Toplumun devrimci çıkarlarını kendinde toplayan bir sınıf başkaldırdı mı, derhal, kendi özel durumunda, kendi devrimci eyleminin içeriğini ve maddesini bulur: düşmanlarını ezmek, savaşım gereklerinin zorladığı önlemleri almak, ve onun kendi eylemlerinin sonuçları onu daha ileri iter. Kendi özel görevi üzerine hiçbir teorik araştırmaya girmez. (Fransa’da Sınıf Savaşımları, s. 48-49.) Sanayi devrimiyle seri üretime ve fabrika […]
Toplumun devrimci çıkarlarını kendinde toplayan bir sınıf başkaldırdı mı, derhal, kendi özel durumunda, kendi devrimci eyleminin içeriğini ve maddesini bulur: düşmanlarını ezmek, savaşım gereklerinin zorladığı önlemleri almak, ve onun kendi eylemlerinin sonuçları onu daha ileri iter. Kendi özel görevi üzerine hiçbir teorik araştırmaya girmez. (Fransa’da Sınıf Savaşımları, s. 48-49.)
Sanayi devrimiyle seri üretime ve fabrika sistemine geçilme süreci başlamıştır. Yine 1911-14 sürecinde gelişen Taylorizm-Fordizm fabrika istihdamını biçimlendirmiştir.
Ancak günümüzde bu model belirleyiciliğini kaybetmiştir. Son 30 yılda kitlesel bir mülksüzleştirme-proleterleştirme süreci yaşanmıştır. Bu proleterleştirme dünya nüfusunun önemli bir bölümünü kapsayan yeni sömürge köylülüğünü hedef almıştır.
Böylece burjuvazi kapitalist sistemi yeniden yapılandırırken “zorunlu olarak ve bu kez sayısı 2 milyara ulaşan kendi mezar kazıcılarını” yaratmıştır.
Günümüzde uygulanan esnek üretim uygulamaları tam da bu proleterleştirme süreci üzerinden gerçekleşti. Böylece yoksullar yığını olarak tarif edilebilecek olan bu yeni proleterlerin parçalı-dağınık halde bulunmalarını sağlanmıştır.
Taşeronlaştırma, ev eksenli üretim, işçi/işsiz ayrımının belirsizleşmesi vb. Hızla büyüyen, kentlerin yoksul-dış mahallelerinde yaşayan kadın, genç, göçmen, sigortasız-sendikasız çalışan ve yoğun bir şekilde öfkeli bir kitle ortaya çıkmıştır.
Şu anki işçi örgütlenmelerimiz bu yığını temel hedef almadıkça veya hedef alsa da 21.yy.ın tarz-ı hareketini sağlayamadıkça, ya bir ayrıcalık koruma – savunma hareketi olma ya da bu yığınları örgütleyememe sonucuyla karşılaşacak ve bir kısırdöngü yaşanacaktır. Tarihsel olarak da baktığımızda proleterleştirme süreçlerinde işçi sınıfının elde ettiği bütün kazanımlar sermayenin ideolojik-politik-fiziksel şiddeti ile geri alınır ve işçi sınıfının her düzeyde örgütlülüğü ve bizzat öz savunma eylemi bertaraf edilir.
Tam da bu noktada sınıf kimliğinin oluşumunu hatırlamak gerekir. Marx’a gore “bireyler ancak, bir başka sınıfa karşı ortak bir savaşım yürütmek zorunda oldukça bir sınıf meydana getirirler”di.(Alman İdeolojisi, s. 106) Günümüzde basit bir hak alma mücadelesi bile sermayenin yeniden yapılanma ilkelerine bir karşı koyuşu getirmektedir. Bu yüzden sendikalardaki klasik ekonomik mücadele ve politik mücadele ayrımı aşılmalı, sınıf kimliği işyeri (üretim) ve mahallelerde (yeniden üretim) bizzat devlet ve sermayeye mücadele sürecinde tanımlanmalıdır.
Sendikal hareket devletten ve sermayeden bağımsız olarak gelişen, militan-fiili bir mücadele çizgisine sahip olan, çalışan sınıfı tek bir sınıf olarak gören vasıflı/vasıfsız, işi olan/işsiz, tam zamanlı/yarı zamanlı, yerli/göçmen olarak işçileri ayırmayan, üyelerinin aktif katılımına dayalı ve işçi sınıfının bütün toplumsal meseleleriyle ilgilenen, işyeri-işkolu temelinde değil bölgesel temelde örgütlenen, bu anlamda işyeri-mahalleyi içeren ve en basit hak alma mücadelesinin bile sermayenin temel yapılanma ilkelerine karşı olduğu bir dönemde en baştan itibaren rejimi sorgulamaya yönelen bir anlayış – mücadele pratiği içinde olmalıdır.
Sendikaların mahalli düzeyde de örgütlenmesi gerekir diyorsak bunun yükseleceği temel ve biçimler neler olabilir sorusuna yanıt vermek gerekiyor. Mahallelerin sermayenin rant alanı haline gelmesi, sosyal devletin tasfiyesi ile birlikte oluşan erozyon, yoğun bir çocuk/kadın proleterleştirilmesi, işsizlik vb. mahallelerde emek sermaye çelişkisinin temel belirleyen olarak yaşanmasını sağlamıştır. Bu yüzden mahalli düzeyde yapılacak sendikal örgütlenmeler eğitim-sağlık-konut hakkı vb. istemleri de savunmalıdır. Mahalli düzeyde örgütlenme gerçekleştirilebilirse işçi sınıfının eylemi tüm halkın eylemi haline dönüşebilir. Bir bölge hatta bir kent bile bir işyeri haline gelebilir. Böylece işçi sınıfının bugün görece etkisizleşen silahı olan grev, hayatı durdurma olarak yeniden tanımlanabilir. İşyerinde de üretim durur, öğrenci boykotları gerçekleşir, geçimlik iş sahipleri bu greve destek verebilir vb.
Eylem bütün emekçi halkın unsurlarını kapsayacak şekilde organize edilirse, sınıfın mücadele araçları etkisizleşmez.
Mahalli sendikal örgütlenme biçimi ise hukuk, sağlık, işçi eğitimi alanlarında esnek biçimde örgütlenen, küçük sanayi bölgeleri başta olmak üzere işçi mahallelerine yayılan, 3-5 kişilik hareketli – örgütçü ekiplere sahip birimler halinde olmalıdır.
Özellikle konfederal sendikal yapılar için sınıf mücadelesinin olmazsa olmaz biçimi böyledir.
Şimdi son 25 yılda gelişen yeni işçi hareketlerinin bazı biçimlerini incelersek bu hareketlerin (son 30 yılda proleterleşen kitleler tarafından gerçekleştirildiği, bu yüzden geliştikleri ülkelerin işçi hareketleriyle yoğun bir bağı olmadığı ve sosyalist örgütlerinde etki gücünün sınırlı olduğu bir dönemde geliştikleri için) kendi deneyimleriyle öğrenme pratiğine sahip olacaklarını söyleyebiliriz.
Bu yüzden tepkisel (yoğun bir öfkeyi dile getiren hareketler), devrimci ve uzlaşmacı hareketler vb. aynı anda gerçekleşebilecek veya gelişen hareket, zigzaglar halinde bu uğrak noktalarına varabileceklerdir. Ancak bu hareketler kendilerini yenilemeyi çok hızlı da öğreneceklerdir. (Bu yüzden 19. ve 20.yy.da işçi hareketinin mücadelesi göz önünde tutulmalıdır.)
Son olarak yeni işçi hareketleri dört şekilde ortaya çıkmaktadır.
1- Yeni işçi hareketleri son Fransa örneğinde olduğu gibi tepkisel-ilk(s)el hareket olarak ortaya çıkabilir. Sermaye, proleterleştirilen kitlelerin birikim rejiminin disipline uymaları için “ayaktakımı – pislik olarak niteler ve devletin zor gücü vasıtasıyla da bu disiplini gerçekleştirmeye çalışır.
2- Kore, Afrika, Brezilya, Filipinler, Meksika, Hindistan gibi ülkelerde siyasal ve toplumsal dengeleri altüst edecek sendikal örgütlenme biçiminde işçi hareketleri ortaya çıkmaktadır.
3- Sermayenin yeniden yapılanması sürecinde pazar için stratejik kaynakların bulunduğu yerlere yapılan müdahalelerle birlikte yerli halkların yaşayış biçimine ve topraklarına müdahale edilmesi (yoksullaşmaları), yerli halklarında direnmenin-örgütlenmenin yeni biçimlerine yönelmesi
4- İşsizliğin emek rekabeti için temel bir unsur haline getirilmesi ve bu işsiz kitlelerin işgal, özyönetim vb. yöntemlerle mücadele ve direnişi.
Sendikal hareket bütün bu gelişmeleri gözeten, buna emek lehine müdahalede bulunan ve emekle sermaye arasındaki güç ilişkilerini emek lehinde radikal bir biçimde değiştirebilen bir hareket olarak varolabilir. Proleterleştirme sürecinde yaşanan kronik yoksulluk da politik mücadelenin yükseldiği bir zemin olabilir.
Murat Çakır