Neoliberalizmde, yoksulluğun siyasal iktisadı AKP gibi otoriter, paternalist rejimler tarafından kuruluyor. Reisçilik bizi, çürüme, akıl tutulması, “örgütlü kötülük” gibi tespitlerden önce kokmuş peynir için bile kendini borçlu hisseden bir toplumu düşünmeye, anlamaya sevk etmelidir Geçtiğimiz günlerde geçim sıkıntısı nedeniyle canına kıyan bir yurttaşımız için daha kahrolduk. Çocuğuna okul pantolunu alamamış bir baba yaşamına son verdi. […]
Neoliberalizmde, yoksulluğun siyasal iktisadı AKP gibi otoriter, paternalist rejimler tarafından kuruluyor. Reisçilik bizi, çürüme, akıl tutulması, “örgütlü kötülük” gibi tespitlerden önce kokmuş peynir için bile kendini borçlu hisseden bir toplumu düşünmeye, anlamaya sevk etmelidir
Geçtiğimiz günlerde geçim sıkıntısı nedeniyle canına kıyan bir yurttaşımız için daha kahrolduk. Çocuğuna okul pantolunu alamamış bir baba yaşamına son verdi. Yoksulluğun, çaresizliğin, olduramamanın yaşamı nasıl da her hücresine kadar sardığını; gururun, onurun insanı nasıl da kör bir bıçak gibi kanırta kanırta yaraladığını hissettik. Yoksulluk yarasıdır.
Yoksulluk yarasını bilmemek mümkün mü? Yoksulluğun yarası, okulda öğretmenin “babanız ne iş yapıyor” sorusuyla başlar. Babası “serbest meslek sahibi” olan çocuklarda, olmayan beslenme çantalarında, bulunamayan eşofmanda, kabusa dönüşen Beden Eğitimi dersinde, akranların acımasız alaylarında “yoksulluk yarası” vardır.
Yarasını taşıyanı gözünden vurur yoksulluk. Yoksulluk yarasıdır ki arkadaşımızdan bile üç kuruş borç isterken avucumuz ter içinde kalır, sesimiz titreyerek içine kaçar. Biraz nezih bir yerde her şey etimizi ısırır, elimizi koyduğumuz yeri bacağımız beğenmez, çatal bıçağa bardak tabağa çarpar.
İntihar eden İsmail Devrim’de, atanamadığı için canına kıyan öğretmenlerde, geçinemiyorum diye kendini yakan seyyar satıcıda aynı yarayı, öfkesi öz-yıkıma dönüşen sınıfı görmemek mümkün değil.
Peki gurur, onur, haysiyet yalnızca ölüm yüzünü gösterdiğinde mi hatırlanacaktır? Ya canına kıymayan yoksul milyonlar? Ya hakkında sürekli olarak makarnaya, kömüre onurunu sattığı söylenenler? Ya AKP’ye karşı öfkenin, “çomarlıkla” stereotipleştirdiği, kibirle “onursuz yoksullar” denilenler?
İsterseniz dinleyelim:
Burada aktardıklarımızdan elbette çok daha fazlası var(1). Ama bu kadarı bile onurla, haysiyetle, gururla kurulan kolaycı tezlerin, hemen sökün eden çürüme tespitlerinin nasıl da buram buram metafizik koktuğunu göstermeye yetmelidir.
Dahası AKP rejiminin iyi bir icracısı olduğu neoliberal düzende, milyonlarca yurttaşın önce muhtaçlaştırılması, sosyal devletin tasfiyesi, sonra yardım paketlerine, nakdi yardımlara, kömüre makarnaya “minnet eder” eder hale düşürülmesi, minnet edenin boynunun bükülmesi, kendini “borçlu” hissetmesi; hem yardım alması hem utanması, hem “nankörlük etmekten” korkması ama hem de içten içe isyan etmesi tam da rejimin ana dinamiklerinden birini oluşturmaktadır.
Konu çok boyutlu.
Yoksulların var kalma stratejileri, sosyal devletin yerinin kısmen “yardım ve borçlanma ekonomisiyle” giderilmesi vb. bizleri acilen karşı stratejileri düşünmeye, adım atmaya itmek durumundadır.
Neoliberalizmde, yoksulluğun siyasal iktisadı AKP gibi otoriter, paternalist rejimler tarafından kuruluyor. Reisçilik bizi, çürüme, akıl tutulması, “örgütlü kötülük” gibi tespitlerden önce kokmuş peynir için bile kendini borçlu hisseden bir toplumu düşünmeye, anlamaya sevk etmelidir.
Peki nasıl? Buradan devam etmeyi umarak nokta koyalım.
Notlar
1-Sosyal yardım alanlarla yapılan görüşmelerin aktarıldığı alıntılar, Sosyal Yardım Alanlar, Emek, Geçim, Siyaset ve Toplumsal Cinsiyet Kitabındandır. Derleyen Denizcan Kutlu, İletişim Yayınları(2018)
Kaynak: İleri Haber