19 Mart 1981’de Soner’in ölüm haberini aldığımda, hani derler ya bir tarafım koptu. Hayır, benim her tarafım koptu. Her yanımı bir acı sardı. Ama gün acılara sarılarak teselli aranacak gün değildi
Soner İlhan (15 Şubat 1956-19 Mart 1981)
Soner İlhan’ın İskenderun-Değirmendere kırsalında çatışmada öldürülmesinin üzerinden kırk yıl geçti. Soner, devrimciler için, Devrimci Yolcular için, Dev-Gençliler için çok şey ifade ediyor. Birçok devrimcinin muhakkak onunla özel bir anısı vardır. Geçen aylarda Ankara’da bir futbol takımının Soner’in mezarını ziyaret etmek istediğini duyunca, ben de ailesi de ilk kez Ankara’da mahalle çalışmaları sırasında onun bir futbol takımı kurduğunu da öğrenmiş olduk.
Ancak Tek-Der’liler (Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu) için bütün bunların yanı sıra Soner, hiç unutulmayıp, kırk yıldır o hep yanı başımızdaymış, yan odadaymış, telefonun ucundaymış, acı çektiğinde destek olacakmış, sevindiğinde elini omuzuna koyup sevincine ortak olacakmış gibi, yani hiç ölmemiş gibi düşüncelerimizde duygularımızda yaşamak demektir. Bu duygu bağının kurulmasında, Tek-Der’liler ve Soner İlhan’ın Beşevler’de okullardaki faşist işgallerin kırılması sırasında oluşturduğu anlayışın ve bakış açısının önemi çok büyüktür. Bu süreçte arkadaşına güvenmeyi, asla sırt çevirmemeyi, samimi olmayı, arkadaşına siper olmayı, araştırmayı, öğrenmeyi, aldığın görevi yerine getirmeyi, yeteneklerinin farkında olmayı ama yeteneklerini de abartmamayı, beceremeyeceğin işleri üstlenmemeyi, arkadaşının yeteneklerini ve iş yapma kapasitesini bilip ona kaldıramayacağı işleri yüklememeyi, koşulsuz sevmeyi ve güvenmeyi, olduğun gibi görünmeyi, sorunlar karşısında bahane üretmeyip çözüm üretmeyi ön plana çıkaran bir çizgiyi yakaladılar.
1974 yılında ETYÖO birinci sınıfta ekonomi dersine, demokrat bir öğretim görevlisi girerdi. O dönemde Libya’da uygulanan “yeşil sosyalizm”in, sosyalizm olmadığını, küçük burjuva kapitalizmi olduğunu anlatıyordu. Birden sınıfta, “Hocam komünizm propagandası yapma!” diye bir haykırma ve ardından benzer laflar duyulmaya başlamışken, “Kesin lan sesinizi faşistler” diye gür bir ses duyuldu. Bağıran Soner’di. Birden tüm sınıf saflaşmış, sağcılar solcular belli olmuştu. Biz de bu vesileyle Soner ile tanışmıştık.
Sonra Necdet Erdoğan Bozkurt başkanlığında birlikte Tek-Der yönetimine seçilmemiz… Beşevler’de başlayan faşist işgali kırma ve “öğrenim özgürlüğü can güvenliği” mücadelesi… Necdet’in tutuklanmasından sonra onun Tek-Der başkanı olması… Ve Beşevler’de bir eylem sonrası tutuklanması… Zıpkın gibi geçen yıllar…
Soner tahliye olunca, Ankara’da mahalle ve bölgelerin sorumluluğunu üstlendi. Üç yıla yakın bir zaman içinde ekip arkadaşlarıyla birlikte Ankara mahallelerinde faşizme karşı mücadelede önemli başarılar elde etti ve yaygın örgütlenmeler sağladılar. 1980 başlarında cuntanın ayak sesleri hissedilince Devrimci Yol’un gelmekte olan açık faşist cuntaya karşı örgütlenme anlayışı dolayısıyla bölgelerde yapılan değişiklik ve zorunluluklar çerçevesinde Adana’ya gönderildi. Amaç yeni döneme hazırlanmaktı.
Ben de Eskişehir ve Erzincan’da sürdürdüğüm faaliyetlerin ardından, aynı düzenlemeler neticesinde Malatya’ya gönderilmiştim. Zorlu mücadele koşulları esnasında 12 Eylül darbesi de gelmişti. O dönemde, daha önceden planlandığı şekilde kırsal alanda çalışmalar başlamıştı. 19 Ocak 1981’de Malatya’daki mücadelede çok önemli bir yeri olan Tek-Der’den arkadaşım Veli Eskili’yi kaybetmemize rağmen örgütsel konumumuzu koruyabiliyorduk. Aynı günlerde devrimci hareketin merkezi yakalanmış, ülkenin çeşitli yerlerinden bizi sarsan haberler gelmeye devam ediyordu. Ancak Adana’da olduğunu bildiğim Soner’in henüz yakalanmamış olması, kişisel olarak bana ve aslında birçok kişiye güven ve moral kaynağı olmuştu. Soner, diğer görevlerinin yanı sıra, Çukurova bölgesinden Malatya’ya doğru kırsal alanda bir örgütlenme yapmakla da görevlendirilmiş. Her iki alanın böylece birleştirilmesi düşünülmüş. Bu amaçla da ben Malatya’ya gelmeden Kürecik’te bir toplantı yapılmış, yapılacaklar planlanmıştı. Yaşasaydı bunu hayata geçirebilirdi.
19 Mart 1981’de Soner’in ölüm haberini aldığımda, hani derler ya bir tarafım koptu. Hayır, benim her tarafım koptu. Her yanımı bir acı sardı. Ama gün acılara sarılarak teselli aranacak gün değildi. Yapılması gerekenler, yaşanması gereken bilinmeyenler ve daha çok yürek sızılarımız ve çekecek acılarımız vardı. Yani yasımızı tutmaya zaman yoktu. Soner öldüğünde benim de umutlarım yara aldı.
Sonuçta kestirebildiğimizden fazla yaşadık. Anlatabileceğimiz çok şey birikti. Sayısız tanıklıklarımız oldu. İyi ve kötü… Ama ben geri kalan zaman dilimini atlayıp 2009 yılından devam etmek istiyorum.
İkibinli yılların birinde İzmir-Bornova, Eğit-Der lokaline girdiğimde, arkadaşların biri bana, “Reşit amcayı gördün mü?” dedi ve sonra bana Reşit amcayı gösterdi. Bir masada oturmuştu. Gayet güzel ve şık giyinmişti. İyi bir ressamın elinden çıkmış tablo gibiydi. Dik ve sağlıklıydı, duruşuyla, “Ben Soner İlhan’ın babasıyım” der gibiydi, onun gururunu taşıyordu. Yaşamı boyunca da bu gururu taşıdı. Eğit-Der’e gelip gittiği zaman çoğunlukla yine Soner’in Tek-Der’li arkadaşlarıyla oturur, nadiren onlarla tavla oynadığı olurdu. Tavlayı sanki onlara çay ısmarlamak amacıyla kasten yenilmek için oynardı. Çanakkale’ye dönüş günlerinde biz de gidişine hüzünlenirdik.
6 Kasım 2009’da Reşit amca bizi ve kendini mutlu eden bir sebeple İzmir’e geliyordu. Yılların yorgunluğuna kalbi dayanamamış, Aliağa’da kalp krizi geçirmiş. Otobüs şoförü, otobüsü hemen hastaneye çekmiş. Acile almışlar. Bana haber verildiğinde, eşyalarının garaja gittiği, onları alıp öyle hastaneye gelmem söylendi. Ben Aliağa hastanesine vardığımda Reşit amcayı kaybetmiştik. Hastane bahçesinde oturan arkadaşların başı öndeydi. Herkesi derin bir üzüntü kaplamıştı.
8 Kasım 2009’da Reşit amca için Soner’in Tek-Der’den arkadaşları, Dev-Genç ve Devrimci Yol’dan arkadaşları başta olmak üzere kalabalık bir tören yapıldı, naaşı Gelibolu’da defnedildi. Mezarı Soner’in mezarına çok yakındı. Arada bir ağaç vardı ve her ikisini de gölgeliyordu. Reşit amca gururunu ve sevgisini de alarak yanına oğluna kavuşmuştu.
Ya biz, aslında hep yanımızda hissettiğimiz, unutmadığımız Soner İlhan’ın mezarına, ben dahil birçoğumuz, ilk kez gidiyorduk. Mezarı başında, ayrılmış gibi de değildik. Biz ölmediğimiz için onu içimizde yaşattık, yaşatacağız. Unutmayacağız.
İki yıldır Soner’i anmak amacıyla Gelibolu’ya bir grup Tek-Der’li ziyarete gitmeyi planlıyoruz. Ancak pandemi nedeniyle mümkün olamadı. Yine de en kısa zamanda gerçekleştireceğimizi belirtmek isterim.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.