Trump yönetimi Ulusal Savunma Strateji önceliklerini Çin’den Amerika Kıtası’na kaydırdı. “Anavatan” (yani ABD) dahildir. Özel odak Latin Amerika’dır
Latin Amerika’nın çeyrek yüzyılı aşkın “kıdemli solcu” rejimlerinden birisi Venezuela’dır. Trump’ın bu ülkeye karşı başlattığı ve Pentagon’un yürüttüğü bazı saldırgan eylemleri bu köşede gözden geçirdik.¹ Kısa zamanda ABD eylemlerinin “uyarma, gözdağı verme” boyutunu aştığı anlaşıldı. Arada geçen iki haftada Batı basınında bu konuda yayımlanan haber ve yorumlar üzerinde bir gezinti ve değerlendirme yapmayı düşündüm.
ABD emperyalizmi son çeyrek yüzyılda çeşitli coğrafyalarda saldırganlaşarak bir dizi kanlı rejim değiştirme operasyonları tasarladı; yürüttü. Belki ilk örneği Latin Amerika’dadır: İki yıllık Küba devrimine karşı Kennedy yönetiminin kalkıştığı Domuzlar Körfezi İşgali…
Fiyasko ile sonuçlanması, sonraki Latin Amerika karşı-devrim girişimlerinde ABD’nin arka planda kalmasına; Şili, Arjantin, Brezilya gibi stratejik ülkelerde yerli işbirlikçilerini (çoğunlukla orduyu) kullanmasına yol açtı.
Son gelişmelere de bu deneyimlerin ışığında bakalım.
Atlas Okyanusu ile Amerika Kıtası’nın Ekvator Kuzeyi ile birleştiği alan Karayip Denizi’dir. Küba, Haiti, Dominik, Venezuela bu denizin önemli ülkeleridir. Orta Amerika Kıtası’nın Doğu kıyıları Karayip Denizi’ne bakar. Meksika’nın Batısı ile ABD Güneyi’ni birleştiren Meksika Körfezi (Trump’ın bu yakınlarda “uygun gördüğü yeni adı ile “Amerika Körfezi”) bu denizin devamıdır.
ABD’nin de yer aldığı bu coğrafyada Pentagon’un operasyon merkezlerinden biri (U.S. Southern Command Area) de yer alır. Sorumluluğuna giren 31 ülkeden biri Venezuela’dır. Eylül ortalarında bu merkez aniden hareketlendi. Venezuela kıyılarında sekiz savaş gemisi ve 4500 askerden oluşan manevralar başlattı. Porto Riko’daki hava üssüne yeni F-35 uçakları yerleştirdi.
4500 asker (Türkiye’den daha büyük bir ülke olan) Venezuela’yı işgal için yetersizdir. Ama Amerika’dan ve Rusya’dan iki güvenilir kaynak (New York Times, 20 Eylül ve Simplicius, 24 Eylül) savaş gemilerinden birinin İHA’lar ve helikopterlerle de donanmış olduğunu ve seçkin bir özel harekât birliğine tahsis edildiğini açıkladı. Ülke-içi işbirlikçilerinin başlatacağı; etkili sabotajlarla da desteklenecek bir gerilla harekâtı içeren ve “rejim değiştirmeyi hedefleyen” kapsamlı bir operasyonun ön-işareti olarak da yorumlandı.
ABD Deniz Kuvvetleri’nin bu gösterişli harekâtı ile eş-zamanlı bir dizi cinayet de işlendi. ABD birlikleri dört sivil tekneyi batırdı; teknelerde yirmi civarında Venezuela vatandaşını da öldürdü.
Bu eylemlerden her birini doğrudan doğruya Trump (bazen Dışişleri bakanı Marc Rubio ile birlikte) duyurdu. Duyuru metinleri herhangi bir somut kanıt içermemektedir. Sadece soyut suçlama iddialarından ibarettir. Üstelik Trump, bu gayri ciddi tutumunu utanmadan böbürlenerek savunmuştur: “Venezuela sularında bundan böyle balıkçı ve gezinti tekneleri ile karşılaşmayacaksınız” (Simplicus, 24 Eylül).
Bu tutumun ciddiye alınması gereken, yeni ve tehlikeli yeni bir savaş doktrini oluşturmakta olduğunu Amerikalı solcu yazar Marc Weisbrot “Trump’ın Venezuela teknelerine saldırısı yeni bir savaş tanımı yapmaktadır” başlıklı bir yazısında vurguluyor (CEPR ve Newsweek, 12 Eylül). Tespitleri, kullandığı örnekler önemli, endişe vericidir.
ABD’nin Venezuela’ya son saldırılarının aşamaları bu yeni savaş anlayışına ışık tutuyor. İlk adım Ocak 2025’te atıldı: Trump bir Başkanlık Kararnamesi yayımlayarak Başkan’a (yani kendisine) uygun gördüğü “uluslararası kartelleri veya benzerlerini” Kongre kararı olmadan Yabancı Terörist Örgüt olarak belirleme yetkisi tanıdı.
Trump Yönetimi’nin Venezuela’daki iki uyuşturucu kartelinin (“Güneşler” ve “Aragua Treni”nin) Başkan Maduro yönetiminde olduğunu belirlediği Ağustos’ta açıklandı. Ne var ki, bu iddiaların tamamen asılsız olduğu; hatta Güneşler Karteli’nin hayalî bir örgüt olduğu sonraları çok sayıda kaynak tarafından da aktarılacaktı.
Venezuela teknelerine uygulanan saldırılar bu yetkinin uygulanmasıdır. Dışişleri bakanı Mark Rubio açıklıyor: “Başkan emretti; biz de engelleme yerine batırdık. Daha da tekrarlayacağız.” Tekneyi batıran saldırının videosu da çekilmiş; TV’lerde yayımlanmış. Trump nedenini açıklıyor: “Teknedeki uyuşturucuların Aragua Treni üyesi olduklarını belirledik. O filmi gördüklerinde ‘bu işi bırakalım’ diyecekler.”
Weisbrot’un “ABD hukukuna, uluslararası hukuka ve anlaşmalara aykırı olduğunu” vurguladığı bu sorumsuz tutumlara en doğru tepkiyi Venezuela İçişleri Bakanı Cabello sorgulayarak gösterdi: “Taşındığı iddia edilen uyuşturucu nerededir? Niçin kimseyi tutuklamadılar? 11 kişiyi öldürdüklerini açıkça itiraf ettiler. Kaybolanların aileleriyle konuştuk. Aragua Treni ve uyuşturucu ticareti ile hiçbirinin alakası yok. Vatandaşlarımıza karşı bir cinayet işlenmiştir.” (Reuters, 11 Eylül)
Emperyalist sistemin ağababası ABD’nin Venezuela’ya karşı bir “rejim değiştirme operasyonu” niyetinde olduğunu (yeni adı ile) Savaş Bakanı Hegseth de açıkladı. Venezuela, halk milislerini seferber etti. İşgal girişiminin bir savaşa dönüşeceği kesindir.
Trump yönetimi Ulusal Savunma Strateji önceliklerini Çin’den Amerika Kıtası’na kaydırdı. “Anavatan” (yani ABD) dahildir. Özel odak Latin Amerika’dır.
Biden döneminde öncelikler Çin ve Rusya idi. Ukrayna savaşında Biden’ın Rusya-karşıtı saplantıları, dünyayı birkaç kere nükleer bir savaşın eşiğine getirdi. Putin yeni nükleer doktrinini birkaç kere ABD’ye hatırlatmak zorunda kaldı; iyi ki kritik adımı atmadı.
Felaket eşiği aşılmadan ABD yönetimi değişti; Trump‘a geçti. Bu dönüşüm bir yandan Venezuela işgalini gündeme getirdi. Öte yandan da Rusya’ya karşı Biden’ın saplantılarını taşımayan yeni başkanın Nobel Barış Ödülü tutkusu Ukrayna’da nükleer felaket olasılığını uzaklaştırdı.
Olası bir Venezuela savaşının trajik sonuçları küçümsenemez. Ama, uluslararası boyuta taşınması herhalde sınırlı kalacaktır. Yine de Chavez’in geçen yüzyıl sonunda gerçekleştirdiği Bolivarcı Devrim’in etkisi, mirası küçümsenemez. Önce Chavez ve sonraki başkan Maduro, devrimci enternasyonalizmi sahiplendiler; petrol gelirlerini Latin Amerika’daki sol/sosyalist rejimlerle belli ölçülerde paylaştılar.
Şu anda (bildiğim kadarıyla) Küba ve Kolombiya’daki sol iktidarlar Venezuela’nın ABD emperyalizmi tarafından saldırılara uğramasına sonuna kadar karşı çıkacaklarını, engelleme göstereceklerini açıkladılar.
Küba, Venezuela’yı destekleyen bir imza kampanyası başlattı. İşgal başlarsa gönüllüleri Venezuela’ya yollayabilir. Komşu Kolombiya’da sosyalist başkan Petro, işgal girişimi olursa ülke sınırlarını ABD birliklerine kapatacağını açıkladı. Venezuela’nın uyuşturucu üretimi ve ticaretine katkısının sembolik düzeyde kaldığını ve Latin Amerika katkılarındaki ezici çoğunluğun Peru, Ekvador, Bolivya ve kendi ülkesi Kolombiya’dan kaynaklandığını ısrarla açıklayan da Petro’dur.
Batı İttifakı’nın Venezuela’ya uyguladığı yaptırımlar arasında bu ülkenin ABD ve İngiliz bankalarında tuttuğu altın rezervlerinin bloke edilmesi de vardı. Bu engellemeyi çiğneyen ülkelerden biri Türkiye oldu. TCMB rezervlerindeki altın birikiminin bir bölümü Venezuela’dan altın ithalatı ile sağlandı. ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı CAATSA’ya katkısı olmuş mudur? Geçen haftaki Trump-Erdoğan görüşmesinde gündeme geldi mi? Bu sorular şimdilik aramızda kalsın.
1 Trump Venezuela’yı işgal edecek mi? – Korkut Boratav (soL)
Kaynak: soL