Uluslararası piyasalardaki hareketlenmeler ile ekonominin cari açık ve borç finansmanına dayalı kırılgan yapısı nedeniyle TL’nin değer kaybının süreceğini söyleyen Ali Rıza Güngen, yüzde 7,4’lük büyüme oranının ise izaha muhtaç olduğunun altını çizdi
Ekonomideki gelişmeleri değerlendiren Ali Rıza Güngen, uluslararası piyasalardaki hareketlenmeler ile Türkiye ekonomisinin cari açık ve borç finansmanına dayalı kırılgan yapısı nedeniyle TL’nin değer kaybının süreceğini söyledi. Güngen, TÜİK’in açıkladığı yüzde 7,4’lük büyüme oranının ise izaha muhtaç olduğunun altını çizdi
TÜİK, 2017 büyüme oranını yüzde 7,4 olarak açıkladı. Buna karşın doların karşısında TL’nin değer kaybı sürüyor. Siyaset bilimci ve ekonomist Ali Rıza Güngen, ekonomik göstergeler kötü olmasına karşın büyüme rakamlarının yüksek olmasının nedenlerini, ABD ile Çin arasındaki ticaret krizini, uluslararası ve ulusal faiz politikalarını bianet’e değerlendirdi.
Güngen, kırılgan ekonomik yapı nedeniyle TL’nin değer kaybının süreceğinin ve AKP’nin daha fazla sıkışacağının altını çizerken, TÜİK’in açıkladığı yüzde 7,4’lük büyüme oranının ise izaha muhtaç olduğunu vurguladı.
Söyleşinin tamamı şöyle:
Trump’ın seçim çalışmaları sırasında sıklıkla belirttiği Çin ile ticaret ilişkisini yeniden düzenlemesi ve artık “ticaret savaşları” olarak nitelendirilen yeni “hal” genel olarak dünya ekonomisindeki dengeyi yerinden oynatacak bir etkiye sahip mi?
Trump, seçim sürecindeki vaatlerini kısmen de ara dönem seçimleri yaklaştığı için yerine getiriyor. Bu önlemler içinde Çin’in ABD’deki yatırımlarına ilişkin sınırlama da mevcut. Söz konusu önlemler dünya ekonomisindeki dengeyi bugünden yarına değiştirecek önlemler değiller. Ben eğik düzlem benzetmesini seviyorum. Dünyanın atölyesi olan Çin’in kendi yumuşak gücünü artırması, küresel ekonomide birinciliği elde etmesine varacak bir düzlemdeyiz. ABD’deki çelik ve alüminyum sektörünü koruma çabası başka sektörlerde maliyetleri artıracak, başka ülkelerin dikeceği koruma duvarları da cabası. Sonuç ABD’nin rekabet gücünün aşınmasının hızlanması olabilir. Bu mevcut resmin değişmesi anlamına gelecek.
Ancak şöyle ifade etsek daha doğru olur sanırım: Dünya ekonomisindeki “denge”(sizlik) ticaret savaşları nedeniyle değişmeyecek, söz konusu “denge”(sizlik) değişmekte olduğu için ticaret savaşları başlıyor.
Dolar/TL kuru “psikolojik eşik” tabir edilen 4’ün üzerine bugün itibariyle işlem saatleri içerisinde gördü. Bunda Moody’s notu ya da enflasyonun yükselmesi ne kadar etkili oldu? Jeopolitik risk tabir edilen gelişmelerin ve dış politika hamlelerinin direkt bir yansıması var mı size göre? Kritik eşik aşıldığına göre doların lira karşısındaki yükselişi bundan sonra nasıl seyreder?
Döviz kurunun tekrar sıçramasında Moody’s not indirimi, enflasyonun çift haneye demir atması ve yüksek cari açık rakamı birlikte etkide bulundular. Ancak burada daha temel belirleyici olan merkez ülkelerde faizlerin yukarı yönlü seyri. En azından FED’in politika faizi artırımının önceden fiyatlandığını ve döviz kuruna yukarı yönlü etki yaptığını biliyoruz. Yine de 4 eşiğinin geçilmesinde hanelerin bu yükselişi görerek tekrar dövize yönelmesi etkili olmuş olabilir. Başka bir unsur da borsadan yabancı çıkışı. Haftalık rakamları bir hafta sonra göreceğiz. Ama büyük olasılıkla, 21 Mart sonrasında borsadan önceki haftalara göre daha belirgin bir çıkış gerçekleşti ve biz bunun yansımasını gördük.
Dış politika hamlelerinin riskin döviz kurunun son sıçrayışında doğrudan bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Yıllardır riski artıran, riskten beslenen bir politika izliyor iktidar partisi. Bu nedenle gerçekçi olan açıklama Türkiye’nin makroekonomik verilerine daha fazla odaklanmalı. Bu verilerdeki kırılganlık bir bankanın ya da büyük bir yatırım fonunun küçük bir hareketiyle kurun oynayabilmesini getiriyor. Kırılganlık ve açığın sıcak para ile finansmanı nedeniyle doların seyrini net olarak öngörmek pek mümkün değil.
Ancak şunları biliyoruz: FED’in faiz artırımı yıl içinde devam edecek, Türkiye’de iktidar ise TCMB’nin faiz artırmasını istemiyor, mevcut koşullarda yüzde 20 civarında yıllık kredi genişlemesi öngörülürken faiz artırımı iktidarının altını oyar. Bu çelişkinin herkes farkında, TCMB’nin faiz artışını mümkün olduğunca geciktirmek isteyeceğinin de. Liranın değer kaybı bu nedenlerle devam edecek. Ama unutmayalım, OHAL döneminde TL zaten yüzde 25 değer kaybetti dolar karşısında. Esas dönüm noktası olarak FED’in Mayıs 2013 tarihli tahvil alımına ilişkin kararını alırsak TL’nin değer kaybı bunu ikiye katlıyor. AKP’nin daha fazla sıkışacağını düşünebiliriz ama liranın ne kadar hızlı değer kaybedeceğini net olarak söyleyemeyiz.
AKP hükümeti son yıllarda büyüme rakamlarını öne sürerek Türkiye’nin ekonomik olarak iyi durumda olduğunu söylüyor. Ancak enflasyon, işsizlik ve şimdilerde doların sürekli artışı gibi göstergeler çok iyi değil. İthalat ihracat dengesi Türkiye aleyhinde ama Türkiye’nin IMF’ye borç verecek durumda olduğu söyleniyor. Bu çelişkileri nasıl açıklayabiliriz?
Sondan başlayayım, Türkiye’nin kamu maliyesi göstergeleri emekçiler üzerindeki ağır vergi yükü sayesinde sorunsuz görünüyor. Borcun GSYH’ye oranı kontrol edilebilir seviyelerde. Buna karşın faizler o kadar yüksek ki, Türkiye halen yılda 40 milyar TL iç borç faizi ödüyor. Cari açık ve bir yıl içinde vadesi gelen borç dikkate alındığında Türkiye ekonomisinin bir yıl içinde 226 milyar dolarlık bir finansman gereksinimine ihtiyacı var. Böyle bir ülkede siyasi gösteriş amaçlı olarak bir yerlere para saçılabilir ancak durum parlak değildir.
Belirttiğiniz üzere hiçbir gösterge olumlu değil. Enflasyon çift haneli, işsizlik çift haneli. Gerçek işsizlik oranına ulaşmak için iş bulma ümidi olmayanları, mevsimlik çalışanları ve iş aramayıp çalışmaya hazır olduğunu belirtenleri hesaba katmak gerekli. Bu durumda gerçek işsizliğin yüzde 16,9 olduğu anlaşılıyor. Bu göstergelere karşın Türkiye’de ekonomik büyüme 2017 yılı için yüzde 7,4 olarak açıklandı. Durum izahata muhtaçtır. Görünürdeki çelişkiyi açıklamanın bir yolu TÜİK’in 2016 sonunda yaptığı revizyon nedeniyle büyüme rakamlarının şişirildiğinin altını çizmek. Başka bir unsur da baskı rejimi altında kimsenin sesini çıkaramaması nedeniyle iktidarın bu söyleminin dolaşımda kalabilmesidir. OHAL döneminde altı önemli grev yasaklandı örneğin. Ses çıkarmaya kalkan işinden ediliyor, greve giden engelleniyor. Yine de gerçek rakamları ısrarla vurgulamak gerek. Her beş gençten birinin işsiz olduğu bir ekonomi iyi durumda değildir.
Türkiye’nin ekonomi politikalarındaki temel sorun nedir? İlk soruda bahsettiğimiz ticaret savaşlarıyla daha da görünür olan ticaret savaşları mı? Yoksa Suriye savaşına dâhil olup kamu kaynaklarını savaşa akıtmak mı?
Örtülü kanallarla Suriye’deki savaşa milyarlarca dolar akıtıldığı tahmin ediliyor, fakat elimizde net bir veri yok. Kamu kaynaklarının bu tarz kullanımı elbette büyük önem taşır, üzerinde durulması gerek. Ancak Türkiye’nin ekonomi politikalarındaki temel sorun piyasacı ufuksuzluktan ve bunun sonucunda inşa edilmiş sermaye girişlerine olan bağımlılıktan kaynaklanıyor.
Hükümet kanadında “yeni kalkınmacı” olarak da adlandırılan çeşitli politika önlemleri (TCMB bağımsızlığının kaldırılması ya da sınırlanması, belirli sektörlerde ithal ikamesini andıran koruma, özel sektörel teşvikler aracılığıyla rekabeti teşvik) bir siyasi programa henüz evrilmedi, evrilmesi de zor. Siyasi desteğini öncelikle hanelerin borçlandırılması ve bununla birlikte rant yaratma-dağıtma sayesinde pekiştirmiş bir iktidar, ağır bir çalkantı, kayda değer toplumsal tepki ya da koşulların dayatması olmaksızın piyasacılık ısrarını değiştiremez.
Sabit tutulan tercih ise Türkiye’nin ancak tempolu sermaye girişiyle büyümesini ve bunun cari açık ve şirketlerin borç finansmanı sorununu ağırlaştırmasını getiriyor. Temel sorun budur. Sürekli diken üstünde tutulmamızın arkasında bu bağımlılık ve kırılganlık yatıyor.
Sendika.Org