordum. İşte o an, altın çocuğun gözlerini fark ettim. Gözlerinde o zamana kadar hiç görmediğim bir ateş yanıp söndü. Günler boyu sakin bir biçimde kötü adamın gaddarlıklarını izleyen Gary Cooper gibi, intikam saatinin geldiğine inanmıştı sanki. Gözündeki o ateşle erken kıllanmış çocuğa baktı. Sonra elini pantolonunun önüne attı. Pantolonu amerikandı ve fermuarlıydı. Yavaş bir hareketle onu açtı ve organını çıkardı. Organı, erken kıllanmış çocuğunkinin iki katı büyüklükteydi. Erken kıllanmış çocuk o gün bitti.” (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 1 Nisan 2001)
Solculuğu ve dönekliği gibi bu anısı da sahte olabilir. Ama malum, doğru ya da yanlış, bu coğrafyada erkeklik tabudur. Dönek, güce ve gücün organına tapınırken sözüm ona bu yerel tabuyu yıkmaktadır. Ve elbette tabu yıkarken yalnız değildir. Kıdemli dönek de, sözüm ona fıkra anlatırken benzer şekilde kendince tabu yıkmakta, gerçekte ise devşirmeler gibi köklerine balta vurmaktadır.
“Eski bir eczane fıkrası vardır. Prezervatif almak için eczaneye gelen bir Afrikalı; derdini anlatamayınca, erkeklik organını tezgahın üstüne çıkarıp yanına da parasını koyar. O sırada bir kovboy girer eczaneye ve Afrikalı’yı organ yarışı yapıyor sanarak; o da, kendi organını çıkarır tezgahın üstüne ve alır parayı… Kovboyunki daha büyükmüş. Bazılarınınki daha büyük olur bazı yerlerde… Anlarsınız ya…” (Çetin Altan, Sabah, 15 Mart 2002).
İnsan emek rotasından çıkıp dönmeye görsün, ahlaki pusulasını da yitirir. Lakin döneklikte ahlaken düşmenin, vicdansızlaşmanın sonu yoktur. Tapındığı güce cinsel üstünlük yakıştırmanın ötesinde, hard-porno ve sübyancılığı savunacak derecede soysuzlaşır.
“Bence biz büyüklerin çocuk pornosunu neredeyse ‘insanlığın tanıdığı en büyük suç’ haline getirişimizin altında yatan psikolojiye dikkatle bakmamız lazım. (…) Mevcut cinsel ahlak çocuk bedeninin arzulanmasını en büyük cinsel suç olarak görüyor. Ben, arzunun bu lanetlenişini haklı bulmuyorum. Yani, insanların çocuklara zarar vermedikleri sürece ‘sübyancı olma hakkı’nı savunuyorum.” (Gülay Göktürk, Sabah, 9 Ocak 2002)
Her türlü ahlak sınırını aşarak sübyancılığı “hak” ve “özgürlük” olarak gören Gülay Göktürk, bir sonraki yazısında ‘sübyancı olma hakkı’nı düşünce özgürlüğü kapsamında savunduğunu yazacak derecede alçalmış ve eklemişti:
“Ben orada, çocuk pornosuna duyulan tepkinin altında yatan iki ayrı etkeni birbirinden ayırabilmek için, bir soyutlama yapmaya çalışmıştım. Çocukların zarar görmesi faktörünü bir an için bir kenara bırakarak geride kalana bakmak istemiştim. (…) Kısacası benim derdim anlamaktı. Hem sübyancıyı, hem de ‘bizi’ anlamak…” (Sabah, 13 Ocak 2002)
Gülay Göktürk’ün sergilediği rezillik tekil değildir. Köşe yazılarına cinsel içerikli fıkralar serpiştiren (kendi adlandırmasıyla) “Rezil Köpek” Çetin Altan da, Başbakan Erdoğan’ın Bush ile yapacağı görüşmede ele alınacak konulara değinirken, sözüm ona bir sübyancı fıkrası anlatmıştı ki, Göktürk’ün rezilliğinden aşağı kalır değildi. (Milliyet, 11 Ocak 2004)
Döneklik böyle bir şeydir işte. Döndükleri için mi soysuzlaştılar, zaten soysuz oldukları için mi döndüler? İkisi de doğrudur herhalde.
Dönekliğin çukurunda kim bilir başka ne rezillikler, soysuzluklar vardır. Bunca rezil
liğe, soysuzluğa karşın, modern devşirmeler olarak, kitle bilincini zehirleyen iletişim endüstrisinin tepe noktalarındadırlar, başköşelerindedirler. Çünkü “En iyi sağcı soldan dönendir.”
Rahmi Yıldırım
6 Temmuz 2007