Üçüncü kez ‘okumak’ ve ‘Manifesto’ okunması üzerin vurgu yapmam yadırganmamalı. Karl Marx ve Friedrich Engels, 1872 tarihli Almanca Baskıya Önsöz’de şunları kaydetmişler: “Son yirmi beş yıl içinde koşullar ne kadar değişmiş olursa olsun, bu manifestoda açıklanmış olan ilkeler tüm doğruluklarını bugün de genel olarak koruyor.” Devamı şöyle: “Manifesto’nun kendisinin de açıkladığı gibi, bu ilkelerin pratikte […]
Üçüncü kez ‘okumak’ ve ‘Manifesto’ okunması üzerin vurgu yapmam yadırganmamalı. Karl Marx ve Friedrich Engels, 1872 tarihli Almanca Baskıya Önsöz’de şunları kaydetmişler: “Son yirmi beş yıl içinde koşullar ne kadar değişmiş olursa olsun, bu manifestoda açıklanmış olan ilkeler tüm doğruluklarını bugün de genel olarak koruyor.” Devamı şöyle: “Manifesto’nun kendisinin de açıkladığı gibi, bu ilkelerin pratikte uygulanması, her yerde ve her zaman mevcut tarihsel koşullara bağlı olacaktır ve bu nedenle, II. Bölümün sonunda önerilen devrimci önlemlere kesinlikle hiçbir özel ağırlık verilmemiştir.”* Şöyle devam etmek, ustalara saygısızlık olur mu: Son yüz bilmem kaç yıl içinde koşullar ne kadar değişmiş olursa olsun, ‘bu manifestoda açıklanmış olan ilkeler’ tüm doğruluklarını bugün de genel olarak koruyorlar. Bana göre, saygısızlık olmadığı gibi gerçeği yansıttığı yinelenebilir. Böyle olduğunu Manifesto’dan alıntılar yaparak görebilmemiz mümkün. Ne var ki, konuyu tam olarak aktarabilmek kaygısıyla alıntıların uzun olması, okumayı hatta anlaşılmayı yavaşlatacağı yönünde endişem var ama gerekli olduğuna kanaati ile bunu seçtiğim için üzgünüm.
Proletaryanın, ortaya çıkışıyla birlikte burjuvaziye karşı mücadeleye başladığını kaydeden ustalar, sınıfın çeşitli gelişme aşamalarından geçtiğini belirterek şöyle sürdürüyorlar: “Başlangıçta tek tek işçiler, sonra bir fabrikanın işçileri, sonra bir yerellikteki bir işkolunun işçileri, kendilerini doğrudan sömüren tek tek burjuvalara karşı mücadele eder. Saldırılarını yalnızca burjuva üretim ilişkilerine değil, bizzat üretim aletlerine yöneltirler; rekabet eden yabancı malları imha ederler, makineleri tahrip ederler, fabrikaları ateşe verirler, ortaçağ işçilerinin ortadan kalkmış olan statüsünü yeniden kazanmaya çalışırlar.” Bu kadar değil; devamı var: “tek tek işçilerle tek tek burjuvalar arasındaki çatışmalar giderek iki sınıf arasında çatışma niteliğini kazanır. Bunun üzerine işçiler burjuvalara karşı birlikler kurmaya başlar;”** Devamı var ama uzatmaya gerek yok. Ne var ki, uzatmadan “her sınıf mücadelesi, siyasal bir mücadeledir” eklemesini yapılmalıdır: “Proleterlerin bir sınıf olarak ve bunun sonucunda siyasal parti olarak örgütlenmeleri …” öngörülüyor. Diğer yandan orta katmanlardan söz ederken de gerici olduklarını ve “tarihin tekerleğini geriye doğru döndürmeye çalıştıkları”*** tespitine yer veriliyor. ‘Tarihin tekerleğini geriye doğru döndürme’ eleştirisi ‘tarih hep ileriye akar’ değişiyle eşanlamlı değil mi? Sakın, dolaylı olarak ‘tarih hep ileriye akar’ diyen ustalarımız da ‘ilerlemeci-pozitivist’**** olmasın! Bay tasnifçi (Cem Ö.) Murat Çakır’ın “tarih hep ileri akar” söyleminden böyle bir yargıya varırken beni de eklemeyi ihmal etmemesinin nedeni anlaşılır gibi değil. Bay tasnifçi burada da duramıyor ve bize yakıştırdığı yaklaşımı kendine has söylemlerle irdeleyerek ‘Hegelci İdealizme’ ulaşıyor: “İşte Çakır’ın ve Akalın’ın Ludizm değerlendirmesi üzerinden ifade ettikleri tarih kavrayışında Hegelci idealizmin izleri net biçimde gözlenmektedir.” Bay tasnifçi burada da duramıyor: “Akalın reformizm arayışı içindedir.”*****
Boşuna ısrar etmemişim ‘okuma zamanıdır’ diye; Manifesto yeniden okunmalıdır diye. Hiç kuşku yok ki Komünist Parti Manifestosu, ‘kutsal kitap’ değil. Bu nedenle hangi dönemde ve hangi somut ihtiyaçlara karşılık yazıldığını göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim, Marx ve Engels de, sonradan yazdıkları önsözlerde, metnin güncelliğini yitiren bazı yanlarını ele almışlardı. Ama merkeze alınanlar hâlâ geçerliliğini koruyor. Bir: Temelde, işçi sınıfının tarihsel çıkarları bulunuyor. İki: Merkezinde, üretim araçlarının özel mülkiyetinin bir işçi sınıfı devrimi aracılığıyla ortadan kaldırılacağı var. Üç: Yine merkezinde sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurma mücadelesi var. Dikkatli okunduğunda, günümüze ışık tutan o kadar çok saptamalar var ki: Küreselleşmeden teknolojinin gelişmesi ve üretim araçlarının çoğalmasına, kafa emeğinin önem kazanmasından aşırı tüketime kadar. Bu başlıklar altında aslında ‘yeni’ dinamikler ve bunlara dayalı ‘yeni’ mücadele yolları arayışı içinde olup da ‘yeni toplumsal hareketler’den; farklı toplumsal ‘kimlikler’den, işçi sınıfının artık bir devrimin öncüsü olamayacağından, siyasal iktidarları ele geçirmenin aslında o kadar da gerekli olmadığından; tersine ‘sivil toplum’un temel alınması gerektiğinden; ‘devletçi’ ve ‘aşırı merkeziyetçi’ sosyalizmin devrinin kapandığından; devlet mülkiyetinden farklı bir ‘toplumsal mülkiyet’ten; jakobenizmin yanlışlığından söz edenlere yanıtlar çok net okunabilir.
Hani ben, bay tasnifçiye göre, ‘reformizm’ arayışı içindeymişim ya! Salt bu nedenle özetle bu konuya da değinmem gerekiyor.
Dünya komünist hareketinin birinci kırılması Paris Komünü ise, ikinci kırılması hiç şüphesiz II. Enternasyonal döneminin sonudur. Paris Komünü deneyimine ilişkin ustaların pek çok söylemleri var; burada ustalarımızın, kaynağımız açısından kaydettikleriyle yetineceğim. Ustalar, Manifesto’nun 1872 tarihli Almanca Baskıya Önsöz’ünde şöyle kaydediyorlar: “Bugün bu program, büyük sanayiin son yirmi beş yılı içindeki sınırsız gelişmesi ve işçi sınıfının bununla birlikte ilerleyen parti örgütlenmesi karşısında, önce Şubat devriminin ve çok daha önemlisi proletaryanın ilk kez iki ay boyunca siyasal iktidarı elinde tuttuğu Paris Komünü’nün pratik deneyimleri karşısında, yer yer eskimiştir.” notunu düştükten sonra ekliyorlar: “Komün, özellikle, işçi sınıfının yalnızca hazır devlet makinesine el koyarak onu kendi amaçları için işletemeyeceğinin kanıtını sağladı.” Bu düsturu bir yerlere kaydediyoruz.
İkinci kırılmaya gelince. Bilindiği gibi II. Enternasyonal, “emek güçlerini gelecekteki mücadele için örgütlemek ve birleştirmek” için kurulmuştu. Bu kuruluşun özelliği, dayanışma ve bilgi alışverişi örgütü olmasının yanı sıra üyeliğin ‘ulusal’ partilere dayanmasıdır. İşte bu ulusallık, Fransa ve Almanya arasında öne çıkarılınca, enternasyonal dayanışma da kırılganlığa uğradı. Bu kırılganlık Birinci Paylaşım Savaşın’nın temel nedenini oluşturdu. Revizyonizm ve reforminizm, Avrupa’da sosyal demokrasinin kitlesel başarısında uluslararası eğilimin sonucu olarak belirdi. Bu eğilimler Fransa ve Almanya’da değişik yol izledi. Birinci Paylaşım Savaşı dönemi Avrupa genelinde bu eğilimlerin mücadelesine de tanıklık etti. ‘Alman Sosyal Demokrat Parti, İkinci Enternasyonal’in büyük umudu ve gücüyken, Enternasyonal, Alman Sosyal Partisi’nin temel ilgi alanı’ olmaktan çıkmıştı. Başarılı seçim kampanyasının dayandığı parti programı, sıradan seçmenin ilgilendiği yurt içi düzeltimler dışında hiçbir şeyden söz etmiyordu ve emperyal Almanya için zorunlu şeylerdi. Zorunlu olma, bu coğrafya için geçerliliğini sürdürmektedir. Geçerliliğini sürdürürken, günümüzde, Avrupa Birliği gibi kalıplara da bürünmektedir. Bu kalıplarla hiçbir bağlaşıklığım olmamıştır.
İkinci Enternasyonel’in izlediği bir diğer çizgi de Lenin’in önderliğinde Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin yoludur ki, bu yol 1917 Ekim Devrimi’ne çıkmıştır. Benim yolumun başlangıcı da burasıdır ve bu yolda örgütlü mücadeleyi sürmekteyim.
Bu yazı uzadı ve iki tire arasında zikredilen ‘yurtsever cephe’ konusu ortada kaldı. Bu konuyu bir başka yazıda ele almayı amaçlıyorum.
*Karl Marx-Friedric
h Engels, Komünist Parti Manifestosu, Almanca’dan çeviren Erkin Özalp, NK Yayınları, Mart 2003, s.51.
**Manifesto, s.17-18.
***Manifesto, s.19.
**** “tarih hep ileri akar”. Bu ifade marksizmin ilerlemeci-pozitivist yorumuna özgüdür ve ana hatlarıyla gerek Çakır gerekse Akalın tarafından benimsenmiştir. Cem Ö. Ludizm Tartışmalarında Marksizmi Savunmak.
***** Cem Ö. A.g.yazı içinde.