Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, yargılandığı davada ‘Niçin barış bildirisi yayınladınız?’ diye hedef gösterildiklerini söyleyip, ileri sürüldüğü gibi hendeklerin Barış Bildirisi’nin sonucunda değil, Hükümetin yürüttüğü sürecin sonrasında kazıldığını ifade etti
Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, yargılandığı davada ‘Niçin barış bildirisi yayınladınız?’ diye hedef gösterildiklerini söyleyip, ileri sürüldüğü gibi hendeklerin Barış Bildirisi’nin sonucunda değil, Hükümetin yürüttüğü sürecin sonrasında kazıldığını ifade etti
“Bu suça ortak olmayacağız” bildirisi imzacısı Barış için Akademisyenler’den haklarında “örgüt propagandası” yapmak iddiasıyla dava açılan sekiz akademisyenin duruşması Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi’nde görüldü.
BARIŞ İÇİN AKADEMİSYENLER’İN DURUŞMASI GÖRÜLÜYOR: “BUGÜN OLSA YİNE İMZALARDIM”
Marmara Üniversitesi’nden ihraç edilen Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun duruşması ise, avukat kısıtlılığı tartışması ile başladı. Aralarında Diyarbakır Barosu Başkanı Ahmet Özmen’in de bulunduğu 20’ye yakın avukat için Mahkeme Başkanı Hakan Özer, 3 avukatın dışında geri kalan avukatların izleyici bölümüne geçmesine karar verdi. Mahkemenin kararına karşı söz alan Avukat Arzu Becerik, KHK ile savunma hakkının kısıtlanamayacağını, savunmanın bu şekilde ihlal edildiğini belirterek, kararı doğru bulmadıklarını söyledi.
Mahkeme başkanının “İhraç edildiğini biliyoruz. Şimdi ne yapıyorsunuz?” sorusuna Kaboğlu, “İhraç değil KHK ek listesinde adı olan kişi diyelim. Marmara Üniversitesi’nde çalışamadığım için Paris’teki üniversiteye pasaportuma el konulduğu için gidemiyorum” dedi.
Sonrasında duruşma, mahkeme iddianamenin okunmasıyla devam etti. Mahkeme başkanı, iddianameyi özetlediği sırada “Bu kadarı yeterli herhalde” demesi üzerine Kaboğlu, “Bu kadarı bile rencide edici” diyerek yanıt verdi.
Ardından savunma yapan Kaboğlu, ilk olarak dönem açısında süreci değerlendirdi. Kaboğlu, “21 Aralık 2017 bugün. Üzerinden 23 ay geçti. Bu bildiriye imza atanlar kaçmıyorlar, buradalar. 301’den mi TMK 7/2’den mi yargılama yapılıyor? Bu bile net değil” diye belirtti. İddianamenin kopyala-yapıştır şeklinde hazırlandığını kaydeden Kaboğlu, darbe girişimi olmasaydı KHK listesinde isminin yer almayacağını ifade etti. Kaboğlu, OHAL Komisyonu’nun karar verme aşamasına geldiği sırada davaların başlamasının soru işareti doğurduğunu ifade ederek, “Tek metin suç sayılıyor ama neden 1128 dava?” diye sordu. Bunun bir OHAL davası olduğunu vurgulayan Kaboğlu, OHAL olmasaydı bu davaların olmayacağını kaydetti.
Barış bildirisine imza atan akademisyenlere yönelik başlatılan linç kampanyaları karşısında herhangi bir şeyin yapılmadığının altını çizen Kaboğlu, savunmasına şöyle devam etti:
İddianame boyunca savcılık mesnetsiz şekilde niyet okuması yapıyor. Devleti eleştirmeyi ‘terör propagandası’na özümsüyor. AİHM’in siyasal ifade özgürlüğünü koruma yönünde yüzlerce kararı olduğu halde genel atıfla AİHM’e atıf yapması çelişki. İddianame devletin onuru ile ‘terör propagandası’nı zaman zaman karıştırıyor. Savcılık bildirideki iddiaların gerçekliğini tartışmak ihtiyacı duymuyor” dedi. “Bu iddianame hukuken çok sorunlu bir metin” diyen Kaboğlu, “Barış bildirisi adından da belli olduğu gibi sadece bir taleptir.
‘Niçin barış bildirisi yayınladınız?’ diye hedef gösterildik. Hendekler barış bildirisinin sonucunda değil, barış sürecinin sonrasında, hükümetin yürüttüğü sürecin sonrasında kuruldu. Bu bildiriye yapılan saldırılar karşısında esasen şu çelişkiye işaret etmek istiyorum; Habur süreci eylemi ifade ediyor. Dağdaki silahlı kişilere ‘buyurun silahınızla gelin’ diyorsunuz ama hendekteki kişilere ‘sizi imha edeceğim’ diyorsunuz. Devlet olarak göreviniz öldürmek değil, yaşamı korumak zorundasınız.
OHAL İnceleme Komisyonu neden kuruldu? Niye çalışmasına izin verilmiyor? 17 Temmuz 2017 günü başvuruları almaya başladı. KHK/685’te belirlenen çerçeveye göre, OHAL KHK ek listeler yoluyla bütün haklarından yoksun kılınan kişilere tanınan tek başvuru yolu bu. KHK ek listelerinde darbe girişimi ile hiçbir ilişkisi bulunmayan ve sadece siyasal iktidarı elinde tutan çoğunluk partisine muhalif görüşleriyle tanınan binlerce kişinin adı yer almakta. Komisyon’un gecikmeli olarak kurulması ve başvuruda makul süre kaydının gözetilmemesi, başvuru sayısının fazlalığı ise kararların makul sürede verilmesini engelleyecek. Sadece hükümete muhalif oldukları için görevden alınan kişilerin Komisyon önünde suçsuz olduklarını kanıtlamak zorunda kalmaları, haysiyet kırıcı bir muamele.
Demokratik bir toplumda bir fikre karşı çıkılmasının yolu, söz konusu tartışmaya kamu gücünün dahil olması ve görüşlerden birinin cezalandırılması veya linç atmosferi yaratılması değildir. Demokratik bir toplumda bir fikre karşı çıkılması, karşıt görüşün de aynı şekilde kendisini ifade etme imkanı bulması ile olur. Şiddete teşvik etmeyen veya açık ve yakın bir tehlike yaratmayan tüm fikirlerin özgürce ifade edilmesine izin verilmesi, demokratik toplumun temel gereğidir.
İfade özgürlüğü incelemelerinde söylemlerin bir bütün olarak ele alınması esastır. Kelimelerin cımbızlanarak ve sadece sözlük anlamlarına bakarak değil, bütünlüklü biçimde ele alınması gerekir. Eleştirilerin dozajının sertleşmesi, söylemi ifade özgürlüğü korumasının dışına çıkartmaz. Barış çağrısı, kamu gücünün eleştirilmesi yoluyla yapılmıştır. Kamuoyundaki tartışmaları ve çağrı belgesinde alıntılanan cümleleri dikkate alarak, bildiride kullanılan ‘katliam’ sözcüğü ile ilgili bazı açıklamalar yapmak yerinde olacaktır. Türkiye’de geçmişte ‘katliam’ kelimesinin kullanımından dolayı yaptırıma uğrayan çok sayıda kişi vardır. Fakat AİHM, bu vakaların neredeyse hepsinde ihlal kararı vermiştir.
Linç kampanyası yürütülerek bildiriye onay verenlere karşı kullanılan sözler, ifade özgürlüğünün korumasından yararlanmadığı gibi suç oluşturucu niteliktedir. Yakın geçmişte AKP Milletvekili Şahap Kavcıoğlu’nun ‘Bu bildiriye imza atan hiçbir akademisyene, siyasetçiye, gazeteciye hiçbir ülkede bırakın hapishaneyi yaşama hakkı bile vermezler’ açıklamaları; ifade özgürlüğünden yararlanmaz; tam tersine muhatapların yaşam hakkının yok edilmesine yönelik azmettirici sözlerdir.
Bu tür beyanlar, Anayasa md. 138’in de ihlali anlamına gelmektedir. Hukuk devleti adına, asıl kaygılandırıcı olan; aktarılan beyanların hemen akabinde, üniversiteler, durumdan vazife çıkardı ve yargı harekete geçti; haliyle sonuçları da, savaş hukukundan ağır oldu. Soruşturma ve açılan davanın kendisi, yargılamanın sonuçlarından bağımsız olarak, ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı bir etki yarattığı gibi, hedef gösterme iradesini de belirgin bir hale getirdiği için yaşam hakkı üzerinde de risk yaratmaktadır. Söz konusu bildirinin kamuoyuna yansımasından sonra başta Cumhurbaşkanı olmak üzere çok sayıda siyasal iktidar partisi mensubu kişi, nezaket sınırlarını aşan açıklamalarda bulunmuş, başta sosyal medya olmak üzere farklı mecralarda imzacılara yönelik doğrudan hakaret ve tehditler yayımlanmıştır. Bu ortam; imzacıları, düşünceleri ve açıklamaları nedeniyle ötekileştirmekte, hatta açık hedef haline getirmektedir.
7 Şubat gecesi ‘hukuk katliamı’ veya hukuken yok hükmünde bir işlem ile adımın KHK ek listesinde yer almasının üzerinden sadece bir gün geçtikten sonra İstanbul Savcılığı tarafından ifadeye çağrılmam, hukuk dışı işleme, yargı yoluyla gerekçe arayışı değil mi? Savaş durumunda bile ihlal edilemeyecek olan insan haklarının sert çekirdeğini ihlal eden işlem ve eylemler dizisine böylece yargı da dahil edilmiş oluyordu. Bu dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru için tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olarak görülmemeli; zira, yerel ve ulusal mahkemelere göre AİHM’in ikincil konumu, iç başvuru yolları tüketildikten sonra Avrupa Mahkemesi’ne gitmek değil; tam tersine Avrupa Mahkemesi’nin varlığı, hak ve özgürlüklerin ulusal ölçekte saygı görmesini sağlamaktır.
Unutmamak gerekir ki; insan hakları düşüncesi evrenseldir, ama uygulama ve eylem yereldir. Bu nedenle, sizin vereceğiniz karar, Türkiye’nin Avrupa Mahkemesi tarafından mahkumiyet kalemine katkıda bulunmak değil, hukuku ve gerçeği burada dile getirmek suretiyle, hem benim dünya çapındaki mağduriyetimi önlemek, hem de Türkiye’nin uluslararası saygınlığına katkıda bulunmaktır. Anayasa 138. maddesi gereği, ‘Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerinize göre bağımsız olarak karar vereceğinize inançla.
Kaboğlu’nun savunması ardından avukatları, derhal beraat talebinde bulundu. İddia makamı ise derhal beraat taleplerinin reddini istedi. Mütalaaya karşı savunma yapan avukatlar, barış bildirisinin çevirisini yapan kolluk görevlilerinin tanık olarak dinlenmesini istedi. Savunmaların ardından mahkeme heyeti, derhal beraat talebinin reddine, birleştirme talebi için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nden tutanakların istenmesine ve polislerin dinlenmesine karar verdi.
Kaynak: Mezopotamya Ajansı