O alan “dostların arasındayız” duygusunu yaşadığımız kolektif bir ruh kazandı. Fakat karnaval havasında bir 1 Mayıs olması için alabildiğine esnek davranan polisin tutumu bile Maltepe alanının oynadığı rolün önemli bir göstergesiydi. Krizin, savaş ve işgalin, açlık ve işsizlik tehlikesinin öfkesinin sinmediği, uzun yürüyüş kollarının alana varır varmaz o karnavalımsı atmosfer içinde kaybolduğu bu alan, mevcut gerçekliğin ruhuna uygun bir kimya kazanamadı
O alan “dostların arasındayız” duygusunu yaşadığımız kolektif bir ruh kazandı. Fakat karnaval havasında bir 1 Mayıs olması için alabildiğine esnek davranan polisin tutumu bile Maltepe alanının oynadığı rolün önemli bir göstergesiydi. Krizin, savaş ve işgalin, açlık ve işsizlik tehlikesinin öfkesinin sinmediği, uzun yürüyüş kollarının alana varır varmaz o karnavalımsı atmosfer içinde kaybolduğu bu alan, mevcut gerçekliğin ruhuna uygun bir kimya kazanamadı.
Son yılların en yaygın 1 Mayıs kutlamalarını geride bıraktık. İçişleri Bakanlığı’nın “78 ilde 198 etkinlik yapıldı” açıklaması da bunu teyit ediyor. Bu açıdan geniş toplumsal kesimlerin 1 Mayıs’a taleplerini, beklentilerini ifade edecekleri bir anlam yüklediği apaçık ortada. Ruhu nasıldı sorusuna ise her birimiz farklı yanıtlar veriyoruz. Bu kutlamaların en önemlisi “Türkiye’nin nabzı” anlamına gelen İstanbul’da yapıldı.
İstanbul 1 Mayıs’ı “coşkulu, kitlesel bir 1 Mayıs” retoriğiyle hareket eden tüm güçler açısından bir turnusol oldu. Dolgu alan olan Maltepe Etkinlik Meydanı’nda yapılan kutlamaya on binlerce emekçi katıldı. Bu on binlerin krizin somut bir açlık tehlikesine dönüştüğü ya da pandeminin yarattığı toplumsal bunalmışlıkla kıyaslandığında yüzbinlere dönüşememesi “kitlesel ve coşkulu bir 1 Mayıs” tekrarının sahici bir karşılığının olmadığını gösterdi. Maltepe Meydanı bu açıdan önemli bir tartı oldu. Elbette her toplumsal kesimden, bu kesimleri temsil eden her örgütlenmeden katılım itibariyle hayli renkli bir tablo vardı.
Ama belirttiğimiz gerçeklik ve Taksim ısrarından vazgeçmeyi “kitlesel ve coşkulu bir 1 Mayıs” gerekçesine dayandıran kesimlerin savunularının ne kadar temelsiz olduğu da görüldü. O alan yüzbinlerle dolmuş olsaydı ve bu yüz binler talepleri ve öfkeleriyle alanın ruhunu elektriklendirmiş olsaydı bu iddia son derece anlamlı bir gerçeklik kazanmış olacaktı. Fakat gördüğümüz, gerek sahne gerekse bir bütün olarak alanın sınıf hasmımıza verdiği mesajın gelecekteki sınıf kavgamız açısından çok da sağlam bir mesaj olmadığıydı. “Kitlesel, coşkulu bir 1 Mayıs” diyenlerin umduklarını bulup bulmadıklarını bilemiyoruz. Keza o umulandan herbirimiz farklı şeyler anlıyoruz.
Kimisi, kendi gücünü örgütleyerek o alana ne kadar taşıdığını sayısal ifadelerle ölçüp, içini rahatlatıyor ya da bu sınırlardaki beklentisini göremeyince moral bozukluğu yaşıyor; kimisi, 1 Mayıs’ı bir karnaval sınırlarında kodladığı için alanda bu ruh var mı yok mu ölçüyü buradan koyuyor. Kimisi alana ne kadar işçinin geldiğine bakarak içini rahatlatıyor ya da huzursuz oluyor. O işçilerin nasıl geldikleri, 1 Mayıs bilinciyle ne kadar ilişkilendikleri ve o alandan bu bilincin pekişmesi konusunda nasıl ayrıldıkları sorularından ziyade sayısal ölçü önemli olabiliyor.
Sayılar elbette önemli, keza işçi sınıfının gövdesinin ne ölçüde örgütlendiğini gösterir. Fakat bu noktadan baktığımızda bile niceliksel bir sefalet kendisini tekrarladı demek haksızlık olmayacaktır. Birleşik Metal-İş, TÜMTİS, geleneksel bir tekrar olarak Genel-İş -ki onlar da çaplarıyla kıyaslandığında bu soruya sınıftan geçecek bir yanıt oluşturmuyor- dışında alana anlamlı bir işçi kitlesinin taşındığını söylemek hayli güç. Bunun da ötesinde, alandan yaygın deyimle nasıl bir elektrikle ayrıldıklarıdır. Elbette o alan “dostların arasındayız” duygusunu yaşadığımız kolektif bir ruh kazandı.
Fakat karnaval havasında bir 1 Mayıs olması için alabildiğine esnek davranan polisin tutumu bile Maltepe alanının oynadığı rolün önemli bir göstergesiydi. Krizin, savaş ve işgalin, açlık ve işsizlik tehlikesinin öfkesinin sinmediği, uzun yürüyüş kollarının alana varır varmaz o karnavalımsı atmosfer içinde kaybolduğu bu alan, mevcut gerçekliğin ruhuna uygun bir kimya kazanamadı. Bu böyleyken Taksim’in son derece sahici bir seçenek olduğu da bir kez daha görüldü. Sahici ve dönemin ruhunu, sınıfa karşı sınıf yaklaşımını temsil ettiği…
Bu zorlu dönemin sınıfın öncü güçleri başta olmak üzere mücadeleler içinde birikim oluşturmuş kesimlerini kavrayış-ruhsal ve kültürel olarak dönüştürecek, tavında dövecek seçenek Taksim’dir ve Maltepe alanındaki ruh bu gerçeği bir kez daha teyit etti. Öncesi bir yana, işçi sınıfının daha ne olup olmadığı bile tam bilinmeyen bir salgının önüne atıldığı ve fakat süreklileşmiş biçimde “evde kalın” çağrıları yapılarak adeta köle muamelesi gördüğü günlerde bile kılını kıpırdatmayan, 1 Mayıs’ta devrimci-demokratik güçlerden adeta kaçan sendikalardan bağımsız bir tutum alarak gerçekleştirilen geçen yılki 1 Mayıs ortada.
O 1 Mayıs’ta belki öncü güçlerin kadro ve taraftar kesimleri Taksim için verilen kavgaya katıldı. DİSK’e bağlı direnişçi sendikalar ve bağımsız militan sendikalar da onların yanı başındaydı. Taksim, kadro ve taraftarlarca da olsa dört bir yandan zorlandı ve önemli bir kesimde moral etki yarattı. Keza ardında pandemide işçi ve emekçilere reva görülen kölelik koşullarına, getirilen anlamsız ve çifte standart yasaklara duyulan toplumsal öfke vardı. O öfke ve sınıfın lokal-tekil de olsa pes etmeyen kesimlerinin, kadınların, gençlerin, doğasına-yaşam alanlarına sahip çıkan toplumsal kesimlerin direngenliklerinin soluğu vardı.
Bu yılsa onu da katlayan bir gerçekle karşıladık 1 Mayıs’ı. Açlık tehlikesiyle karşı karşıya olan işçi sınıfının bir dalgaya dönüşen inatçı eylemleri, 8 Mart alanlarında kırılamayan iradi tutum, Newroz’un görkemi vardı her şeyden önce. Bunlara savaş, işgal, Kürt halkına yönelik düşmanca saldırganlık, kadınlara yönelik dernek kapatma davalarına varan gemi azıya alma hali, gençlerin derinleşen geleceksizlik duygusu, yağma ve talanda tırmanan saldırganlık eklenmeli.
Hayli kabarık bir krizler, direnişler, öfkeler toplamının üzerinden kutladığımız bu 1 Mayıs’ta “coşkulu ve kitlesel olsun, morale ihtiyacımız var” diyenlerin bunu bulup bulmadıkları dediğimiz gibi durduğumuz yerler itibariyle farklılaşıyor. Biz kendi adımıza icazeti kabul ederek o dolgu alanda kutlanan 1 Mayıs’ın iddia olarak getirilen “coşkulu ve kitlesel 1 Mayıs” ölçütüne oturmadığını söyleyebiliriz.
Kaldı ki Gezi’nin birkaç kişinin komplosuymuş gibi yaftalandığı ve o kişilere verilen cezalarla tüm toplumsal kesimlere sopa sallandığı bu dönemde daha fazla geriye gitmek değil, birkaç adım öne çıkmak tarihsel bir görevdir. Sahneden ağır cezalara çarptırılan kişilerin mesajlarını okumak ya da iktidara karşı radikal söylemlerle “meydan okumak” kendimizi kandırmak dışında bir anlam taşımaz.
Aslolan pratiktir nitekim…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.