Seçim öncesinde düzen partileri arasındaki transferlerin döneklik diye adlandırılmasının yanlışlığından, dönekliğin ezilen sınıf ve katmanların saflarından ezen sınıf saflarına geçiş olduğundan, bu bağlamda dönekliğin soldan sağa geçişi ifade ettiğinden ve devşirme geleneğiyle tarihsel akrabalığından söz ediyorduk. Araya, modern devşirme Ufuk Güldemir’in ölümü girdi. Devşirme arkadaşlarının yaktıkları ağıtların birinde geçen “Öteki Türkiye’de doğdu. Ama sonradan çok […]
Seçim öncesinde düzen partileri arasındaki transferlerin döneklik diye adlandırılmasının yanlışlığından, dönekliğin ezilen sınıf ve katmanların saflarından ezen sınıf saflarına geçiş olduğundan, bu bağlamda dönekliğin soldan sağa geçişi ifade ettiğinden ve devşirme geleneğiyle tarihsel akrabalığından söz ediyorduk. Araya, modern devşirme Ufuk Güldemir’in ölümü girdi. Devşirme arkadaşlarının yaktıkları ağıtların birinde geçen “Öteki Türkiye’de doğdu. Ama sonradan çok sıkı bir ‘Beyaz Türk’ oldu” cümlesi, tam da “Devşirmeler ve dönekler” başlıklı yazının ana fikrine karşılık geliyordu. Kaldığımız yerden devam edelim.
* * *
İtirafçılar
Modern devşirmeler olarak itirafçılara ve döneklere sınıf mücadelesinin her anında ve alanında rastlansa da itirafçı ve dönek devşirimi özellikle darbe dönemlerinde zirveye çıkar.
Darbe dönemleri insanların açıkça av hayvanı yerine konduğu dönemlerdir. Ülke baştanbaşa insanların avlandığı bir avlak haline gelir. Sağ olarak avlanan tutsaklar nezarethane hücrelerinde, mahkeme salonlarında, idam sehpalarında açılan can pazarında itirafçılığa zorlanırken, dışarıda da dönek adayları kuluçkadan çıkmaya hazırlanırlar.
Hayattaki en zalim sınav, tutsak edildikten sonra içine düşülen can pazarındaki sınav olsa gerek. Avlanan tutsaktan arkadaşlarını da avlatması istenir.
Kimisi can pahasına da olsa davasına ve yoldaşlarına bağlılıktan, kimliğinden, kişiliğinden ödün vermez, avcıya yardımcı olmaz. Vahşi işkence tezgâhlarında, “kaçarken vuruldu” ya da “başını duvara vura vura intihar etti” mizansenlerinde canını verir; ama arkadaşlarını ele vermez.
Teğmen Ömer Yazgan, 1982 Aralık ayında işkenceci zebanilerin “Ordu içindeki arkadaşların hakkında ifade ver, idam cezanı bozduralım” teklifini hakaret saymıştı. Ömer, sadece bir ay sonra, 28/29 Ocak 1983 gecesi, doğum gününde idam edildi. Ömer de bütün devrimciler gibi yiğitçe karşıladı ölümü. İdamından 10 dakika önce kelepçeli elleriyle yazdığı mektup 24 yıl sonra ailesine verildi. Ömer ailesine veda mesajında, “Halkımızın yazgısı bu değil. Çok evladını kaybetti. Ama bir gün kazanmayı da öğrenecek. Halkımızın mücadelesi haklıdır, meşrudur. Meşru olmayan, bu zorbaca düzeni sürdürmekten yana olan katillerdir” diyordu.
Hayattaki en zalim sınavda kimisi avcının bildiklerini kabul edip yeni bilgi vermemek, yeni av bölgesi göstermemekle yetinir. Başka yoldaşlarını ele vermemekle sınavı geçmiştir. Yine de avcıya kısmen yardımcı olmakla kimliğinde kişiliğinde bir eksilme hisseder, başkalarını ele vermemekle avunur. Yola devam edeni olur etmeyeni olur.
Zalim sınav kimileri için kalan ömrü boyunca sürecek bir travmaya dönüşür. İşkence ve can korkusuyla çözülen tutsak, kimliğini kişiliğini yitirir. Önüne düştüğü avcıyı yeni avlaklara götürür, başka yoldaşlar avlanır. Dürüstlük ve namus duygusunu hepten yitirmeyeni, arkadaşlarını ele vermenin acısını ömrü boyunca yüreğinde taşır, hep hayatın kıyısında dolanır. Zaten namussuz olanı ise sosyal hayatta her şeyi satacak derecede vicdansızlaşır.
En kahredicisi, çözülmekle kalmayandır. Tutsak jargonunda “itirafçı” olarak adlandırılır. Avcılar ve savcılar ise “gerçekçi” derler.
İtirafçı, işkencenin yılgınlığıyla ya da can korkusuyla geçmişine, yoldaşlarına düşman kesilir, öldüresiye kin ve nefret duyar. Geçmişini kusup arkadaşlarını ele vermekle kalmaz, insani yaradılışını da kusar. Kimliğini kişiliğini avcının emrine verir, avcının hizmetine girer.
İtirafçı artık av değil, avcıdır. Yaban hayatının en gizli patikalarını, en gizli korunaklarını bilen becerikli bir avcı. Aldatıcı ötüşü ve çağrısıyla arkadaşlarını kolayca tuzağa düşüren en zaliminden bir avcı. Aldatıcı çağrısıyla pastanede, postanede, hastanede, yolda yolakta, tanıdığı tanımadığı nice arkadaşını tuzağa düşürür, göz-gez-arpacık hizasına getirir. Tuzakta can çekişen arkadaşına işkence edecek derecede vahşileşir. Arkadaşlarının kanlı kesik başlarını tepsiye dizmenin ödülü olarak estetik ameliyatla yüzü değiştirilir, yeni bir kimlik belgesi verilir. Yeni kimlikli ama kişiliksiz itirafçı, tescilli bir insan avcısı olarak hayata devam eder. Gün gelir, avlayamaz olur. Ya kendisini avlar ya da insani yaradılışı kusup herkese ve her şeye ihanet etmekle yarattığı kin ve nefretin bedelini öder.
* * *
Profesyonel tetikçi itirafçılar
İtirafçının en yeteneklisi egemen sınıfın infaz gruplarında profesyonel tetikçi olur. Çünkü ülke, sınıf savaşında egemen sınıfın her türlü caniliği mücadele yöntemi olarak benimsediği, CIA görevlisi David Galula’nın kuramlaştırdığı “Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı”nın uygulama alanıdır. Özel savaşın eski şefi Tümgeneral Cihat Akyol’un David Galula’dan ilham alarak dediği gibi “Halkı mukavemetçilerden ayırmak için, sanki ayaklanma kuvvetleri yapıyormuş gibi, müdahale kuvvetlerince zulme kadar varan haksız muamele örnekleri ile sahte operasyonlara başvurulması tavsiye edilir.”
İtirafçı, “Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı”nda devlet adına adam öldürme yetkisiyle donatılır. Bir “infaz grubu”nun 1996 yılında “iş kazası”nda suçüstü yakalandığı Susurluk Skandalı sonrasında Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı rapor, “Susurluk olayı nedir?” sorusuyla başlıyordu. Raporda bu soru şöyle yanıtlanmıştı:
“Kasım 1996’dan itibaren faili meçhul olaylar adeta bıçakla kesilir gibi durdu. Susurluk işte budur.”
Rapor’un ileriki sayfalarında faili meçhul cinayetleri “İnfaz grubu”nun işlediğinden söz ediliyor ve “İnfaz grubuna kim emir verebilir?” sorusu da şöyle yanıtlanıyordui:
“OHAL bölgesinde bu karar mercii Başçavuşlara, Komiser yardımcılarına, çok daha önemlisi bu yetki, dünkü terörist yarınki potansiyel suçlu itirafçılara kadar inmiştir. 1996 yılında Kolordu Komutanı’nın her türlü düzensizliğe son vermek için harekete geçmesi, bu adam öldürmedeki keyfîliği bir noktaya kadar önlemiştir.”
Ülke, özel savaşın uygulama alanı, tetikçilerin görevlendirildiği “infaz grupları”nın cirit alanı haline geldikçe, şiddet şiddeti besler. Askeri konvoylara mayın tuzağı, karakollara saldırı, El Kaide tipi eylem, “iyi çocuklar” derken hangisi “ayaklanma kuvveti”nin eylemidir hangisi “müdahale kuvvetleri”nin eylemidir, bilinmez. Sadece yoksul halk çocuklarının kanı dökülür, “şehit” ya da “ölü olarak ele geçirilen” istatistiği kabardıkça kabarır. İşin doğası gereği çeteler de kurulur, gayri meşru kazançlar elde edilir ve paylaşılır. Bu kadarla da kalmaz, ülke, infaz gruplarının cirit alanı olmanın yanı sıra yabancı gizli servislerin kriket ve beyzbol alanı haline de gelir.
İtirafçılar cirit oyuncusudur, tek tek, artık düşman saydıkları eski arkadaşlarını ve onların arkadaşlarını avlarlar.
İtirafçılık sosyal hayatta ve siyasette de geçerli bir olgudur. Egemen sınıf, silahlı mücadele için tetikçi eleman devşirmekle yetinmez, ideolojik/politik mücadele için de eleman devşirir. Devşirme itirafçının bu türüne “dönek” denir. Dönekler entelektüel tetikçidirler, cirit sahasında oynamaktan çok, kriket ve beyzbol sahasında oynarlar.
Peki, niçin dönerler, niçin entelektüel tetikçi olurlar?
Naçizane y
anıtı gelecek yazıya.
Rahmi Yıldırım
15 Haziran 2007